İçindekiler
Romanda Anlatım Teknikleri
Anlatma Tekniği
Bu tekniğin temel özelliği, anlatılan her şeyi okuyucu anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Bu nedenle okuyucunun dikkati, anlatan üzerinde yoğunlaşır. Anlatma tekniğinde yazar, sürekli okuyucu ile eser arasına girer. Anlatıcı her şeyi kendi bakış açısı ve yorumuyla sunar, okur da olayları, kişileri ve çevreleri anlatıcının gözüyle görür ve yorumlar.
Örnek 1
“Doktor Salman Sami’nin soyu Kafkas sürgünlerindendi. Üç kuşaktır Kafkasya daha dillerinden düşmüyordu. Kafkasya’nın suyu toprağı, karlı dağları üstüne çok şey biliniyor, evde herkes, şimdiye kadar Çerkezce konuşuyordu. Evin içinde bir tek sözcüğü bile yanlış konuşanla alay ediliyor, o kişi aşağılanıyor ve Kafkas destanları Anadolu’nun birçok yerine iskan edilmiş Çerkez oymaklarında İstanbul’da söyleniyordu. Şimdilerde destanlar, türküler birçok oymakta bitmişti. Belki Anadolu’nun kalabalıkça Çerkez yerleştirilmiş yörelerinde o destanlar, o türküler daha söyleniyordur. İstanbul’da doğmuş, büyümüş, doktor çıkmış, uzmanlığını Fransa’da yapmış ama hiçbir zaman Kafkasya’yı, anayurtlarını ona kimse unutturamamıştı. Musevilere hiç şaşmıyordu. Mevud (vaat edilmiş) toprak özlemi binlerce yıl süren bir özlemdi. Kafkas dağlarının pınarlarından da daha süt ve bal akıyordu. Son soluğunda, aaah!
Dağıstan demeden ölen hiçbir Çerkez görmemişti. Burada, bu kilisede ölen yaralı Çerkez delikanlıları, Dağıstan, aaah! Dağıstan, diye can vermişlerdi. Dağıstan o kadar iliklerine işlemişti ki son solukta o da aaah Dağıstan diye ölecekti.
(Yaşar Kemal- Karıncanın Su İçtiği)
Örnek 2
“Muhittin tramvaydan indi. Helaların önünden geçerken yavaş yavaş meydana dönmesi gerekiyordu. Yavaş yavaş meydana döneceğini ve keyifli adımlarla insanlara bakarak meydanı dönerken şimdi yaptığı gibi, sigara içeceğini, ağzında sigaranın zehriyle birlikte keyif verici bir acı bulacağını, bütün gün inşaat mühendisliği yaptığı yazıhanede akşam Beyoğlu’na gideceğini, Beyoğlu’nda yürüyeceğini, ayaküstü bir şeyler içeceğini, sonra da sinemaya gideceğini düşünmüştü.
(Orhan Pamuk-Cevdet Bey ve Oğulları)
Gösterme Tekniği
Bu teknik çoğu kez anlatma tekniği ile bir arada kullanılır. Diyaloglar ve tasvirler yoluyla olaylar, kişiler ve çevreler sahnelenerek okuyucunun bunları doğrudan görmesi ve yaşaması sağlanır. Gösterme tekniği, romanda anlatılanların görünür ve somut hale getirilmesinde sık sık kullanılır. Gösterme tekniğinde olay tamamen okuyucuya aktarılır, araya anlatıcı girmez.
Anlatma tekniğinde okuyucunun dikkati “anlatan” üzerinde, gösterme tekniğinde ise eser üzerinde yoğunlaşır.
Örnek 1
Kendimden iğreniyorum. Niçin böyleyim? Böyle olmamak elimde mi? Samim… Samim… Gelmeyecek. Bir daha buluşmak istemez benimle. İstemez mi? Benim nem o? Niçin vardı hayatımda o? Şimdi bir dağ gözümün önüne geliyor. Samim… Şimdi çok iyi hisseder gibi oluyorum. O benim yükselişim…”
“… Nasıl? Ben bu mahlûku anlamakta nasıl bu kadar geciktim? Nasıl, evvelâ onu nasıl en seçme hislerimin mevzuu olmaya lâyık görebildim? Nasıl ve ne biçim bir körlükle, nasıl nasıl, hangi zaaflar tarafından itilerek, nasıl, hangi idraklerin felci içinde, nasıl, derece derece ve birçok uyandırıcı işaretlere rağmen nasıl, zaman zaman içimi alt üst eden keder fırtınalarının manasına karşı tasasız kalabildim? Ve nasıl haykırmak istiyorum, nasıl, fakat nasıl… Canım benim, Samim, Samim’ciğim, benim bir tanem çıldıracağım, nasıl, nasıl ona kadar yuvarlandım? Bu kız, Yarabbi, bu kadın, nasıl, bu karı, of, bu mahlûk nasıl beni hislerimin tarihine ve içimin en mahrem galerisine, sonunda kovulmak için bile olsa, nasıl, nasıl girebildi?(…) Ve nasıl hayvan! Nasıl Affet beni, ey aziz içim, affet nasıl fakat, ruh radarlarının ve sayısız his intikallerinin ince delaletlerine ve hele nasıl bazen en haykıran işaretlerin şakağımdan itercesine ihtarına rağmen, şüphesiz derinden derine anlamadığım, anlar gibi olduğum halde, nasıl ve niçin ona düştüm?”
(Peyami Safa-Yalnızız)
Örnek 2
(Aşağıdaki metinde koyu bölümler anlatma tekniği, açık bölümler de gösterme tekniğiyle yazılmıştır.)
Ferhat babasına en yakın sandalyeye oturdu. Bacaklarını açtı, iki elini kalçasına koyarak öne doğru eğildi:
-Meral dün gece kaçta geldi, biliyor musun?
-Kaçta?
Ferhat iki elini birden havaya kaldırdı:
-Bir buçuğu geçiyordu.
Nail Bey ağır aile ve ahlak münakaşalarına hiç tahammül edemeyeceği bir an içinde olduğunu gösteren bir gevşeklikle başını sallayarak yorgun bir nefes bıraktı:
-Ben müsaade ettim.
-Park Otel’e, Feriha’ya gitti, değil mi?
-Evet.
Ferhat ayağa kalktı; elleri arkasında, ayrık bacaklarla iki tarafa sallanarak birkaç adım yürüdü, sonra babasına döndü:
-İyi yapmadın ekselans, dedi, bu kız bir felakete doğru gidiyor, Paris’e değil…”
“Samim kaşlarını çattı. Masumiyet ihtimali kalmamıştı. Şimdi cumartesi için sıkı bir soruşturmanın şaşkınlıklarında mutlak bir delil aramak lazımdı. Birdenbire dedi ki:
-Şimdi Meral, sana tekrar soruyorum, iyi düşün ve cevap ver. Cumartesi evden çıkmadın mı? Hiç, hiç çıkmadın mı?
Meral şaşırdı. Evvelâ önüne, sonra etrafına baktı. Sonra küçük hareketlerden sızabilecek hakikatleri ele vermemek için hareketsiz durdu ve mırıldandı:
-Cumartesi… Cumartesi… Ne zamana düşüyor o?
-Gayet basit. Dün pazardı. Evvelki gün cumartesi. Daha evvelki gün biz seninle beraberdik. Benden ayrıldın ve Feriha’ya gittin. Geceyi otelde geçirdin. Onun ertesi günü.
Meral kaşlarını kaldırdı ve bir hatırlama zorluğunun taklidini yaparak cevap verdi.
– Çıkmadım galiba.
Yataktan indi, terliklerini ve kimonosunu giydi. Aynaya baktı. Saçları dağılmış ve kabarmıştı. Tarağını aldı, fakat hemen bıraktı. Oda kapısına doğru yürüdü, durdu. Başı kazan gibiydi.
(Peyami Safa-Yalnızız)
Özetleme Tekniği
Özetleme tekniğinde anlatıcı kendisini tam olarak hissettirir. Anlatıcı bir olayı, kişiyi ya da çevreyi veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi okura özetleyerek aktarır. Daha çok eski romanlarda görülen bu teknik günümüzde pek kullanılmamaktadır. Çağdaş romancılar bu yöntemi “biliç akımı”, “tahlil”, ve “iç monolog”lardan yararlanılarak kullanırlar.
Örnek 1
Sonra, günlerce hayatın akışına kapıldı. Önemsiz gördüğü olayları tekrar yaşadı. Selim’i düşünmeden günler geçti. Yatakta karısının sıcaklığıyla, gecelerce uyudu. Yıkandı… tıraş oldu… tekrar kirlendi. Yeni bir paket jilet aldı. Evde birkaç kere ‘umumi temizlik’ yapıldı. Dostlarıyla geceler yaşadı: Selim’in tanımadığı dostlarla, aile ve iş çevresinin arkadaşlarıyla. Birbirlerine benzeyen günler, yaşarken nasıl geçtiği anlaşılmayan günler, tarih düşürülmesi imkânsız günler… Günler birbirini kovaladı. Pazartesi oldu, sonra pazar, sonra gene pazartesi. Sonra gene pazar oldu. Geç kalkıldı. Kahvaltı, büyük kahvaltı, geç yapıldı. Pazar gazeteleri okundu, bilmeceler çözüldü: geçen hafla çözülen aynı bilmeceler. Evde yemek verildi, başka evlere yemeğe gidildi.
(Oğuz Atay-Tutunamayanlar)
Örnek 2
Canının yemek istemediği günler oluyordu. Böyle günler, şehrin lokantalarını dolaşır, bir çeşit yemek arardı. Çoğu zaman bunun ya mevsimi geçmiş ya gelecek bir yemek oluşu tuhaftı. Yorgun, umutsuz girdiği bir lokantada onu bulunca oturur; önüne koydukları tabaktan bir iki lokma alır; sanki aradığı o değilmiş, ondan daha başka bir tat bekliyormuş gibi bezgin tabağı iter, şarap isterdi. Çok içiyordu. Bazı geceler bardağını doldururken şişeyi elinden bırakıp kalkar, şaşıran garsona borcunu öder, gideceği bir yere geç kalmış gibi sokağa çıkardı. Yürüyen, oturan kalabalığın arasında onu arardı.
(Yusuf Atılgan – Aylak Adam)