Sultan hanım oğlanı öyle sevmiş, öyle beğenmiş ki “Pekâlâ, razıyım” demiş.
Padişahın adamları almışlar oğlanı, meydana yatırıp kırk sopayı vurmuşlar. Ondan sonra kırk gün kırk gece düğün olmuş, yer yerinden oynamış. Sultan hanımla delikanlı evlenmişler.
Düğün dernek bitince oğlan:
“Eh, hadi kalk bakalım Sultanım, gideceğiz.” demiş…
Bunlar hazırlıklarını yapmışlar, evdekilerle vedalaşmışlar. “Allahaısmarladık…” deyip çıkmışlar yola… (Kızın da korkmayışına bak. Kimin nesi olduğunu bilmediği adama vardı, yerini yurdunu bırakıp gidiyor…)
Gitmişler, gitmişler, az gitmişler, uz gitmişler… Derken yolda oğlan bir kırık tarak buluyor, alıp cebine koyuyor. Kız soruyor:
“Ne yapacaksın onu?”
“Yarın hamama gidecek olursan saçını neyle tarayacaksın. Taraktır, lazım olur…”
Az daha gidiyorlar, bir yarım peştemal buluyorlar.
“Şunu da alalım, diyor oğlan; hamama gittiğinde lazım olur.”
Onu da alıp torbasına koyuyor. Sonra da diyor ki:
“Ben Yemen Padişahı’nın kaz çobanıyım. Bir ufak kulübemiz var. Oraya gidiyoruz.”
Kız bütün bu işlere şaşırıyor ama ne desin?
Neyse, günün birinde Yemen’e varıyorlar. Doğru kızı götürüyor oğlan bir ufacık kulübeye, tenekeden bir kulübeye…
“İşte burası bizim evimiz.” diyor. Kız da “pekâlâ” deyip yerleşiyor oraya.
Her sabah oğlan, üstü başı tam çoban kıyafetinde, çıkarmış… Bir yerde gizlice soyunup kendi şehzade elbiselerini giyinirmiş.
Akşama kadar gezer tozar, eğlenirmiş. Akşam olunca gene çoban kıyafetine girip bir kuru ekmekle eve gelirmiş.
Karısına:
“İşte bugünkü kısmetin, dermiş.. Ben orda karnımı doyurdum, sen ye bunu.”
İşte böyle birkaç ay geçiyor… Bu eziyetleri çektiriyor şehzade, kıza… Bir gün anasına babasına gelip diyor ki:
“Düğün hazırlıkları yapın, ben evleneceğim.”
“Oğlum kimi alacaksın, kimin kızı?” diye ne kadar soruyorlarsa da o:
“Siz karışmayın, düğüne hazırlanın.” dermiş.
Başlıyorlar artık düğün hazırlıklarına. Bir gün pirinç ayıklanacakmış. Delikanlı kıza gelip diyor ki:
“Şehzadenin düğünü olacak. Yarın pirinç ayıklanacakmış. Sen de git ama gelirken şöyle bir çorbalık çal. Sıcacık bir çorba pişirirsin.”
Ertesi gün kızcağız gidiyor saraya. Şöyle bir köşeye süklüm püklüm oturuyor.
“Kız, sen kimsin?” diyorlar.