Türkçenin ilk yazılı ürünleri 8. Yüzyıla ait Orhun Anıtları’dır. Bu anıtlar, edebiyatımızın ilk söylev (nutuk) eseri de sayılabilir. Orhun Anıtları’nı ilk kez okuyup çözümleyen kişi Danimarkalı bilgin Thomsen (1842 -1927)’dir.
Şiirleri elimizde bulunan İlk Türk şairi Aprinçur Tigin (8. yüzyıl)’dir.
Bilinen ilk Türk yazarı Yollug Tigin’dir.
Dünyanın halen yaşayan, en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgız – Manas Destanı
Edebiyatımızın ilk mesnevisi, Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyılda yazdığı Kutadgu Bilig’dir.
Edebiyatımızda aruzla yazılan ilk eser – Kutadgu Bilig
Edebiyatımızda ilk siyasetname örneği – Kutadgu Bilig
İslâmî Dönem Türk Edebiyatı ilk yazılı eser – Kutadgu Bilig
Edebiyatımızda ilk didaktik şiir örneği – Kutadgu Bilig
Türk dilinin ilk sözlüğü, Kaşgarlı Mah¬mut’un 11. yüzyılda yazdığı Divanü Lügati’t Türk
İlk Türkçe sözlük: Şemsettin Sami / Kamus-ı Türki
İlk tarih ve coğrafya ansiklopedisi: Kamus’ul Alam / Şemsettin Sami
Türkçenin ilk dil bilgisi kitabı: Süleyman Paşa / Sarf – ı Türki
İlk özdeyiş örneklerini veren: Ali Bey / Lehçetü’l Hakayık
Divan Edebiyatı’nın ilk şairi Hoca Dehhani (13. y.), son şairi ise Şeyh Galip’dir. (18. y.)
İlk divan sahibi sanatçımız Yunus Emre’dir.
Edebiyatımızda şairlerle ilgili ilk biyografik eser (ilk şairler tezkiresi) Çağatay şairi Ali Şir Nevai’nin (1441 – 1501) Mecalisü’n Nefais adlı kitabıdır.
İlk hamse sahibi: Ali Şir Nevai
Anadolu Türkleri edebiyatında ise ilk tezkire örneği Edirneli Sehi Bey’in Heşt Behişt adlı eseridir (16. yüzyıl).
Süslü nesrin ilk temsilcisi: Sinan Paşa
Türk edebiyatının tasavvuf alanında şiirler yazan ilk şairi Ahmet Yesevi (12. yy.)’dir.
Anı (hatıra) türünün ilk ör¬neği, Babür Şah’ın (1488 – 1530) Babûrnâme (Vekayi) adlı eseridir.
Edebiyatımızda gezi türüyle ilgili ilk eser Seydi Ali Reis’in Miratü’l Memalik adlı eseridir. En güzel örneği ise Evliya Çelebi’nin Seyahat¬name(1611 – 1682) adlı eseridir.
İlk bibliyografya Keşfü’z Zünun’dur. (Kâtip Çelebi)
Edebiyatımızda ilk fabl örneği Şeyhi (1371? – 1431?)’nin Harnâme’si
İlk roman çevirisi Tanzimat döneminde, Fransız yazar Fenelon’dan 1859’da “Telemak” adıyla yapılmıştır. Bu eseri dilimize Yusuf Kamil Paşa çevir¬miştir.
Edebiyatımızda ilk yerli roman Şemset¬tin Sami’nin 1872’de yayımlanan Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat adlı eseridir. Bunu Ahmet Mithat Efendi’nin (1874) Hasan Mellâh adlı romanı izler.
İlk köy romanımız, Nabizade Nazım’ın Karabibik adlı eseridir (1890).
İlk realist roman örneği, Recaizade Mahmut Ekrem’in yazdığı Araba Sevdası’dır (1896).
Batılı anlamda ilk realist roman Halit Ziya / Mai ve Siyah
İlk psikolojik roman denemesi – Zehra – Nabizade Nazım
İlk psikolojik roman örneği, Servet-i Fünun sanatçısı Mehmet Rauf’un Eylül’üdür (1901).
En başarılı psikolojik roman yazarımız: P. Safa / 9.Hariciye koğuşu
İlk modern roman örneklerini Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır: Aşk-ı Memnu (1900).
İlk tezli (bir görüşü savunan) romanımız, Nabizade Nazım’ın Zehra’sıdır (1896).
İlk natüralist roman: Zehra, Nabizade Nazım
İlk kadın romancımız, Fatma Aliye Hanım’dır. “Muhadarat” (1892) en önemli eseridir.
İlk edebi roman örneği, Namık Kemal’in İn¬tibah ya da Sergüzeşt-i Âli Bey adlı eseridir (1876).
İlk Tarihî roman denemesi – Yeniçeriler – Ahmet Mithat Efendi
İlk tarihi romanımız, Namık Ke¬mal’in Cezmi’sidir (1880). Bu eser, konusu¬nu Türk – İran savaşlarından alır.
Yayımlanmış ilk öykü kitabı Emin Nihat Tarlan’ın Müsameratname’dir. (1872)
İlk öykü örneklerini Tanzimat sanatçısı Ahmet Mithat Efendi, “Letaif-i Rivayat” (Söylenegelen Güzel Hikâyeler) adıyla vermiştir. Bu öyküler 1870 – 1895 arasında 25 cilt olarak basılmıştır.
Batılı anlamdaki ilk öykü örneklerini Samipaşazade Sezai “Küçük Şeyler” adlı eseriyle ortaya koymuştur (1892).
İlk gerçekçi öykü: Küçük Şeyler, Sami Paşazade Sezai
İlk tiyatro çevirilerini ve uyarlamalarını Tanzimat sanatçısı Ahmet Vefik Paşa, Fransız Moliere’den yapmıştır (1869).
Edebiyatımızdaki ilk atasözleri kitabı Durub-ı Emsal-i Osmaniye’dir. (Şinasi)
Sahneye konulan ilk tiyatro eseri, Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”sidir.
İlk epik tiyatro örneği, Haldun Taner’in yazdığı Keşanlı Ali Destanı’dır (1964).
Aruzla yazılan ilk manzum tiyatro eseri Eşber veya Sardanapal’dır. (A. Hamit Tarhan )
Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri Nesteren’dir. ( A. Hamit Tarhan)
Ülkemizdeki ilk Müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale’dir.
Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan: Şinasi
İlk şiir çevirisi: Tercüme-i Manzume, Şinasi (Racine, Lamartine, Fenelon’dan)
İlk tiyatro (Batılı anlamda) eseri: Şair Ev¬lenmesi (1859) Şinasi
İlk fabl çevirileri: Fransız şairi La Fontaine’den (1859) Şinasi
Edebiyatımızda Batılı anlamda ilk fabl örneği – Eşek İle Tilki Hikâyesi – Şinasi
İlk makale örneği: “Mukaddime” (Önsöz), Tercüman-ı Ahvalde yayımlanmıştır (1860). Şinasi
İlk noktalama işaretlerini (1859) Şinasi, Şair Evlenmesi’nde kullanmıştır.
Edebiyatımızdaki ilk atasözleri derlemesi – Durub-ı Emsal-i Osmaniye – Şinasi
İlk çocuk şiirlerini yazan: Tevfik Fikret / Şermin
Şiirde noktalama işaretini ilk kez kullanan Servet-i Fünun sanatçısı Tevfik Fikret’tir.
Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri- Eşber- Abdülhak Hamit Tarhan
Uyaksız ilk şiir örneğini, edebiyatımızda Abdülhak Hamit Tarhan yazmıştır (Validem, 1913).
İlk pastoral şiir örneklerini Abdülhak Hamit Tarhan “Sahra” adlı eserinde vermiştir (1878).
İlk köy şiiri örneği – Köylü Kızların Şarkısı – Muallim Naci
İlk mensur şiir öreklerini Halit Ziya Uşaklıgil, “Mensur Şiirler” adlı eseriyle vermiştir.
İlk resmi gazete: Takvim-i Vekayi (1831)’ dir.
İlk yarı resmi gazete : Ceride-i Havadis (1840)’tir.
İlk özel gazete: Tercüman-ı Ahval’in çıka¬rılması 1860’ta Şinasi (Agâh Efendi’yle beraber).
Türk Edebiyatı’nda bilinen ilk çocuk gazetesi Çocuklar İçin Mümeyyiz’dir. (1869)
İlk dergi örneği, Münif Paşa’nın çıkardığı Mecmua-ı Fünûn’dur (1861).
Hazine-i Evrak ilk edebiyat dergimiz -Mahmud Celaleddin Bey(A. Şinasi Hisar’ın babası)– 1882
İlk mizah dergisi “Diyojen”i Teodor Kasap çıkarmıştır (1869).
İlk antoloji, Harâbat (1874). Ziya Paşa bu eserinde Divan şairlerinin şiirlerine yer vermiştir.
İlk Röportaj örneği – Rüya – Ziya Paşa
İlk eleştiri yazısı, “Edebiyatımız Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir” başlığını taşır ve Namık Kemal’e aittir (1866).
İlk edebi tartışma Ziya Paşa ile Namık Kemal arasında olmuştur.
İlk eleştiri eseri; “Tahrib-i Hârâbat” (1885), Namık Kemal’indir. Namık Kemal, bu eserinde Ziya Paşa’nın Hârâbat adlı Divan şiiri an-tolojisinde savunduğu düşünceleri eleştirir.
Edebiyatımızda objektif eleştirinin nasıl olacağını ilk açıklayan: R. Mahmut Ekrem
İlk edebiyat ders kitabı: Talim-i Edebiyat, R. Mahmut Ekrem
Batılı anlamda ilk günlük; “Seyahat Jur¬nali” (1897). Bu eserin yazarı Direktör Âli Bey’dir.
İlk edebi topluluk Servet-i Fünun
Beyanname ile yayın hayatına giren ilk edebiyat topluluğu Fecr-i Ati’dir.
Cumhuriyet sonrası ilk beyanname yayınlayan edebi topluluk Yedi Meşaleciler’dir.
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nda kurulan ilk edebî topluluk – Yedi Meşaleciler
Yahya Kemal bütün şiirlerini aruzla yazmıştır, yalnız Ok şiirini hece vezni ile yazmıştır.
İlk sosyolog Ziya Gökalp’tir.
Türkçülük akımını sistemleştiren Ziya Gökâlp’tir. ( Türkçülüğün Esasları)
Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan sanatçımız M. Emin Yurdakul’dur.
Edebiyatımızdaki milli dönemin açılmasına öncülük eden: Mehmet Emin Yurdakul
En uzun ömürlü edebiyat dergimiz 1933 yılında Yaşar Nabi Nayır tarafından çıkarılmaya başlanan Varlık Dergisi’dir.
Divan Edebiyatı’nda Sebk-i Hindi tarzının ilk temsilcisi Naili’dir.
Sebk-i Hindi akımının en güçlü temsilcisi – Şeyh Galip-18.yy.
Türkî-i Basit akımının öncüsü – Aydınlı Visali -15.y.y.
Türkî-i Basit akımının en güçlü temsilcileri – Edirneli Nazmi ve Tatavlalı Mahremi
Divan edebiyatında Mahallileşme akımının temsilcisi: Nedim
Şarkıyı icat eden: Nedim
Divan edebiyatında sevgiliyi ilk defa somutlaştıran: Nedim
İlk edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi
Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü
Kurtuluş Savaşı’nı doğrudan işleyen roman: Ateşten Gömlek
Dilde sadeleşmeyi savunan ilk yayın organı – Genç Kalemler
Edebiyatımızda “günlük” terimini ilk kullanan- Falih Rıfkı Atay
Hikâyede gerçek anlamda ilk kez Anadolu’yu işleyen: Refik Halit Karay (Memleket Hikâyeleri)
Konuşma diliyle yazılmış ilk hikâyenin yazarı: Ömer Seyfettin
Edebiyatımızda serbest vezni ilk kez Nazım Hikmet kullanmıştır.(1929)
Edebiyatımızda anjabmanı ilk kez Tevfik Fikret kullanmıştır.
Türk Edebiyatı’ndaki ilk deneme yazarı Nurullah Ataç’tır.
İlk fıkra yazarı: Ahmet Rasim
Post-modern tarzda eser veren ilk yazarımız Oğuz Atay’dır. (Tutunamayanlar)
Türk Edebiyatı’nda yazıya geçirilen ilk masallar Billur Köşk Masalları’dır.
Türk masalları ilk defa yurt dışında 16. Lui döneminde Fransa’da yayınlanmıştır.
Türk masallarını ilk defa derleyen İgnacs Kunoş adlı Macar bilim adamıdır.
Türk masalları üzerine en geniş çalışmayı yapan Eflatun Cem Güney’dir.
Dede Korkut Hikâyeleri’ni kamuoyuna tanıtan Kilisli Rıfat Bilge’dir.
İlk yerli çizgi roman, Türk kahramanı Köroğlu’dur.(1953)
Ülkemizde ilk çocuk çizgi romanı Kara Maske’dir.(1943)
Türk Edebiyatı’nda iç monolog tarzı yazılmış ilk roman Bir Düğün Gecesi’dir. (Adalet Ağaoğlu)
Âşık Veysel ilk olarak Ahmet Kutsi Tecer tarafından Türk halkına tanıtılmıştır.
Matbaada basılan ilk kitap: Vankulu Lügati (1729) – İbrahim Müteferrika
DÜNYA EDEBİYATINDA İLKLER
• Nobel Edebiyat Ödülü alan (1988) ilk Müslüman yazar Necip Mahfuz’dur. (Mısırlı / 1911-006)
• Dünyanın bilinen ilk destanı: Sümerlerin Gılgamış Destanı
• Dünyada hikâye türünün ilk örneği – Decameron Öyküleri – Giovanni Boccacio (İtalyan)
• Dünya edebiyatında deneme türünün ilk örneği – Denemeler – Montaigne (Fransız)
• Dünya edebiyatında ilk modern roman örneği – Don Kişot – Cervantes (İspanyol)
• Dünyada ilk realist roman örneği – Madame Bovary – Gustave Flaubert (Fransız)
• Komedi türünün ilk temsilcisi – Aristofanes (Yunan)
• Trajedi türünün ilk temsilcisi – Aiskylos (Yunan)
• İlk fabl örneği – Pançatantra Hikâyeleri (Kelile ve Dimne olarak da bilinir.) – Hint Edebiyatı
• Dünyadaki ilk kadın romancı – Afraben (Afrahat) (İran’da yaşamış bir Süryani)
• Dünyada ilk özgün çizgi roman New Fund’dur. (1935)
• Dünyada ilk özgün çizgi macera hikâyesi Dick Tracy’dir. (Chester Gould/ABD)
]]>
Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmuruna tutmamız bundandır. Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanı başımıza getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı başkadır.
Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir yazı türüdür. Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen fark edecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır.
Gezi yazısı ile röportaj arasındaki farklar:
Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röportajda olduğu gibi, sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer, fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür.
Gezi yazısının belirleyici özellikleri:
Türk ve dünya Edebiyatında gezi yazısı:
Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda yayımlanmış Marko Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi ve 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbn-i Batuta’nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen Seyahatnamesi yer alır.
Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’l-Letâif adlı eseriyle Ali Ekber Hatâî’nin 1515’te yazdığı Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.
Seydî Ali Reis , Mir’atü’l-Memâlik adlı seyahatnamesinde Belücistan, Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir’le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı olayları anlatmıştır. III. Sultan Murat (1575-1575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu Ahmet, Acâibname-i Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz izlenimlerini aktarır.
Trabzonlu Mehmet Aşık’ın (1555-?) Menâzıru’l-Avâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.
Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya Çelebi‘nin (1611-1682) 10 ciltlik Seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40 yıllık gezilerinden elde ettiği coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla kaleme almıştır.
Türk edebiyatında “seyahatname” adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı “seyahatname” olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka eserler de vardır. Pirî Reis‘in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.
İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları, şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.
Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.
Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne ilişkin bilgiler içermektedirler. Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
Keçecizade İzzet Molla , sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul’a dönüş izlenimlerini Mihnet-Keşan (1269) adlı eserinde anlatır.
Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.
Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına, Batıya ve başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları yayımlanmıştır.
]]>Gezi Yazısı Örneği
Kırıkkale’ye Giderken
Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık. Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek ulaşır.
İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray üstünden fikir taşıyan kültür savaşının zırhlı trenine yetişmek için kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi Kırıkkale istasyonunda…
Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten:
“Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz.
Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz.
Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız… Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz edeyim, her halde canınız sıkılmaz.
Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var.
Kağnı, kağnı, kağnı….. Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor.
Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor.
Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı. Bakarsınız, tıpış tıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir ses duyulur:
“Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!…”
Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek, yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!…
Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
“Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.”
“Aptes tazeledim, yine geldim, yetiştim.”
Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
“Allah’ını seven vagonları ardından itsin!”
Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir. Helesa yelesa ile treni yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim. Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi.
Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz.
Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni bir uygarlığı fışkırtıveriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film parçasının sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı. Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü arkası bozkırdır.
İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler, ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların çevresinde toplanıyorlar…