Bir gerçeği açıklamak, bir konuda görüş ve düşünceler öne sürmek ya da bir tezi savunmak, desteklemek için yazılan yazılara makale denir.
Makaleler; gazete makaleleri ve dergi makaleleri olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir.
Gazete makaleleri; konusunu sosyal, siyasi ve toplumsal sorunlar gibi günlük olaylardan alır.
Gazete makalelerini konu hakkında bilgisi olan herkes yazabilir.
Sade akıcı, samimi bir dil kullanıldığı için fıkra türüne yakındır.
Dergi makalelerinin konusu akademik konulardır. Uzmanlık gerektirir.
Gazetelerin çoğunlukla ilk sayfasında yer alan ve o gazetenin genel fikrini temsil eden yazılara başmakale, bu yazıyı yazan kişiye de başyazar denir.
Amaç bilgi ve fikirleri başkalarına açıklamak olduğu için ağırbaşlı, ciddi, kolay anlaşılır, yalın, pürüzsüz bir dil kullanılır.
Öne sürülen düşünce ve tez nesnel bir nitelikle ele alınıp birtakım bilgi, belge ve araştırma verilerinden yararlanılarak kanıtlanır.
Söz oyunlarına başvurulmaz, süslü anlatımdan uzak durulur. Düşünceler doğrudan aktarılır.
Her türlü konuda makale yazılabilir.
Öğretici fikir yazısı olduğu için daha çok açıklayıcı anlatım biçimi kullanılır.
Gazete ve dergilerde yayımlanır.
Batıda çok eski örnekleri bulunan bu tür bizde ilk örneklerini Tanzimat Dönemi’nde vermiştir.
İbrahim Şinasi‘nin yazdığı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi edebiyatımızdaki ilk makaledir. Bu tür bizde ancak Cumhuriyet Dönemi‘nde çağdaş bir kimlik kazanmıştır.
Makale, konuyu derinlemesine inceler; sohbet, konuyu yüzeysel inceler.
Makalelerde işlenen fikir savunularak ispatlanır. Sohbetlerde ise ispat gayesi yoktur.
Makalelerde daha ciddi ve sağlam ilim dili kullanıldığı halde, sohbetlerde samimi bir konuşma dili kullanılır.
]]>Edebiyatımızdaki başlıca makale yazarları şunlardır: Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Hüseyin Cahit Yalçın, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Süleyman Nazif, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar…
Makale, edebiyatımıza Tanzimat Döneminde gazeteyle birlikte girmiştir Makale türünün doğması ve yaygınlaşması gazete sayesinde olmuştur.
Türk edebiyatındaki ilk makale, Şinasi’nin “Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi”dir. Bu makalede Şinasi; gazetenin önemini, yazı dilinin yeninden düzenlenmesi gerektiğini ve halkın anlayabileceği bir düzeyde olması gerektiğini vurgulamıştır.
Daha sonra Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem ve diğer Tanzimat sanatçıları da sanat ve edebiyatla ilgili çeşitli makaleler yazmışlardır.
Namık Kemal, 1876’daTasvir-i Efkâr da yayımladığı “Lisan-ı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şâmildir” adlı makalesinde edebiyatın gerçek sorunlarını ilk kez dile getirmiştir. Namık Kemal bu makalede; yazı dilinin anlaşılır olması gerektiği, konuşma diline yaklaştırılması gerektiği, divan edebiyatının somut gerçekleri yansıtmadığı gibi konular üzerinde durmuştur.
Ziya Paşa, 1868’de “Hürriyet” gazetesinde yayımlanan “Şiir ve İnşa” adlı makalesinde; ulusal değerlerimizi yansıtan halk edebiyatının örnek alınması gerektiğini dile getirir ve yapıtların, halkın anlayabileceği bir dille ortaya konması gerektiğini vurgular.
]]>Bilim, sanat, kültür, fen konularıyla siyasal, ekonomik ve toplumsal konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete veya dergi yazısına makale denir.
Makale, herhangi bir konuda bir düşünceyi, bilgiyi savunmak ve kanıtlamak amacıyla yazılır. Sanat, kültür, spor, tarih, bilim, felsefe, siyaset, din gibi konularda yazılabilir. Üzerinde durulan konu bilimsel bir yaklaşımla derinlemesine incelenir. Nesnel anlatım ağırlıkta olduğu için kişisel yargılardan uzak durulur. Bilgi ve düşünceleri başkalarına aktarmak amaçlandığı için ağırbaşlı, kolay anlaşılır, yalın, pürüzsüz ve sağlam bir dil kullanılır. Makalede amaç, bir konuda bilgi vermek, bir düşünce ya da konuya açıklık getirmek, yeni bir görüşü kanıtlarıyla
birlikte ileri sürmektir. Öne sürülen düşünceyi kanıtlamak için bilimsel belgelerden, anket sonuçlarından, istatistik verilerinden vb. yararlanılır. Bunun için sağlam, güçlü kanıtlar gösterilmesi gerekir.
Öğretici, bilgilendirici bir düşünce yazısı olduğu için makalede daha çok açıklayıcı, örneklendirici, tanık gösterici anlatım türlerinden yararlanılır. Temeli düşünceye dayanan makale daha çok, gazete ve dergilerde yayınlanır. Hatta makale, edebiyatımıza gazeteyle girmiş bir türdür. Şinasi‘nin yazdığı “Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi” edebiyatımızdaki ilk makaledir.
Makale Türleri
a. Gazete makaleleri: Sosyal, siyasi ve toplumsal sorunlar gibi günlük olaylarla ilgili olduğu için bu tür makalelerde uzmanlık aranmaz. Konu ile ilgili bilgisi olan herkes yazabilir. Sade, akıcı, samimi bir dil kullanılır.
b. Dergi makaleleri: Bu tür makalelerin konusunu akademik konular oluşturur. Bu tür makaleleri yazmak için o konuda uzman olmak gerekir. Bu makalelerde daha bilimsel ve terimlerle yüklü bir anlatım görülür.
]]>Tanımı: Bir konuda bilgi verirken veya bir gerçeği savunurken, türlü kanıtlardan faydalanan, bunları bilimsel biçimde inceleyen gazete ve dergi yazılarına makale denir.
Gazetenin ilk sayfasının ilk sütununda çıkan makaleye başmakale; yazarına da başyazar adı verilir.
Başmakalede, gazetenin tutumuna uygun fikirlerle günlük genel olaylar yer alır.
Özellikleri:
Makale yazarı;
Kendi alanında geniş ve köklü bilgiye sahip olmalı,
Sorunlara tarafsız bir gözle bakmalı,
Dili iyi kullanmalı,
Türk edebiyatında ilk makaleyi, İbrahim Şinasî ilk sayısı 22 Ekim 1860’ta çıkan Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayımlamıştır.
Küresel Çevre Kirlenmesi
Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız, nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit altında olduğunu vurguluyorlar.
Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne zaman anlayacak?
Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı. Barajları, setleri ve köprüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce Trabzon’da yaklaşık üç saat süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu, ocakları söndürdü…
Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin’in birçok bölgesinde barajlar yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika’nın Chiapas eyaletinin Valdivia köyünü yok etti. Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240 milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yazın selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zornuda kaldı. Bu durum, insana, Çinlilerin “Su ile şaka olmaz” özdeyişini hatırlatıyor.
Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus’ta 30 metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı uyarı ağları da para etmiyor.
Hatırlanacağı gibu bu dev dalgalar, 1993’te Endonezya’da bir adanın tamamını kapladı ve 2 bin kişinin yaşamını yitirmesine yol açtı. Yine Gine’de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı.
Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyonus’ta idi. Ama yer kabuğu, dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti. Örneğin haziran başında başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı. Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bu günden tahmin etmenin olanaksızlığını gösteriyor.
Ozondaki delinme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin göremiyoruz? Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır.
Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir. Üç binlinli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak rüzgârgüneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız.
Doğanın intikamının daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor. Ölümcül etkileri yıllardır sürmekte olan ‘Çernobil’ olayından kim sorumlu? Bugün ‘Çernobil’den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya’nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır. Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.
İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş girişimlerinin etkinliği attırılmalıdır. Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın bedelini henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz.
Doğa ananın yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetlerini ciddiye almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla yoksun olmamalıyız.
(Şaban Ali Yaşaroğlu, Cumhuriyet, 3 Ekim 1998)
]]>