Sonuç Yayınları 9.Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Etkinlik Cevapları Sayfa – 136 (Yeni Müfredat-Yeni Kitap)(2018-2019)

 — Ne kadar olsa kanında İstanbulluluk var çocuğum, dedi. Sonra ablası Ruhsar’a da çok düşkün­dür… Ben bağrıma taş basıyorum, tahammül ediyorum ama… O ne kadar olsa cahil taze… Anlaşılan kardeşini göreceği geldi, kendi yaşında tazelerin İstanbul’da gezip eğlendiklerini haber alıyor… Sonra burası da onu çok sıktı. Memleketin hâli malum. Fazla olarak ahalinin dedikodusu… Biliyorsun ya yav­rum, bütün memleket bize düşman… Önüne gelen bizimle uğraşır. Ama belki ben yanılıyorum. Sen daha iyisini bilirsin…

 

Kaynanam fazla bir şey söylemeden çıkıp gitti. Bu sefer de ben mangalın başında düşünüp kal­dım. İhtiyar kadının söylediği şeylere benim de aklım yatmıştı. Ona verilecek cevap yoktu. Ah fukaralık! Sevdiği insana istediği bir temiz havayı bile aldıramamak ne acı şey. Meveddet ara sıra bana takılır:

— Namuslu bir adam oldun da eline ne geçti. Sanki başkaları gibi çalıp çırpaydın bizim de elimizde beş on paramız olurdu. Böyle sıkıntı çekmezdik. Hiç değilse biraz daha gözünü açamaz mıydın? Bak eski defterdar, İstanbul’da bilmem ne müsteşarı oldu, geldi.

— İyi ama o adam vali aleyhinde saraya curnal göndermişti.

— Fena mı etti? Vali için “Vilâyeti kasıp kavuruyordu!” diyen sen değil miydin?

Meveddet’e çaresiz sudan bir cevap verdim. Curnalciliğin hırsızlık kadar fena bir şey olduğunu bu tecrübesiz genç kadına nasıl anlatırsın? O devam eder:

— Hiç olmazsa amirlerinle hoş geçinseydin. Arkadaşların arasında bu kadar ilerlemiş adamlar var. Onlara rica etsen sana bir iyilik yapmazlar mıydı?

Bu sitemli şakalar için Meveddet’e kızardım. Fakat şimdi ona hak vermeye başladım. Evet biraz daha gözümü açamaz mıydım?

Maamafih o gece karar verdim. Bir yolunu bulup behemehal İstanbul’a gideceğim. Sevgili karımın göz göre göre gurbet illerde ölüp gitmesine nasıl tahammül ederim?

(Aşağıda, Zehra’nın tüm gerçekleri öğrendiği ve acıma hissine kavuştuğu bölüm verilmiştir.)

Eylül 13…

Bu akşam vapurun güvertesinde bir parmaklığa dayanmış duruyordum. Biraz ötede açılır kapanır sandalyelerde oturan yolculardan birinin dikkatle bana baktığını gördüm.

Kıyafetim pek süflidir. Onun için sokaklarda kadın erkek birçok kimse dönüp dönüp bana bakar. Kimi güler, kimi tiksinerek yüzünü buruşturur. Hatta bazan dükkân camekânlarındaki aynaların önün­de durarak kendim de kendimi hayretle seyrederim. Yamalı, çamurlu elbiseler üstündeki bu baş, cid­den ibretle görülecek şeydir:

Uzun, karışık, kirli bir saç ve sakal kümesi arasında yer yer morarmış damarlar, kan pıhtılarına benzeyen şişlerle dolu bir ayyaş çehresi… Hem feci, hem gülünç…

Mamafih açılır kapanır sandalyede oturan adamın bakışında bir başkalık hissettim. Ben de ona bakmaya başladım, akşam serinliğine karşı pardösüsünün yakasını kaldırmış, yüzünün bir kısmını saklamıştı, buna rağmen tanıdım. Eski mektep arkadaşlarımdan Cevdet isminde bir çocuktu. Kardeş gibi birbirimizi severdik. Ben sınıfın birincisiydim. O biraz tembeldi. Ekseriya derslerini ve imtihanlarını hazırlamasına yardım ederdim.

Mektepten çıktıktan sonra birbirimizi gözden kaybetmiştik. Ne olduğuna dair hiçbir haber alama­mıştım. Kılığına, kıyafetine nazaran hayatta muvaffak olduğu aşikârdı. Allah versin!.. Karşı karşıya bakışırken onun da beni tanıdığını anlamış, başımı çevirmiştim.

Eski ahbaplara muamelem daima böyledir. Onların ben hâlde bir adamla konuşmak istemeyecek­leri muhakkak olduğu için ben daha evvel davranıp kaçarım. Bilmem niçin? Tanımadığım insanlardan yardım istemek bana zor gelmez. Fakat eski bildiklerden ölesiye utanıyorum.