Warning: Use of undefined constant ‘WP_MEMORY_LIMIT’ - assumed '‘WP_MEMORY_LIMIT’' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/dersimi3/public_html/wp-config.php on line 100

Warning: Use of undefined constant ’64m’ - assumed '’64m’' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/dersimi3/public_html/wp-config.php on line 100

Warning: Cannot modify header information - headers already sent by (output started at /home/dersimi3/public_html/wp-config.php:100) in /home/dersimi3/public_html/wp-includes/feed-rss2.php on line 8
hikaye – Dersimiz Edebiyat https://dersimizedebiyat.org Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Kaynak Sitesi. Online Sınavlar Çıkmış Sorular Sınıf Konuları Tue, 06 Apr 2021 19:11:28 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.7.4 https://dersimizedebiyat.org/wp-content/uploads/2018/11/cropped-icon-32x32.png hikaye – Dersimiz Edebiyat https://dersimizedebiyat.org 32 32 Hikaye,Hikayede Yapı,Hikaye Çeşitleri… https://dersimizedebiyat.org/hikayehikayede-yapihikaye-cesitleri.html Fri, 28 Feb 2014 17:56:49 +0000 http://edebiyatogretmeniyiz.com/?p=5304 HİKAYE

                Yaşanmış veya yaşanabilir bir olayı,belli kurallara bağlı olarak anlatan kısa yazılara hikaye(öykü) denir.

ikaye, ilk olarak İlk Çağ Anadolu’sunda masala ve tarihi eserlere girmiştir. Hoşa giden , eğlendirici anlatım olarak gelişen hikayeye ,bu anlamıyla Homeros destanlarının ve Heredot tarihinin anlatımlarında rastlanır.Orta Çağ ’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” yla sağlam bir hikaye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapça’dan yapılan çevrilerle Avrupa’ya yayıl-mıştır. Ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan hikayeleri ,masal,efsane,rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.Hikayede kişiler hayatlarının sadece bir yönüyle ele alınırlar. Olay veya kişilere  ait ayrıntıya girilmez. Hikayede kişi ve olay sayısı azdır. Kimi zaman olaya gerek duyulmaz. Hayatın bir kesiti alınır. Bir “an” ın hikayesi oluşturulur, “insan gerçeği” bir iki yanıyla ele alınır. 

Hikaye türünün ilk büyük başarısını XIII. Yüzyılda İtalyan edebiyatında görüyoruz. Bu yüzyılda yazılan hikayelerin büyük çoğunluğu nüktelidir;Ancak serüven hikayeleri de az değildir.

 

Hikayeye bugünkü anlamda ilk edebi kimliği kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. Sanatçı , rönesans hikayecilerini de etkilemiştir. Rönesans’tan sonra hızla gelişen hikaye XIX. Yüzyılda edebiyatın en yaygın türlerinden biri olmuştur.

 

Aynı yüzyılda, Tanzimat’ın ilanını takiben batının etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikayeden önce Türk edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikaye geleneği vardır.

Bir kısmı günümüzde de yaşayan halk hikayeleri , meddah hikayeleri , halk masalları bu geleneğin tanıklarıdır. XIV. ve XV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Dede Korkut Hikayeleri ,çağdaş hikaye tekniğine yakın kurgusu ve planıyla Türk edebiyatının batıdan geri-de olmadığını gösteren eserlerdir.

Hikaye kelimesi ilk olarak Tanzimat’ta “roman” karşılığında kullanıldı. Bugünkü anlamda hikayelere ise “küçük hikaye” denildi.

Haldun Taner; “Öyküyü romanın kısası, romanı öykünün uzunu sanmak bence  yanlıştır ;”öykü”nün , “roman”ın ayrı özellikleri vardır. Tekniği başka , işleyişi başka ,üslubu başka iklimi başka….” diyor.

Hikaye hayatın bütünü içinde fakat, bir bölümü üzerine konulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay , gelişim evreleriyle; kişi,zaman,çevre bağlantısı içinde ,hikaye boyunca irdelenir. Yazar bir plana bağlı kalır. Bu tür hikayelere klasik vak’a (olay) hikayeleri diyoruz. Bu teknik, Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından yaygınlaştırıldığı için ; klasik vak’a  hikayelerine  “Maupassant  tarzı  hikaye “ de denir. Bu  tarzın  bizdeki  temsilcileri Ömer Seyfettin , Refik Halit Karay ,Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarlardır.

Kimin zamansa büyütecin altında incelenen olay değil hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu tarz hikayenin dünya edebiyatındaki temsilcisi ise Anton Çehov’dur. Çehov tarzı hikayede başarılı yazarlarımız arasında Sait Faik Abasıyanık , Memduh Şevket Esendal vardır.

Hikayede Olay,Plan ve Konu:

Vak’a(olay)  hikayelerinde olay önemlidir. Hikaye boyunca olay çeşitli yönleriyle irdelenir. Ayrıca olayın başlaması , gelişmesi ve belirli bir sonuca ulaşması gerekir. Sonuç ,okuyucuyu şaşırtmaz; olayın gelişim aşamasında yer yer  merak öğelerine yer verilir ; düğümler oluşur; arkasından çözümler gelir.

Hikayede Olay 

Üzerinde söz söylenen  , fikir yürütülen olay veya durumudur. Hikayelerde yaşanmış veya yaşanabilir olaylar ele alınır.

   Hikayede Plan 

Hikayede plan hikaye çeşidine göre değişmektedir. Bu tür bir olay hikayesinde serim(giriş) , düğüm(gelişme) , çözüm(sonuç) bölümü vardır.

Serim:Bölümünde olay , kişi ve kişiler genel anlamda tanıtılır. Zamana ve mekana bağlı özellikler olay ve kişilere bağlı olarak verilir.

Düğüm: Yazar , hikayede , olayın akışı içinde kişiler , zaman, yer öğelerine yönelik bilinmezler düğümünü oluşturur. Hikayelerin hacim olarak geniş ve kapsamlı olmaması , düğüm sayısının da sınırlı olmasını sağlar , Merak öğesi olayı sürükler.

Çözüm:Olay hikayelerinde merak öğeleri , ana düğüm , genellikle beklenmedik biçimde çözülür. Hikayedeki ana olay okuyucuyu etkileyecek bir sonuca ulaşır. Klasik olay hikayelerinde ulaşılan bu sonuç sürpriz olmaz.

Çözüm bölümü hikayede herşeyin bittiği anlamında da değildir. Bir çok hikayede, hikayenin başlangıcı ve sonucu okuyucu tarafından tamamlanır.

Belli bir olay üzerine kurulmayan , anlatımın ön planda olduğu , hayatın bir kesitinin anlatıldığı hikayelere durum hikayesi denir. Kurucusu Anton Çehov’ dur. Yazarın bir plan yapma zorunluluğu yoktur. Durum hikayelerinde serim , düğüm , çözüm düzeni , olay hikayelerinden farklıdır. Olay hikayelerinde önemli ve öncelikli olan merak öğesi , durum hikayelerinde kişisel ve sosyal yorumlardan , duygu ve hayallerden sonra gelir.

Durum hikayelerinde belli bir düşünce güdülmez. Yazar kendi kişiliğini saklar.

Durum hikayelerinde hikaye kahramanları tam olarak tanıtılmaz . Kişilerin yaşam koşulları , zaman ve mekana bağlı olarak , doğal anlatım içinde okuyucuya sezdirilir.

Çevre ve insana ait ayrıntılar dikkatle ve tüm canlılığıyla verildiği halde; düğümlerin çözümü belli bir sonuca ulaşmaz. Olayların ve durumların akışı , okuyucunun hayal gücüne bırakılır. Durum hikayelerinde çoğu zaman olay hikayenin bittiği yerde başlar.

Hikayede Zaman

Zaman , hikayenin temel öğelerinden biridir. Klasik olay hikayelerinde anlatılan olay ya da olaylar , zamana bağlanır. Olay belli bir zaman dilimi içinde başlar ,gelişir ve biter.

Hikayenin konusuna ve yapısına göre zaman uzar veya kısalır. Ancak , hikayede yılları alan bir zaman söz konusu değildir.

Durum hikayelerinde akan zamana yer verilmez . Belli zaman içinde gelişen olay ve olaylar zinciri olmadığı gibi , olaya bağlı değişen bir zaman da yoktur. 

Mekan  

Klasik olay hikayelerinde olayın geçtiği yere mekan denir. Yazar olayın gelişimi içinde , fazla detaya inmeden , olayın geçtiği mekanı da anlatır.

Durum hikayelerinde mekan anlatılmaz, sezdirilir. Mekana ilişkin verilen ayrıntılar hikaye konusuyla bağlantılıdır.

Hikayede Kişi , Kişiler

Hikayede birinci,ikinci ve üçüncü kişi  gibi sınıflandırma yapılır. Birinci kişi baş kahramandır , diğerleri ise yardımcı elemanlardır.

Olay hikayelerinde; hikaye kişileri az da olsa fiziki ve ruhi özellikleriyle tasvir edildikleri halde ; durum hikayelerinde , kişiler tanıtılmaz , olayla ilgili yönleri öne çıkarılır.

Hikayede Dil ve İfade Çeşitleri 

Hikaye kişileri,günlük konuşma dilinin tüm canlılığı ile karşılıklı konuşmaktadırlar. Hikaye dilinde cümleler genellikle kısadır. Anlatım , günlük söyleyişte görülen deyim ve sözcüklerle zenginleştirilmiştir.

İfade Çeşitleri

Olay ve durum hikayelerinde anlatılanlar ya yazar tarafından ya da hikaye kişisi tarafından dile getirilir. Hangi durumda olursa olsun , hikayeye, anlatıcının bakışı hakimdir. Olay ve durum , anlatıcı tarafından yönlendirilir. Anlatıcı , hikaye kahramanı veya kahramanları adına düşünür. Hareketleri ve durumları anlatıcı yorumlar.

Görüldüğü gibi hikayede iki türlü anlatım biçimi vardır. Hikaye kahramanı tarafından anlatılanlar hikayelerde “birinci kişili” anlatım; yazarın ağzından anlatılanlar ise hikayelerde ““üçüncü kişili ”  anlatımdır. Bazı hikayelerde bu iki anlatım biçimi birlikte kullanılır.         Hikaye dilinin zenginliği , yazarın dile hakimiyetiyle ilgilidir. Hikaye dili, yazardan yazara, ayrıca hikaye türüne ve konusuna göre değişir.

Durum hikayelerinde ise günlük dilin kullanılır.

MODERN HİKAYE 

Yazarın , insanların her gün gördükleri fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayal ve bir takım olağanüstülüklerle anlattığı hikaye biçimine Modern Hikaye denir.

Hikayede bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa batıda görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner ,hikayelerinde genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri ,sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla irdeler. Yazar sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer alay katarak , olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.

 UYARI

  • Türk Edebiyatında ilk hikayeler, Samipaşazade Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
  • Batılı anlamda hikayenin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
  • Modern hikayenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise Haldun Taner’dir.

 

]]>
Edebi Türler (Düz Yazı – Şiir Türleri) https://dersimizedebiyat.org/edebi-turler-duz-yazi-siir-turleri.html Wed, 26 Feb 2014 01:23:43 +0000 http://edebiyatogretmeniyiz.com/?p=5259 EDEBİ TÜRLER

Tür, edebiyat eserlerinin biçimlerine, konularına ve teknik özelliklerine göre ayrılmasıdır. Bunlar iki ana grupta incelenir: Yazı Türleri ve Şiir Türleri. 

YAZI TÜRLERİ

Yazı türleri, cümleler halinde ortaya konan, sözlerin belli kalıplar içine (ölçü, kafiye, nazım şekli) sıkıştırılmadığı anlatım türleridir. Bunların en önemlileri şunlardır:

ROMAN

Olmuş ya da olabilecek olayların anlatıldığı uzun yazılardır.

Roman belli bir olay etrafında gelişir ve olaylar ayrıntılarıyla anlatılır. Çoğu zaman şahıs kadrosu geniştir. Kişiler ayrıntılı olarak tanıtılır. Çevrenin tanıtımına özen gösterilir.

Temsil ettiği akıma göre romantik roman, realist roman, naturalist roman; konusuna göre aşk romanı, toplumsal roman, polisiye roman, macera romanı gibi isimler alır.

Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra görülür. İlk örneği Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı romanıdır. Batı romanı ölçüsünde en başarılı romanları ise Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Namık Kemal, Mehmet Rauf, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Peyami Safa diğer ünlü romancılarımızdır.

 

HİKAYE

Anlatımı bakımından romana benzeyen, ancak romandan daha kısa bir yazı türüdür.

Hikayede olaylar genellikle yüzeyseldir. Kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır. Genellikle kişilerin tek yönü üzerinde (çalışkanlık, titizlik, korkaklık v.s) durulur. Bu da romanla aynı dönemlerde oluşmaya başlamış ve özellikle Realizm döneminde önemli bir tür haline gelmiştir.

Türk edebiyatında yine Tanzimat’la görülmeye başlanan hikaye türünde Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket, Sait Faik önemli eserler vermişlerdir.

 

MASAL

Halk dilinde anlatılarak oluşan sözlü edebiyat ürünüdür. Bir yazar tarafından sonradan yazıya geçirilir.

Masallarda olaylar tamamen hayal ürünüdür. Yer ve zaman belli değildir. Kahramanlar insan üstü nitelikler gösterir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları ünlüdür. Türk edebiyatında Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır. Eflatun Cem Güney masallarımızı derlemiş ve bir kitap halinde yayımlamıştır.

 

DENEME

Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı yazı türüdür.

Deneme yazarı görüşlerini aktarırken samimi bir dil kullanır. Kendi içiyle konuşuyormuş gibi bir hava içindedir.

Deneme her konuda yazılabilir. Ancak daha çok tercih edilen konu her devrin, her ulusun insanını ilgilendiren, kalıcı, evrensel konulardır.

Ele alınan konu çoğu zaman derinleştirilerek anlatılır.

Denemenin ilk örneklerini Fransız yazar Montaigne vermiştir. Daha sonra İngiliz yazar Bacon türü geliştirmiştir.

Edebiyatımızda Cumhuriyet’ten sonra görülmeye başlanan bu türde Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Sebahattin Eyüboğlu, Ahmet Haşim güzel örnekler vermişlerdir.

 

FIKRA

Yazarın gündelik olayları özel bir görüşle, güzel bir üslupla, hiç kanıtlama gereği duymadan yazdığı kısa günübirlik yazılardır. Bu tür yazıları nükteli hikayecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla karıştırmayalım.

Fıkra, bir gazete yazı türüdür. Gazetenin belli bir köşesinde genel bir başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir sonuca varılır. Daha çok alaylı bir dille, bazen eleştiri bazen sohbet tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir hava hakimdir yazılarda.

Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınır. Daha sonra Ahmet Haşim, Refik Halit, Peyami Safa sayılabilir.

 

MAKALE

Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, belli kanıtlar, belgeler, inandırıcı veriler kullanarak kanıtlamaya çalıştığı ve böylece okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı yazı türüdür. Makalede temel unsur düşüncedir.

Makale, gazete ile birlikte ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür. Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla görülür. İlk makale de aynı gazetede Şinasi tarafından yazılmıştır.

Makalede amaç bilgi aktarmak ya da görüşlerine okuyucuyu inandırmak olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil kullanılır. Seçilen konuya göre uzun da olabilir kısa da.

Makale her konuda yazılabilir. Bu konu günlük olabileceği gibi, felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama edebi makale elbette sanatla ilgili olanıdır.

Edebiyatımızda Tanzimat döneminden beri görülen makale türünde Namık Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç isimdir.

 

ELEŞTİRİ

Bir sanatçının, bir sanat eserinin iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak onun gerçek değerini belirleyen yazılardır. Eleştiri yazarı – yani eleştirmen – eser hakkında okuyucuyu bilgilendirir; hem eserin yazarına hem okura yol gösterir.

İki tür eleştiri vardır: İzleminsel eleştiri ve Nesnel eleştiri.

İzlenimsel eleştiri, Anatole France’in ilkelerini belirlediği ve eleştirmenin bir eseri kendi zevk ölçülerini göz önüne alarak incelediği eleştiri türüdür. Bu tür eleştirilerde öznel yargılar çok olacağından günümüzde bu tür pek rağbet görmez.

Nesnel eleştiride ise her eserin değerlendirilmesinde kullanılabilecek belli ölçütler vardır. Eleştirmen mümkün olduğunca kişisel yargılarda bulunmaktan kaçınır. Bilimsel araştırmalardan yararlanarak, eseri ister beğensin ister beğenmesin, tarafsız bir gözle onun değerini ortaya koyar.

Avrupa’da Boielau, Saint Beuve, Taine, France eleştirileriyle tanınır.

Edebiyatımızda Hüseyin Cahit, Cenap Şehabettin, Ali Canip, Yakup Kadri, Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, eleştiri alanında yazılar yazan ünlü birkaç isimdir.

 

GEZİ YAZISI

Gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılardır. Kişi gezi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada tutmak güç olacağından gezi esnasında not alınır ve gezi yazılarında bunlar hikaye edilir.

Gezi yazısında yazar daima gezdiği yerleri anlatmalı, uydurma, yanlış bilgiler vermemelidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla birlikte gezer gibi olur.

Eski edebiyatımızda gezi yazısına “seyahatname” denirdi. Bu alanda Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi” ünlüdür.

Ancak asıl gezi yazarları Avrupa’ya açılma döneminde görülmeye başlanmış, gidilen Avrupa şehirleriyle ilgili yazılar yazılmıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa bunların başında gelir.

Gezi yazılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da bir Cevelan; Cenap Şehabettin, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları; Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi; Reşat Nuri, Anadolu Notları; Falih Rıfkı, Denizaşırı, Zeytindağı, Taymis kıyıları bunlardan bazılarıdır.

 

ANI

Bir yazarın kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları sanat değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılardır. Yazarın kendini okura açtığı bir tür olduğundan içtendir ve bu yönüyle çok tutulur.

Anılar belli bir dönemin yorumlandığı yazılar olduğundan tarihi bir belge özelliği de gösterir. Ancak bu, bilimsel olamaz; çünkü yazarın olaylara kişisel bakışı söz konusudur.

Üslup yönüyle gezi yazısına benzerse de, yazarın dış dünyadan çok kendinden söz etmesi anıyı belli eder. Zaten eski edebiyatımızda anı, gezi yazısı hatta tarih iç içedir.

Özellikle Tanzimat’la başlayan anı türündeki yazılar Cumhuriyet döneminde önemli bir tür olmuştur. Anılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Namık Kemal, Magosa Mektupları; Ziya Paşa, Defter-i Amal; Ahmet Rasim, Şehir Mektupları; Halit Ziya, Kırk Yıl, Saray ve Ötesi; Hüseyin Cahit, Edebi Hatıralar; Falih Rıfkı, Çankaya adlı eserlerinde anılarını anlatmışlardır.

 

BİYOGRAFİ

Bir kişinin hayatının anlatıldığı yazılardır. Bunlarda amaç o kişiyi tüm yönleriyle (hayatı, eserleri, kişiliği, görüşleri vs.) tanıtmaktır.

Biyografi açık, sade bir dille, anlatılan kişinin devrini, çevresini dikkate alarak yazılır.

Divan edebiyatında şairleri anlatan bu tür eserlere “Tezkire” denirdi. Türk edebiyatında bunun ilk örneğini Ali Şir Nevai vermiştir.

Yazar eğer kendi hayatını anlatmışsa yazıya otobiyografi denir. Çoğu zaman bunlarda sanatçı kendiyle beraber aile büyüklerinden çevreden, aile içi durumlarından da söz eder.

Otobiyografiler üslup yönüyle anıya benzer; ancak anı otobiyografi içinde bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografi daha uzun bir dönemi içine alır.

 

MEKTUP

Genel anlamda kişinin bir haberi, olayı, arzuyu bir başkasına anlattığı yazılardır. Özel mektup, iş mektubu, edebi mektup türleri vardır. Bunlar içinde bizi edebi mektup ilgilendiriyor.

Bu tür mektuplar açık olarak bir gazetede ya da dergide yayımlanır. Yazar birine hitaben herhangi bir konudaki görüşlerini, duygularını anlatır. Ancak asıl amacı bunları herkese duyurmaktır.

Mektup, Divan edebiyatında da kullanılmıştır. Fuzûli’nin “Şikayetname” adlı eseri bu türdendir. Tanzimat’tan sonra ise gazetelerde yayımlanan birçok açık mektup görülür.

Bazı yazarlar mektuplardan oluşan romanlar da yazmışlardır. Halide Edip’in “Handan” romanı bunlardan biridir.

 

SOHBET

Bir konunun fazla derinleştirilmeden, biriyle konuşuyormuş gibi anlatıldığı fikir yazılarıdır. Sohbet yazılarında herkesi ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.

Üslup olarak fıkraya benzerse de gazete yazı türü olmaması, az sözle çok şey anlatmayı amaçlamaması, dışa dönük olması onu fıkradan ayırır.

Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Şevket Rado sohbet türüne özel bir önem vermişlerdir.

 

GÜNLÜK

Ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin, sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır bunlar.

Her gün yazıldığı için kısa olan bu yazılar, yazarının hayatından izler verdiğinden içten ve sevecendir.

Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu’nun günlükleri kitap halinde yayımlanmıştır.

 

ŞİİR TÜRLERİ

Her şiirin belli bir konusu, üslubu vardır. Kimi aşk, ayrılık konusunu işler, kimi okura bir bilgiyi özlü bir şekilde verir. Kimi birini eleştirir vs. İşte şiirlerin bunlara göre sınıflandırılması şiir türlerini ortaya koyar. Bunlar Yunanca’daki adlarıyla adlandırılır: Lirik, Epik, Didaktik, Pastoral, Satirik, Dramatik. Tanzimat’tan sonra oluşan bu adlandırmadan önce Türk şiiri, nazım şekillerine göre sınıflandırılırdı: Gazel, Kaside, Şarkı, Koşma, Destan, Varsağı vs.

Şimdi şiir türlerini açıklayalım.

 

LİRİK ŞİİR

Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz adı olan “rebab” dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan edebiyatında gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer.

 

EPİK ŞİİR

Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik, konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır.

 

DİDAKTİK ŞİİR

Bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Bunlar okurun aklına seslenir. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgiler bu yolla verilir. Manzum hikayeler, fabller hep didaktik özellik gösterir.

 

PASTORAL ŞİİR

Doğa güzelliklerini , çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa eglog adını alır.

 

SATİRİK ŞİİR

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğrudur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.

 

DRAMATİK ŞİİR

Tiyatroda kullanılan bir şiir türüdür.Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün (19.yy) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanır.

Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç türe çıkmıştır.

Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde (Tanzimat) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi…

Şimdi bunları ayrı ayrı görelim.

 

TRAJEDİ

Seyircide korku ve acıma hislerini uyandırarak onu kötü duygularından arındırmayı amaçlayan tiyatro türüdür. Sıkı kuralları vardır. Özelliklerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz.

  1. Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden yani tanrılar arasındaki ilişkilerden seçer.
  2. Kahramanları tanrılar ya da soylu kimselerdir. İnsan müsveddesi sayılan sıradan insanlara yer verilmez.
  3. İşlenmiş, kusursuz bir üslubu vardır; kaba sayılan sözlere yer verilmez.
  4. Çirkin olaylar (cinayet, kavga vs.) seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez.
  5. Üç birlik kuralına uyar. Bu, yer, zaman ve olay birliğidir. Yani oyun hep aynı yerde aynı dekorla oynanmalı, olay bir günlük zaman dilimi içinde geçecek izlenimi vermeli, (Bu yüzden oyun olayın sonundan seçilir; önceki olaylar koro tarafından anlatılırdı.) aynı ana olay etrafında geçmelidir.

En ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan’da Aiskhylos, Eurupides, Sophokles; Klasik Fransız edebiyatında Corneille ve Racine’dir.

 

KOMEDİ

İnsanları güldürerek eğitmeyi amaçlayan tiyatro türüdür. Her gülünç şeyin altında ders alınacak acı bir gerçeğin olduğuna inanılır. Özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.

  1. Konusunu günlük hayattan, sosyal olaylardan seçer.
  2. Kahramanları sıradan insanlar, eğitim görmemiş ya da sonradan görme kişilerdir.
  3. Üslupta kusursuzluk aranmaz, kaba sayılan hatta küfürlü sözlere yer verilir.
  4. Çirkin, kaba olaylar seyircinin gözü önünde işlenir.
  5. Üç birlik kuralına uyar.

İnsan karakterinin gülünç ve eksik yanlarını anlatanlara karakter komedyası, toplumun gülünçlüklerini anlatanlara töre komedyası, olayların merak uyandıracak şekilde işlendiği eserlere entrika komedyası adı verilir.

Komedi türü 17. yüzyıldan sonra düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır.

En ünlü komedi yazarları eski Yunan’da Aristophanes, Klasik Fransız edebiyatında Moliére’dir.

 

DRAM

19. yüzyılda trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla meydana getirilen tiyatro türüdür. Özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.

  1. Konusunu günlük hayattan ya da tarihin herhangi bir devrinden seçebilir.
  2. Hem acıklı hem komik olaylar aynı oyunda iç içe bulunur.
  3. Kahramanlar hem soylulardan hem sıradan insanlar arasından seçilir.
  4. Üç birlik kuralına uymak zorunda değildir.
  5. Her tür olay seyircinin karşısında gerçekleştirilebilir.
  6. Şiir, düzyazı karışık halde bulunur.

En ünlü dram yazarları: İngiliz yazar Shakespeare dramın ilk ürünlerini vermiştir. Ancak bu türün özelliklerini Victor Hugo belirlemiştir. Schiller, Geothe diğer ünlü dram yazarlarıdır.

Türk edebiyatında batılı anlamda sahne tiyatrosu Tanzimat’tan sonra görülür. Bundan önce Halk arasında yüzyıllar boyu sürmüş seyirlik oyunlar vardı. Ortaoyunu, meddah, Karagöz ile Hacivat bunların başlıcalarıdır. Bunların özelliklerini ileride anlatacağız.

 

ŞİİR BİLGİSİ

Şiir, gerek içerik gerekse söyleyiş bakımından özgün, etkilemeye, duygulandırmaya yönelik bir söz sanatı ürünüdür. Şiirin söz dizimi düzyazının söz diziminden farklıdır. Bu dizim, dilin kurallarına göre olmaktan çok ahenge göre düzenlenir.

Şiir bir nazımdır; yani dizme, düzene koymadır. Bu dizmenin de belli öğeleri vardır. Bunlar ölçü, kafiye, redif, gibi her biri kendine göre bir düzen ifade eden öğelerdir. Bunları şu şekilde inceleyebiliriz.

 

ÖLÇÜ

Şiirde, hecelerin sayılarına ya da, heceyi oluşturan seslerin uzunluk kısalıklarına göre bir düzen oluşturulur. Bu düzene de ölçü denir. Edebiyatımızda iki tür ölçü kullanılmıştır: Hece ölçüsü ve Aruz ölçüsü.

 

HECE ÖLÇÜSÜ

Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Birinci dizede kaç hece varsa şiirin tüm dizelerinde de aynı sayıda hecenin kullanılması gerekir.

Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulduğu, dizenin bölümlere ayrıldığı görülür. Okunurken durulan bu yerlere durak denir. Çoğu zaman şiirin tamamındaki duraklar da aynı sayıda heceler halinde bölünür. Durak hiçbir zaman bir sözcüğün ortasına gelmez, her zaman sonuna gelir.

Hece ölçüsü Türk şiirinin en eski, ulusal ölçüsüdür. Bilinen en eski şiirlerden başlayıp hiç kesintiye uğramadan ve her çağda yeni güzellikler, zenginlikler kazanarak günümüze kadar gelmiştir.

En çok kullanılan hece kalıpları 7’li, 8’li ve 11’li ölçülerdir.

 

ARUZ ÖLÇÜSÜ

Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre , açık (ünlüyle bitmesi) ya da kapalı (ünsüzle bitmesi) oluşuna göre düzenlenmesidir.

Birinci dizedeki hecelerin özellikleri, ikinci dizedeki hecelerde de sırasıyla aynıdır.

Aruz ölçüsünün belli kalıpları vardır. Bu kalıplar kısa hecelerin nokta (.), uzun hecelerin çizgiyle (—) gösterilmesiyle düzenlenir.

Hecelerin özelliklerinin gösterildiği bu işaretlerin adlandırıldığı kalıplar vardır.

mef û lü me fâ î lü me fâ î lü fe û lün

Sorularda aruz vezninin yapısıyla ilgili herhangi bir soru sorulmuyor. Bu nedenle fazla ayrıntıya girmeyelim.

Aruz ölçüsü Türk edebiyatına, Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra Arap va Fars edebiyatlarından girmiştir. Bu ölçüyle yazılan elimizdeki en eski eser Kutadgu Bilig’dir.

Divan edebiyatında en güzel şekilde kullanılan aruz ölçüsü, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati topluluğundaki sanatçılar tarafından da kullanılmıştır.

Türk dilinin ses yapısı aruz ölçüsüne pek uygun değildir. Çünkü Türkçede aruzun temelini oluşturan uzun ünlü yoktur. Bu nedenle aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlamalar görülür. Bunlardan birkaçını açıklayalım.

 

İmale

Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.

 

Zihaf

İmalenin tersidir. Yani kalıba uydurmak için, Arapça, Farsça sözcüklerdeki uzun heceleri kısa saymaktır.

 

Ulama

Divan şiirinde en zok kullanılan ses unsurlarından biri de ulamadır. Ulama yapılan yerlerde ulanan sözcüklerdeki heceler, tek bir sözcükmüş gibi ayrılır. Elbette bu bir kusur sayılmaz.

 

KAFİYE (UYAK)

Şiirde dize sonlarında kullanılan aynı ya da benzer seslere kafiye denir. Benzer seslerin sayısına göre dört grupta incelenir.

 

Yarım Kafiye

Dize sonlarında tek ses benzeşiyorsa yarım kafiye oluşur.

Yandırdın gönlümü aldın keman kaş

Gösterdin zülfünü, eyledin bir hoş

dizelerinde, sonda bulunan “kaş” ve “hoş” sözcüklerinin sonundaki “ş” sesleri, yani tek ses benzeşiyor; öyleyse burada yarım kafiye vardır.

 

Tam Kafiye

Dize sonlarında iki ses benzeşiyorsa, tam kafiye kullanılmıştır.

Ürperme veren hayale sık sık

Her bir kapıdan giren karanlık

Çok belli ayak sesinden artık

dizelerinin sonunda kullanılan altı çizili “ık” sesleri, iki sesten oluştuğundan tam kafiye oluşturmuştur.

Bazen dize sonunda uzun okunan tek ünlü benzerliği olabilir. Arapça ve Farsça sözcüklerde görülen uzun ünlüler iki ses değeri taşır. Yani tam kafiye oluşturur.

Bir mısra işittim yine ey şah-ı dilarâ

Bir hoşça da bilmem ne demek istedi ammâ

dizelerinde altı çizili “â” sesi iki ses değeri taşıdığından beyitte tam kafiye kullanılmıştır.

Sakin koyu, şen cepheli kasrıyla Küçüksu

Ardında yatan semtinin ormanları kuytu

dizelerinde ise dize sonlarındaki “u” sesleri uzun olmadığından yani tek ses değeri taşıdığından dizelerde yarım kafiye vardır.

 

Zengin Kafiye

İkiden fazla ses benzerliğine dayanan kafiyedir.

Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık

Yalnız, arabacının dudağında bir ıslık

dizelerinde dize sonlarındaki “lık” sesleri ikiden fazla olduğundan, zengin kafiye oluşturmuştur.

Bazı dizelerde dizelerden birinin sonundaki sözcüğün tamamı diğerinin sonundaki sözcüğün sesleri arasında bulunabilir. Buna tunç kafiye denir. Tunç kafiye zengin kafiyenin bir çeşididir.

Ay geçer yıl geçer uzarsa ara

Giyin kara libas yaslan duvara

dizelerinde birinci dizenin sonundaki “ara” sözü, ikinci dizenin sonundaki “duvara” sözünün sesleri içindedir; yani tunç kafiye oluşturmuştur.

 

Cinaslı Kafiye

Yazılışları aynı, anlamları arasında hiçbir ilgi bulunmayan sözcüklerin dize sonlarında kullanılmasıyla oluşan kafiyedir.

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç

dizelerinde sonda bulunan “geç” sözcüklerinin sesleri aynıdır. Ancak birincisi “erken” sözünün karşıtı, diğeri ise “geçmek” fiilinin emir çekimidir. Dolayısıyla anlamları arasında hiçbir ilgi yoktur; cinaslı kafiye oluşturmuştur.

 

REDİF

Dize sonlarında aynı sözcüklerin ya da aynı ses ve görevdeki eklerin kullanılmasıyla oluşur. Bu, daima kafiyeden sonra gelir. Hatta bazen dize sonunda kafiye hiç bulunmaz, ses benzerliği redifle sağlanır.

Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar

Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

dizelerinde “yollar” sözü iki dizede de kullanılmış; dolayısıyla redif olmuştur. Ondan önceki “kıvrılan” ve “yılan” sözcüklerindeki “ılan” sesleri ortak olduğundan zengin kafiye oluşmuştur.

Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar

Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar

dizelerinde “yaslı yollar” sözcükleri aynı olduğundan rediftir “bağlayan” ve “ağlayan” sözcüklerinde ise “bağla-“, “ağla-” sözcüklerindeki “-an” ekleri sıfat-fiildir. Hem sesleri hem görevleri aynı olan bu ekler, “y” kaynaştırma harfleriyle beraber redif olur.

Bazen dize sonlarındaki eklerin sesleri aynı, görevleri farklı olabilir; bunlar redif sanılmamalıdır.

Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı

dizelerinin sonundaki “bucağı” ve “ocağı” sözcüklerindeki “ı” eklerinin görevleri farklıdır. Birincide iyelik eki olan bu ek diğerinde hal ekidir, dolayısıyla redif oluşturmamıştır, “cağı” sesleri zengin kafiye oluşturmuştur.

 

KAFİYE ÖRGÜSÜ

Dörtlüklerde birbiriyle kafiyeli dizeler değişik şekillerde dizilir. Bu dizilişe kafiye örgüsü denir. Üç grupta incelenir.

 

1. Çapraz Kafiye

Dörtlüğün birinciyle üçüncü, ikinciyle dördüncü dizelerinin kendi arasında kafiyeli olmasıdır. Aşağıdaki şiirin birbiriyle kafiyeli dizelerini aynı sembolle gösterirsek daha kolay anlaşılır:

Bağından her güzel bir gül seçerdiT.K.  Redif ____ a
Bundan mı sarardın, soldun, ey gönülT.K.     Redif ____ b
Kadınlar geçerdi, kızlar geçerdiT.K.  Redif ____ a
Bir zaman aşk için yoldun ey gönülT.K.    Redif ____ b

Görüldüğü gibi dörtlükte birinci dizeyle üçüncü dize, ikinci dizeyle dördüncü dize kafiyelidir. Bu, çapraz kafiye düzeni demektir.

 

2. Düz Kafiye

Dörtlüğün birinci dizesiyle ikinci, üçüncü dizesiyle dördüncü dizelerinin kendi arasında kafiyeli olmasıdır.

Nice günler bu şeametli ölümT.K. ____ a
Oldu çok kimseye bir gizli düğümT.K. ____ a
Nice günler bakarak dalgalaraT.K. Redif ____ b
Dediler: “Uğradı Leyla nazaraT.K. Redif ____ b

 

3. Sarma Kafiye

Dörtlüğün birinciyle dördüncü, ikinciyle üçüncü dizelerinin kafiyeli olmasıdır.

En son Bektaş Ağa çöktü diz üsT.K. ____ a
Titrek elleriyle gererken yayıT.K. Redif ____ b
Her yandan bir merak sardı alayıT.K. Redif ____ b
Ok uçtu, hedefin kalbine düşT.K. ____ a

Bu tür bir kafiyelenme Halk şiiri ve Divan şiirinde görülmez Halk şiirinde koşma tipi kafiye, mani tipi kafiye gibi kafiye örgüleri vardır. Divan şiirinde ise gazel, mesnevi, rübai tipi kafiyelenme görülür.

 

 

]]>
9.Sınıf Türk Edebiyat Olay Çevresinde Geşilen Edebi Metinler https://dersimizedebiyat.org/9-sinif-turk-edebiyat-olay-cevresinde-gesilen-edebi-metinlersule-yasar.html Thu, 30 Jan 2014 19:11:27 +0000 http://edebiyatogretmeniyiz.com/?p=10709 ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ

1. Olay çevresinde gelişir.

2. Yapı unsurları vardır(olay, kişi, zaman, yer).

3. Yazar eserini oluştururken ilahi, kahraman gözlemci bakış açısını kullanır.

4. Betimleme, öyküleme vb. anlatım türleri kullanılır.

5. Masal, destan, halk hikâyesi, anonim, sözlü gelenek ürünü, mesnevi, hikâye, roman türleri ise yazarı belli eserlerdir.

6. Kişileri başkahraman ve tali karakter ve tip olarak gruplandırılabilir.

7. Dilin şiirsel işlevi kullanılır. Metinler içinde dilin diğer işlevleri de vardır.

8. Giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır.

9. Metnin özelliğine göre üslubu da değişir.

FABLIN ÖZELLİKLERİ

1. İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen edebi türdür.

2. Öğretici niteliklidir.
3. Teşhis ve intak sanatları üzerine kurulmuştur.
4. Dünya edebiyatında ilk ve önemli fabllar Hint yazarı Beydeba’ya aittir. Beydeba’nın fablları Kelile ve Dimne adlı bir eserde toplanmıştır. Ezop ve La fontaine’nin fablları vardır.
5. Türkçedeki ilk örneği Şeyhi’nin Harname’sidir.
6. Fabllar manzum(şiir) veya nesir(düz yazı) biçiminde yazılabilirler.

7. Manzum ve sonra mensur olarak söylenip yazılmıştır.

8. Kulaktan kulağa yayılarak sözlü anlatım döneminin edebiyat ürünleri olarak insanlık tarihinde yerini almış ve basit, kolay, ahlak ilkelerini öğretme işlevini yüklenmişlerdir.

9. Dil şiirsel işlevde kullanılır

10. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

MASALIN ÖZELLİKLERİ

1. Tekerlemeyle başlar.

2. Olay kişi mekân, zaman olağanüstüdür. Yer ve zaman belirsizdir. Masallarda yer kavramı sembolik bir biçimde yer alır. Genellikle uzak mekânlarda geçer. Bahsedilen yer isimlerinin çoğu hayalidir. Ne zaman, hangi yerde bulundukları asla bilinmez.

3. Kişiler ya çok iyi ya da çok kötüdür.
4. a. Anonim, b. nesir, c. olaya ve anlatmaya dayalı, ç. sanatsal, d. dilin şiirsel işlevde kullanıldığı, e. kahramanların tip olduğu, f. ilahi bakış açısının kullanıldığı, g. sözlü gelenek ürünü olan ğ. kurmaca metinlerdir.
5. Halk düşüncesinin, halk kültürünün ortak ürünüdür.

6. Masallar eğlendirici ve eğiticidir.

7. Açık bir anlatımın tüm özellikleri bulunur. (Duruluk, yalınlık, açıklık…)

8. Döşeme, olay, dilek bölümlerinden oluşur.

9. Öğrenilen geçmiş zaman veya geniş zaman kullanılır.

10. Her masaldan bir öğüt, bir ders çıkarılabilir.
11. Masallarda olağanüstü varlıklar (cin, peri, melek) bulunabilir.
12. Masallar hep bir dilek ve mutlu sonla biter. Her zaman iyiler kazanır.
13. Niteliği ne olursa olsun her şeyiyle hayal ürünüdürler.
14. Kişileştirme, intak, mübalağa sanatları kullanılır.

15. Kahramanları tiptir.

16. İlahi bakış açısı vardır.

17. Dini ve ulusal öğeler yoktur.

18. 3, 7, 9, 40 vb rakamlar vardır (Genellikle Türk masallarında.)

19. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.
Masal-Fabl Karşılaştırması:

1. İkisi de olağanüstülük içerir.

2. İkisinde de kişileştirme ve intak sanatı vardır.

3. Masal tekerlemelerle başlar. Fablda böyle bir durum söz konusu değildir.

4. İkisi de öğretici, sanatsal, kurmaca, ilahi bakış açısının hâkim olduğu, kahramanları tip olan, olaya ve anlatmaya dayalı metinlerdir.

5. Fabllarda genellikle hayvanlar kahramandır. Masallarda ise devler, cinler, periler vardır.

6. Masal anonimdir, fabl ise anonim değildir.

7. İkisinde de yer ve zaman belirsizdir.

8. Masallar her zaman mutlu sonla biter. Fabllarda böyle bir kaygı yoktur.

9. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

Türk Masalları derleyicileri: Naki Tezel, Pertev Naili Boratav, ziya Gökalp, Tahir Alangu Eflatun Cem Güney.

Türk Masalları: Keloğlan Masalları

Dünya Masalları: Grimm Kardeşlerin masalları (Alman), Andersen masalları (Danimarka)

Fabl:La Fontaine, Beydaba (Kelile ve Dinme)

DESTANIN ÖZELLİKLERİ

1. Kişiler olağanüstü özellikler taşır.

2. Oluşum yayılma, derleme gibi üç safhası vardır. Ancak bu safhalar yapma destanlarda görülmez.

3. Dini ve milli öğelerde vardır.

4. a. Anonim, b. nesir, c. olaya ve anlatmaya dayalı, ç. sanatsal, d. dilin şiirsel işlevde kullanıldığı, e. kahramanların tip olduğu, f. ilahi bakış açısının kullanıldığı, g. sözlü gelenek ürünü olan ğ. kurmaca metinlerdir.
5. Ulusu derinden etkileyen olaylar ve hayatta karşılaşılan ve anlaşılamayan şeyleri yorumlamak amacıyla oluşturulan mitler sonucunda ortaya çıkmıştır.

6. Çevre belli belirsizdir.

7. Yiğitlik ve yurt sevgisi ön plandadır.

8. Abartmalara, sıfatlara, benzetmeler yer verilir. Anlatımı süslüdür.

9. İlk başta manzum (Türk destanlarında hece ölçüsü kullanılmıştır.) sonra manzum mensur karışık yazılmıştır.

10. Destanlar ozan denilen yetenekli kişilerce söylenir.

11. Olağan ve olağanüstü olaylar yan yanadır.

12. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

Masal-Destan karşılaştırılması:

1. Masal konuları çeşitli olmasına rağmen destan konularında kahramanlığa fazla yer verilir. Genellikle milletlerin geçmişindeki önemli olaylar ve büyük kahramanlar etrafında destanlar oluşur.

2. Destanlarda, masal kahramanı olarak bilinen perilerin yaşayışına benzer bir hayat süren destan kahramanları vardır. Kahramanlara olağanüstülükler verilmiştir.  Oğuz Destanı’nda Oğuz’un evlendiği kızlar gibi. Ancak masal kahramanlarının hayali olmasına karşılık destan kahramanlarını biz tarih sayfalarında bulabiliriz. Oğuz Kağan gibi.

3. Destanlar masallara göre yapı unsurları (olay, kişi, mekân) bakımından daha gerçekçidir.

4. Her ikisi de anonimdir.

5. Masallar her zaman düzyazı şeklindedir. Destanlar ilk başlarda manzumdur.

6. İkisinde de kahramanlara olağanüstülük yüklenmiştir.

7. Destanlarda ulusları etkilene olaylar oncunda çıkmıştır. Masallarda böyle bir durum yoktur.

8. Masallarda dini ve milli unsur yoktur. Ancak destanlarda vardır. Destanlar milletlere aittir. Masalların milleti yoktur.

9. Masallarda tekerleme vardır.

10. Destanlar ozan denilen yetenekli kişiler söyler. Masallarda masal anlatıcıları vardır.

11. Her ikisi de ilahi bakış açısıyla yazılmış, kurmaca, olaya dayalı edebi (sanatsal) metinlerdir.

12. Dil şiirsel işlevde kullanılır.

13. Destanlar ezgiyle söylenir. Masallar ezgiyle söylenmez.

14. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

15. Her ikisi de sözlü gelenekten gelmiştir.

16. Masallar tekerlemelerle başlar.

17. Destanlardaki oluşum aşamalarını maslarda göremeyiz.

18. Destanlarda milli ve dini unsurları görebiliriz ancak destanlarda bu unsurları göremeyiz.

19. Masallarda amaç bir ders vermektir. Destanlardaki amaç ise bir milletin geçmişini anlatmaktır.

HALK HİKÂYELERİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Halkın ortak duygularını yansıtan, anlatma yoluyla kuşaktan kuşağa ak­tarılan hikâyelerdir. Öykü türünün eski biçimleri olan bu ürünler halkın içinde ve halk diliyle oluşmuştur.

2. Halk hikâyeleri, destan ile günümüz modern hikâye arasından bir köprü görevi üstlenmiştir.

3. XV. yüzyılda itibaren destanların yerlerini tutmaya başlayan ve günü­müzde de özellikle Doğu Anadolu’da yaşamaya devam eden halk hikâ­yeleri âşık dediğimiz anlatıcılar tarafından günümüze kadar getirilmiştir.

4. Halk hikâyeciliği geleneği destanlarla başlayıp, Dede Korkut Hikâyeleri, Battalname, Danışmentname, Gazavatname, Hamzaname, Saltukname ile devam eden anlatma geleneğinin XV ile XX. yüzyıl arasındaki sözlü edebiyatın aşamalarından biridir.

5. Halk hikâyeleri beli bir olay üzerine kurulan bir çeşit öykü gibidir. Do­layısıyla, kahramanlarıyla gerçek yaşamdaki insanlar arasında benzer özellikler vardır. Hikâyelerdeki olay ve kişiler, oluştukları dönemin sosyal yapısını, kültürel özelliklerini, duyuş ve düşünüşünü kısacası zihniyetini yansıtan birer araçtır.

6. Oluşma şekillerine bakıldığında halk hikâyeleri ile destanlar arasından benzerlikler görülür, ilk olarak hikâyeye konu olan bir olay gerçekleşir. Sonra bu olay sözlü gelenek içinde kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu aktar­malarda, hikâyeyi anlatanlar bazı bölümlerine türküleri de dâhil eder, böylece anlatıma müzik de eşlik eder. Daha sonra âşıklar (saz şairleri, halk şairleri) bu hikâyeleri belli bir sıraya göre yeniden düzenleyerek halka açık yerlerde, saz eşliğinde anlatırlar. Böylece son şeklini alan halk hikâyeleri, sonradan yazıya geçirilerek unutulmaktan kurtarılmış olur.

7. Âşıklar bu hikâyeleri anlatırken, kendi yorumlarını, hayal güçlerini ve üsluplarını katarak hikâyeyi zenginleştirirler. Bu yüzden aynı hikâyenin farklı yörelerde, farklı biçimleriyle karşılaşmak mümkündür.

8. Hikâyelerde “aldı sazı eline”, “aldı Kerem” “bakalım ne dedi”, “deyüp kesti” gibi kalıplaşmış sözler bulunur.

9. Halk hikâyelerinde mekân unsuru, destan ve masallardakine göre daha belirgin, ancak modern hikâye ve romandakine göre daha yüzeyseldir. Genellikle kent, ülke adları veya fizikî mekân adları (kale, saray, bahçe, dağ köşk gibi) verilir, fakat bunlarda da ayrıntılı ve gerçekçi bir betimle­me görülmez.

10. Hikâyelerde geçen olayların gerçekleştiği genel zaman dilimi çoğun­lukla belirsizdir. Bazı hikâyelerde “çok eski zaman, bir zaman vaktin birinde, bir gün, gel zaman git zaman” gibi belirsiz anları ifade eden kalıplaşmış sözler yer alır. Bu, dinleyiciye hayal zenginliği kazandırır. Bunun yanında “yedi gün, yedi ay, yetmiş yıl, kırk yıl, dokuz gün” gibi sayılara bağlı olarak ifade edilen zamanlar da vardır. Üç, beş, yedi, do­kuz, kırk gibi sayılarla oluşturulan motifler hikâyelerin yanı sıra destan ve masallarımızda da sık sık kullanılmıştır.

11. Hikâyedeki kahramanlar gerçeğe yakındır, destanlarda olduğu gibi ola­ğanüstülüklere fazla yer verilmez.

12. Anlatımda nazım ve nesir iç içedir. Olaylar nesirle duygular nazımla ifade edilir. Âşık hikâye anlatırken bazı yerlerde konuşmasına ara verir, kahramanların ağzından genellikle mâni biçiminde türkü söyler. Hikâyeci âşık, bazen ayakta dolaşarak gerektikçe jest ve mimiklerle hikâ­yedeki kahramanların konuşma ve duygu özelliklerini ses taklitleriyle belirterek anlatır, çalar ve söyler. Bu yönüyle halk hikâyelerinde şiir, müzik, hikâye ve oyun iç içedir.

13. Halk hikâyeleri, genellikle kasaba ve köylerde; uzun kış gecelerinde, ramazan gecelerinde, düğünlerde ve başka nedenlerle yapılan toplan­tılarda anlatılır. Kırsal bölgelerde köy odaları; kasaba ve şehirlerde ise genellikle kahveler bu anlatımlar için seçilen mekânlardır. Bir hikâyenin anlatımı; konunun uzunluğuna, hikâyeci-âşıkların gücüne, dinleyicilerin ilgisine göre, her bir toplantı dört – beş saat olmak üzere 3–7 gece, hatta kimi zaman daha da uzun sürer. Anlatıcı, bazen temaya bağlı kalarak kendisi de hikâyeye eklemeler yapabilir. Hikâyecinin yere ve zamana göre, asıl konuya eklediği başka olay ve menkıbelere “karavelli” adı verilir.

14. Halk hikâyelerinde halkın günlük yaşamda kullandığı sözcük ve de­yimlerle zenginleştirilmiş, yöresel tabirlerin de yer aldığı yalın bir dil kullanılır. Gerek dinleyici gerek anlatıcı olsun, halktan kişiler olması kullanılan dilin sade ve anlaşılır olmasını gerektirir.

15. Halk hikâyeleri metinleri birer edebî metindir, kurmacadır. Sanatsal yönü bulunun bu metinlerde dil, şiirsel işleviyle kullanılmıştır.

16. Bu hikâyelerin anlatımında ilahi bakış açısı kullanılır.

17. Halk hikâyelerinde din ve kahramanlık konuları da bulunmakla bera­ber en önemli tema aşktır. Aşk temasıyla oluşan önemli halk hikâyeleri şunlardır. Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Emrah ile Selvihan.

18. Halk hikâyeleri genellikle üç bölümden oluşur: Dinleyiciyi hikâyeye hazırlamak amacıyla söylenen ve asıl konuyla ilgisi bulunmayan birinci bölüme “döşeme” adı verilir. Döşemede genellikle eski âşıkların adı anılır, bir tekerleme söylenir, dinleyicilere dürüstlük, erdemli olmak, bir­lik ve beraberlik gibi evrensel mesajlar verilir: Bir dua ile başlayan hikâ­yenin anlatıldığı bölüm ise ikinci bölüm yani “asıl olay”dır. Bu bölümde kahramanlar ve konu kısaca tanıtıldıktan sonra hikâye anlatılır. Üçüncü bölüme dua adı verilir. Bu bölümde sevip kavuşamayanlar için dua edilir. Hikâye anlatıcısı (âşık) alçak gönüllük göstererek “Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur.” diyerek hikâyeyi bitirir.

19. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

20. Bazı halk hikâyelerinde kahramanlar rüyalarında bade içerler. Rüyada bade içen kahraman âşıklık mertebesine erişir. Bu daha genellikle bir ermiş veya emriler tarafından aşığa içirilir. Bu halk edebiyatında sıkça kullanılan bir motiftir.

Konularına göre halk hikâyeleri:

1. Aşk Hikâyeleri: Uzun süre toplumun hafızasında yaşayan aşkların hikâyeleştirildiği sevgi temasını işleyen hikâyelerdir. Bunların bir bölümü saz şairlerinin hayatı üzerine kurulmuştur. Aşk hikâyelerinde birbirine kavuş­maları önleyen din ayrılığı (Kerem ile Aslı), sınıf ayrılığı (Emrah ile Selvi­han), servet eşitsizliği (Arzu ile Kamber) gibi toplumsal engellerle mücade­leler anlatılır.

2.  Kahramanlık (Destansı) Halk Hikâyeleri: Daha çok destana ait bazı özellikleri de içeren yiğitlik teması üzerine kurulan hikâyelerdir. Dede Kor­kut Hikâyeleri ve Köroğlu hikâyesi bu türün en güzel örnekleridir. Bu tür hikâyelerde tarihî kişiliği ön planda olan, tarihe mal olmuş kahramanların veya dinî açıdan önemi sayılan kişilerin maceraları konu edilir. Battal Gazi, Danişment Gazi, Hz. Ali ile ilgili hikâyeler bu türe örnek gösterilebilir.

Kaynakları bakımından halk hikâyeleri 

1. Türk Kaynaklı Olanlar: Dede Korkut Hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip ile Şahsanem, Emrah ile Selvihan, Köroğlu Hikâyesi, Karacaoğlan ile İsmihan Sultan…

2. Arap – İslam Kaynaklı Olanlar: Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Gazavat-ı Ali (Hz. Ali Cenkleri), Battal Gazi, Danişment Gazi vs.

3. İran- Hint Kaynaklı Olanlar: Ferhat ile Şirin, Kehle ve Dimme,

Destan ve halk hikâyesinin karşılaştırılması:

1. Halk hikâyelerinde tarihi bir vak’anın olması şart değildir. Destanlarda tarihi olaylar anlatılır.

2.  Halk hikâyelerinden nazım-nesir karışıktır. Zamanla nesir, nazma üstünlük kazanmıştır. Destanlar ise ilk önce manzum (nazım-şiir) şeklinde söylenmiş halk hikâyeleri gibi daha sonra nesre (düzyazı) kaymıştır.

3. Halk hikâyelerinde destana göre şahısların ve olayların anlatımında realist çizgilere daha çok yer verilmiştir. Halk hikâyelerinin yapı unsurları (olay, kişi, yer, zaman) destana göre daha gerçekçidir.

4. a. Anonim, b. sözlü gelenek ürünü olan c. olaya ve anlatmaya dayalı, ç. sanatsal, d. dilin şiirsel işlevde kullanıldığı, e. kahramanların tip olduğu, f. ilahi bakış açısının kullanıldığı, g. kurmaca metinlerdir.
5. Her ikisi de ozan veya âşık denilen ustalar tarafından ezgi eşliğinde söylenir.

6. Halk hikâyelerinin dili sadedir, halk söyleyişlerine yer verilir ancak destanlardaki söyleyiş süslüdür.

7. Oluşum aşamaları birbiriyle benzerlik gösterir.

8. Destanlarda konular daha çok kahramanlık yurt sevgisi iken halk hikâyelerinde kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.

9. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

10. Her ikisi de kültürel, sosyal siyasal… yapı hakkında bilgi verir.

Halk Hikâyeleri ile Mesnevinin Karşılaştırılması

1. Halk hikâyeleri manzum mensur karışıktır. Manzum bölümleri hece ölçüsüyle ve dörtlüklerle yazılır. Mesnevilerin tamamı aruz ölçüsüyle ve beyitle yazılır.

2. Halk hikâyeleri anonimdir. Mesnevilerinse yazarı bellidir.

3. Halk hikâyeleri genellikle saz eşliğinde söylenir Mesnevilerin müziği yoktur.

4. Her ikisinde de olağanüstülükler vardır.

5. Halk hikâyelerinin dili sadedir. Mesnevilerde Arapça ve Farsça sözcükler vardır.

6. Halk hikâyeleri Halk edebiyatı geleneğini yansıtır. Mesneviler ise Divan edebiyatı geleneğini yansıtır.

7. Halk hikâyelerinde kahramanlık öğeleri bulunur. Mesnevilerde böyle bir şey yoktur.

8. Halk hikâyeleri sözlü gelenek ürünüdür. Mesneviler yazılmıştır.

9. Yapı unsurları (Olay, kişi, zaman, yer) vardır.

MANZUM HİKÂYENİN ÖZELLİKLERİ

1. Manzum hikâyeler edebi metinlerdir.

2. Konu ve özellik bakımından hikâye ile aynı özellikleri gösterirler. Mensur (Düzyazı) şeklindeki hikâyeden tek farkı şiir şeklinde yazılmış olmasıdır.

3. Manzum hikâyelerde şair ya bir olayı anlatır ya da bir öğüt verme çabası güder.

4. Manzum hikâyeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, ardından o çevrede bulunan kişiler anlatılır. Daha sonra ise olay anlatılır. Amaç okuyucuya bu bölümde ders veya öğüt vermektir.

5. Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri hikâye ile benzer özellikler gösterir.

6. Manzum hikâyeler düşündürücü ve eğiticidir.

7. Manzum hikâyeler birçok bölümden oluşur. İlk bölümde anlatılmak istenen olaydan ve kişilerden bahsedilir. İkinci bölümde ise olaylar anlatılır ve örneklerle tasdik edilir. Üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır.

8. Manzum hikâyede her olay işlenebilir. Sıradan olaylar, sosyal olaylar vs.

9. Manzum hikâyeler dörtlük, beyit, bent şeklinde de yazılabilir.

10. Mensur hikâyeden (düzyazı) hiçbir farkı yoktur. Kişiler, zaman, mekân, olay bu hikâyelerde de vardır. Tek farkı şiirselliktir. Dizelerdir. Kafiye ve rediftir.

11. Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir.

12. Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir.
13. Ölçü ve uyağa dikkat edilir.

14. Anlam, alttaki dizelerde devam eder.

15. Karşılıklı konuşmalara yer verilir.

16. Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir.

17. Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi’nden sonra girmiştir.

MESNEVİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Klasik Türk şiirinde kullanılan nazım biçimlerindendir.

2. Divan edebiyatı şiir geleneği içinde oluşan mesnevîler, günümüzün roman ve modern öykü ihtiyacını karşılayan metinlerdir.

3. Beyit sayıları sınırsızdır.

4.Aruz ölçüsünün kısa kalıplarıyla yazılır ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. (aa, bb, cc, dd…) bu özelliklerinde dolayı uzun manzum eserler yazılmasına olanak sağlar.

5. Bir şairin, yazdığı beş ayrı mesnevîyi bir araya getirdiği esere hamse denir

6. Dini-tasavvufi, aşk ve öğretici konular ele alınır.

Mesnevi ile Manzum Hikâyenin Karşılaştırılması

1. Mesneviler aruz ölçüsüyle ve beyitle yazılır, manzum hikâyelerde böyle bir zorunluluk yoktur.

2. Her ikisini de yazarı bellidir.

3. Her ikisi de olay çevresinde gelişen anlatmaya bağlı edebi metinlerdir.

4. Mesnevilerdin dili manzum hikâyeye göre daha fazladır.

5. Her ikisinde de yapı unsurları (olay, zaman, yer, kişiler) vardır.

6. Mesnevi Divan edebiyatı nazım şekillerindendir. Manzum hikâye modern biçimler arasına girer.

7. Mesnevilerde didaktik konular işlendiğinde ders çıkarılabilir. Ancak manzum hikâyeler zaten didaktik özelliktedir.

8. Mesneviler bireysel konuları işler ve konuları sınırlıdır. Manzum hikâyeler toplumsal konuları işler ve her şey konu olabilir.

HİKÂYENİN ÖZELLİKLERİ

1. Giriş, gelişme sonuç bölümleri vardır.

2. Yaşanmış ya da aşabilecek olaylar ele alınır.

3. Olay, durum, ben merkezli şeklinde üç çeşittir.

a.Olay Öyküsü: Olaya dayalı hikâyelerdir. Olay bir ya da birkaç kahraman çevresinde gelişir ve sürükleyicilik öğesi öne çıkar. Bu teknik Fransız yazar Guy de MAUPASSANT (Guy Dö Mopasan) tarafından geliştirildiği için Maupassant tarzı öykü de denir. Türk edebiyatındaki temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.

b.Durum Öyküsü: Bu tür öykülerde merak öğesi ikinci plandadır. Kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plandadır. Kişilerin yaşam koşulları yer ve zaman anlatılmaz sezdirilir. Bu teknik Rus yazar Anton ÇEHOV tarafından geliştirildiği için Çehov tarzı öykü de denir Türk edebiyatındaki temsilcisi Sait Faik ABASIYANIK’tır.

c.Ben Merkezli Öykü: Geleneksel olarak, öteden beri kullanılan bir anlatı yöntemidir. Ben’li bir anlatımdır bu. Birinci kişi başından geçen bir olayı, içinde bulunduğu bir durumu, gözlem ve izlenimlerini bize anlatır. Bunun gibi çevresini, çevresindeki kişileri, bu kişilerin duygu ve düşünce evrelerini de yine birinci kişinin gözüyle görür, onun duygularıyla tanırız. Bu tür anlatışın okur için sağladığı yakınlık, canlılık gibi üstün yanları vardır. Dille ilgili engellerle karşılaşmadan anlatılanların içine kolayca girebiliriz. Öykünün kişilerini ayrımda da kolaylık sağlar bu anlatış biçimi. Bunu da ekleyelim, öyküleyen birinci kişi her zaman öykünün ana kişisi olmayabilir, bunun yerine yardımcı kişilerden biri olabilir. Bu durumda daha nesnel bir anlatış belirir. Ama ister ana kişilerden biri olsun, ister yan kişilerden biri olsun öyküyü anlatan birinci kişi, yaşantıyı doğrudan verir bize.

4. Olay çevresinde oluşan edebi metinlerden anlatmaya dayalı edebi metinler grubuna girer.

5. Sanatsal ve kurmaca metinlerdir.

6. Tüm bakış açıları kullanılabilir. (İlahi, Kahraman, gözlemci)

7. Dil şiirsel işlevdedir. Ancak metin içinde dilin diğer işlevleri de kullanılabilir.

8. Genellikle tek bir olay vardır.

9. Konular nesir (Düzyazı) şeklindedir.

HİKÂYE VE ROMANIN KARŞILAŞTIRILMASI

1. Romanda ayrıntılara hikâyeye göre daha çok yer verilir.

2. Romandaki karakterler daha baskındır. Hikâyeye göre kahramanlar daha fazladır.

3. Her ikisinde de giriş gelişme sonuç bölümleri vardır.

4. a. Nesir, c. olaya ve anlatmaya dayalı, ç. sanatsal, d. dilin her işlevde kullanıldığı, e. kahramanların hem tip hem de karakter olabildiği, f. tüm bakış açılarının kullanıldığı, g. Yazılı olan ğ. kurmaca metinlerdir.

5. Her ikisinde de yapı unsurları (Olay, zaman, yer, kişi) vardır.

6. Yazarları bellidir.

7. Romanlarda yapı unsurları hikâyelere göre daha derinlemesine işlenir.

8. Romanda birden fazla olay vardır. Hikâyede tek bir olay vardır.

9. Her ikisi de düzyazı şeklindedir.

10. Her ikisinde de olay, zaman, mekân, kişi belirli ve gerçekçidir.

11. Romanlar hikâyelere göre daha uzundur.

GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLERİN ÖZELLİKLERİ

1. Canlandırmak esastır.

2. Diyaloglardan oluşur.

3. Olay çevresinde oluşur.

4. Kurmaca, yazılı ve dil şiirsel işlevde kullanılır.

5. Jest ve mimik önemlidir.

6. Yapı unsurları vardır.

7. Sahne, oyuncu seyirci, tiyatro metnin önemli unsurlarıdır.

8. Belirli bir sahne düzeni içinde oyun sergilenir.

ANLATMAYA BAĞLI EDEBİ METİNLER İLE GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLERİN KARŞILAŞTIRMASI

1. Her iki türde yazılan metinlerde yapı unsurları (olay, kişi, zaman, yer) vardır.

2. Her iki türde de olay çevresinde gelişen edebi metinlerdir. 3. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde anlatmak esastır, göstermeye bağlı edebi metinlerde ise gösterme, sahne, dekor önemlidir.

4. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde anlatım betimleme, öyküleme vb. anlatım çeşitleriyle yapılır, göstermeye bağlı edebi metinlerde olaylar gösterilerek anlatılır.

5. Göstermeye bağlı edebi metinlerde jest ve mimikler açıklamalarla belirtilir, anlatmaya bağlı edebi metinlerde bu tip hareketler anlatılır.

6. Dil her ikisinde de şiirsel işlevdedir.

7. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde uzun ve kurallı cümleler kurulur. Göstermeye bağlı edebi metinlerde ise kısa ve devriktir.

8. Her ikisinde de giriş, gelişme, sonuç bölümleri vardır.

9. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde okumak için, göstermeye bağlı edebi metinlerde izlemek içindir ve bu sebeple göstermeye bağlı edebi metinlerde diyaloglar vardır.

10. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olayın mutlaka anlatıcısı vardır. Bu anlatıcı herhangi bir bakış açısını kullanarak metni oluşturur.

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU İLE MODERN TÜRK TİYATROSUNUN KARŞILAŞTIRILMASI

1. Geleneksel Türk tiyatrosu doğaçlamaya (tulûat) dayanır. Modern Türk tiyatrosu ise yazılı metne dayanır.

2. Her ikisinde de sahne düzeni vardır ancak geleneksel Türk tiyatrosunda şık kostüm ve dekora dikkat edilir.

3. Modern Türk tiyatrosundan farklı olarak geleneksel Türk tiyatrosunda kadın yoktur.

4. Modern Türk tiyatrosu’nda eser sergilenmeden önce defalarca prova yapılır. Geleneksel Türk tiyatrosunda prova yapmadan sahneleme söz konusudur.

5. Modern Türk tiyatrosunda dekor oldukça fazladır, sahne zengindir. Geleneksel Türk tiyatrosunda sahne fikri yoktur.

6. Modern Türk tiyatrosunda konuya uygun her çeşit müzik kullanılabilir, müziğin zamanlamasında sınır yoktur. Geleneksel Türk tiyatrosunda ise müzik modern Türk tiyatrosuna göre kısıtlı bir şekilde kullanılır.

7. Modern Türk tiyatrosunda duruma göre karakter ve tip vardır. Geleneksel Türk tiyatrosunda ise tipler vardır.

8. Modern Türk tiyatrosu, geleneksel Türk tiyatrosuna göre daha profesyoneldir.

9. Modern Türk tiyatrosunda teknoloji kullanılırken, Geleneksel Türk tiyatrosunda kullanılmaz.

10. Geleneksel Türk tiyatrosunda taklit ve yanlış anlaşılmalar önemli yer tutar.

11. Modern Türk tiyatrosu, geleneksel Türk tiyatrosuna göre konu bakımından daha çeşitlidir.

12. Geleneksel Türk tiyatrosunda halk söyleyişleri varken Modern Türk tiyatrosunda yoktur.

13. Geleneksel Türk Tiyatrosu’nda halk çevresinde modern Türk tiyatrosu ise aydın çevrede ortaya çıkmıştır.

14. Modern Türk tiyatrosu Tanzimat ile edebiyatımıza girmiştir.

]]>