Metni Anlama ve Çözümleme
Gönül yapmak: Toplumda önemli yere gelmek istiyorsan gönül yapmalısınız.
Gönül vermek: Bir güzele gönül vermekle başlarmış aşıklık.
Gönül eğlendirmek: Ağam bizimle gönül eğlendiriyor.
İki gönül bir olmak: İki gönül bir olunca kavga çıkmazmış.
Gönül yıkmak : Bir kere gönül yıktınsa kıldığın namaz değil.
Türkçenin zengin bir dile sahip olduğu…
Deyimler halkın ortak duyguları ve kavramlarıdır. Onlar kullanmışsa bu onların beğendikleri ve sevdikleri anlamına gelir.
Bir deyimlerde kullanıldığına ve şairlerinse şiirlerine yansıdığına değinmiştir.
Türkçe zengin bir dildir ve kendi yapısına uygun kelime hazinesi vardır. Zamanla başka dillerden etkilenmiştir. Kendini geliştirmiş ve zenginleşmiş bir dil olarak bugüne kadar gelebilmiş bir dildir.
Hem kadeh, hem şarap, hem o şarabı sunan şuh bir sakidir gönül.
Kısacası aşk ehli içinde zevk sahibidir gönül.
Açıklama-örnekleme-karşılaştırma
Başka eserlerden alıntı yapmıştır. Devrik cümle kullanmayı tercih etmiştir.Sade ama etkileyici anlatıma sahiptir. Öğretici metin olup şiirsel bir üslupla yazmıştır.
]]>
Metni Anlama ve Çözümleme
İçlem: 1. Bir kavramın çağrıştırdığı kapsama giren niteliklerin veya taşıdığı özelliklerin bütünü, 2. Bir nesnenin içeriğini oluşturan şey
Kaplam: Bir kavramın ve o kavramı dile getiren terimin içerdiği varlıkların ve bireysel olayların bütünü, kapsam,
Tazammun: Kapsama, içine alma, içerme
Şumul: İçine alma, kaplama, kapsama
Alegorik: Sembolik
Argo: 1. isim Her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim 2. Serserilerin, külhanbeylerinin kullandığı söz veya deyim
Nüsha: 1. isim Birbirinin tıpkısı olan yazılı şeylerin her biri 2. Gazete, dergi vb.nde sayı 3. sıfat Benzer, aynı, kopya
Edebiyat hiçbir maddi malzemeye dayanmayan zihni bir sanattır. Duygu ve düşünceleri yorumlara bağlı olarak ifade eden alegorik bir anlatıma sahip olan bir güzel sanattır.Diğer sanatlar gücünü farklı malzemeden alırken edebiyat gücünü dilden almaktadır. Ayrıca hiçbir aracıya bağlı olmaksızın direk alıcısına ulaşan bir sanattır.
Bütün kelime, terim, tabir, argo, özel meslek dilleri gibi sözlük çerçevesindeki zenginleşmenin dışında mecazlarla ve sanatkârların şahsî tasarruflarıyla âdeta sınırsız bir büyüme gösteren dil bu gelişmesini hâlâ devam ettirmektedir. Ancak günlük konuşmada ve diğer alanlarda kullanılan dille edebî dil birbirinden oldukça farklıdır. Günlük dil en yalın ve doğrudan bir anlatımı gerektirirken edebî dil mecazi ve sembolik bir tecrit istikametinde gelişir. Bu husus günlük hayatta mecazların, edebî eserde de yalın ifadenin kullanılmayacağı mânasına gelmez. Yalnız kelimelerin sözlük anlamları edebî metinde birtakım sapmalara uğrar. Yazarın edebî bir eser meydana getirme gayesi ve gayretiyle dile tasarruf etmesi bir ölçü olabilir. Ancak böyle bir gayret olmaksızın hazırlanmış bir siyasî nutkun veya bir mektubun zamanla edebî bir değer kazanması bu ölçünün de yeterli olmadığını göstermektedir. Halk dilinde “edebiyat yapmak” deyimiyle sözlük dilinin edebiyattaki sapması yani üslûp haline gelmesi, biraz da sanat ve edebiyat zevki teşekkül etmiş kişilerin sezgi ve tecrübelerini ilgilendirmektedir.
Yukarıdaki ifadeden yola çıkarak dil edebiyatın malzemesidir ama tarih boyunca sürekli gelişim gösterip farklılaşmıştır. Bu dil kimi elinde farklı anlamlara bürünmüştür.
Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan. Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!.. Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu… Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice yerlerdendir. Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya. Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor, Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor. Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı. En güzel mâbedi olsun diye en son dînin Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin. Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi; Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle, Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle. Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne, Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları.. Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı. Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum; Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi; Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi! Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin! Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin? Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli; Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o, Görünür halka bu günlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde. Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri, Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri. Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine. Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı? Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı? Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa, Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa; Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan, Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan. Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher! Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer, Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını, Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını. Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor: Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan.. Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an; Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı? Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!.. Adalar`dan mı? Tunus`dan m, Cezayir`den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor; O mübârek gemiler hangi seherden geliyor? Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine. Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı. Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Süleymaniye’de Bayram Sabahı okuduğumuzda yazarın birçok bilimden faydalandığını görüyoruz.