olunca Kral, saraydan çıkıp divana gelmiş; yöresini yine emirler, vezirler, mabeyinciler sarmış. Vezirlerin içinde berbat görünüşlü, uğursuz yüzlü ve kem gözlü, korkunç, iğrenç biçimde hasis, yüreği hırs, kıskançlık ve kinle taşlaşmış biri varmış. Bu vezir, Kralın Hekim Rûyan’ı yanına oturttuğunu ve ona her türlü yakınlık ve cömertlik gösterdiğini görünce kıskanmış ve gizlice onun yok edilmesini kararlaştırmış. Atasözünün de belirttiği gibi “Hırslı önüne gelene saldırır, hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar, kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur.” Bu vezir, Kral Yunan’ın yanına yaklaşarak eğilip yeri öpmüş ve “Asrın ve zamanın Kralı! Sen ki kullarına cömertliğinle yaşam sağlarsın yüreğimde korkunç ağırlığı olan bir duygu var. (…). Bana izin verirsen bunu sana açıklarım.” demiş. Vezirin sözlerinden içi kararan Kral, ona, “Nedir söyleyeceğin?” diye sormuş; Vezir de “Ey azametli Kralım, eskiler ‘Kim ki bir işin sonunu ve bunun yaratacağı kötülükleri görmezse talih denen şeyi kendine dost bilmesin!’ demişler. Ben de Kralım, senin saltanatını söndürmekten başka bir şey düşünmemekte olan düşmanına ödüller yağdırarak, onu lütuflarla donatarak, taşıyamayacağı kadar cömertlik göstererek yanılmakta olduğunu görüyorum ve bu yüzden, Kralım için büyük endişeler duyuyorum.” demiş. Bu sözleri duyan Kral, son derece bunalmış, Kralın rengi atmış ve “Lütuflarımla donattığım hâlde bana düşman olduğunu iddia ettiğin bu kişi kimdir?” diye sormuş. Vezir, “Hekim Rûyan’dan söz ediyorum.” demiş. Kral ona,“Sözünü ettiğin kimse benim iyi bir dostumdur, benim için insanların en değerlisidir. Çünkü o bana, elimde tutarak cüzzamdan kurtulmamı sağlayan bir şey verdi. Başka hekimler benden umutlarını kesmişlerdi. Bu zamanda Batı’da olduğu gibi Doğu’da da onun gibisi yoktur. Böyleyken nasıl oluyor da sen, onun hakkında bu gibi şeyler söylemeye cüret ediyorsun? Bense bugünden başlayarak ona güvenceler vermek ve aylık bin dinar tutarında maaş bağlamak istiyorum. Aslında krallığımın yarısını ona bağışlasam onun için pek fazla bir şey yapmış olmazdım. İnanıyorum ki sen bunları kıskançlığından söylüyorsun, tıpkı vaktiyle işittiğim Şah Sinbad’ın öyküsünde olduğu gibi.” demiş.
O anda, Şehrazat, ansızın sabah olduğunu fark etmiş ve anlatısını kesmiş.
Bunu gören Dünyazat, ona “Ablacığım, anlattıkların ne kadar tatlı, kibar, zarif ve saf!” demiş. Şehrazat da “Eğer şah beni bağışlar da hayatta kalırsam ikinize anlatacaklarım yanında bunlar nedir ki?” demiş. Şah, bunu duyunca kendi kendine, “Vallahi! Gerçekten harika olan öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmem!” demiş. Sonra geceyi, sabaha kadar birbirlerine sarılarak birlikte geçirmişler. Sabahleyin şah, divana gitmiş; divan halkla dolunca gün batasıya kadar tayinler, aziller yaparak, yöneterek, askıda kalan işleri bitirerek adalet dağıtmaya başlamış. Sonra divan dağılmış, şah da sarayına dönmüş.
Beşinci Gece Olunca
Şehrazat anlatmaya başlamış:
İşittim ki ey bahtı güzel Şahım, Kral Yunan, vezirine, “Ey vezir, hekime karşı kıskançlık duygularına kapılma! Sen, onu öldürmemi sonra da şahinini öldürdükten sonra pişmanlık duyan Şah Sindbad gibi bundan pişman olmamı istiyorsun!” demiş. Vezir, “Bu nasıl olmuş?” diye sorunca Kral ona şu öyküyü anlatmış:
Sinbad’ın öyküsü kısaca şöyledir: Sinbad’ın çok değer verdiği bir şahini vardır. Bir gün ava giderler. Sinbad bir ağacın gölgesinde dinlenirken susar ve su içmek ister. Şahin bardağı devirir, Sinbad ikinci kez doldurur bardağı, şahin yine devirir. Bu durum dört beş kez yinelenir. Bunun üzerine sinirlenen Sinbad, şahinin kanatlarını keser. Kafasını kaldırıp ağaca baktığında ise gerçeği anlar ama iş işten geçmiştir. Ağaçtan sarkmakta olan bir yılanın zehri, Sinbad’ın doldurduğu bardağa damlamaktadır. Şahin de Sinbad’ın zehirlenmesini engellemek için her seferinde bardağı devirmektedir.
Binbir Gece Masalları, çev. : Âlim Şerif Onaran