“Okumak istiyorum ağabey. İlk’i, sonra orta’yı, daha sonra da liseyi bitireceğim. Liseyi belki de yatılı sınavını kazanıp parasız okurum. Ama mutlaka okuyacağım. Kardeşim de… Babamıza benzemeyeceğiz hiç. Kardeşim diyor ki o zaman babam ihtiyar olur. Saçı sakalı ak pak, elleri titreye titreye gelir. Yalvarır. Acır mıyız?”
Mevsim bahara dönmüştü ama gene de çok soğuktu.
“Sen ne karşılık verdin kardeşine?”
Omuz silkti:
“Acımak lazım ama olmaz ki. Baba. Anneme sordum, canı çıksın, dedi. Haminnem ateş püskürdü. Fakat olmaz, dedim kardeşime. Annemle haminnemden habersiz…”
Sabahın erken saatinde kalkıp koşuyormuş gazete bayiine. Bayii ana baba günü. Kendi gibi o kadar çok okullu çocuk varmış ki bayii gazetelerini nazla veriyormuş. Daha kötüsü de gazeteleri alırken bayiye kaparo vermek!
“Babamın bir arkadaşı vardı, Sabir Bey amca, ona gittim.
Annem duysa öldürürdü. Hele haminnem! Ona da içerliyorum, varsa rahmetli kocası, yoksa rahmetli kocası. Kocası yani dedem polis miymiş Atatürk devrinde, komiser mi? Karakalem bir resmi var haminnemde, kırpık bıyıklarıyla iriyarı bir adam. Babam zayıftı. Güya torunlar çokluk dedelerine çekerlermiş. Nerdee? Benim de, Şadan’ın da bilekleri ipince. İnsan bol bol yemezse, değil mi ağabey?”
Karne zamanı birkaç gün gelmedi. Meraklanmıştım. Sınavlar sırasında olduğu için belki de sınava hazırlanıyor demiştim. İyi düşünmüşüm. Geldi pırıl pırıl sesiyle, öksürüyordu;
“Kusura bakmayın ağabeyciğim. Dersleri hazırlıyordum. Gece yarılarına kadar çalışıp sabahleyin de erkenden uyanmak fena yordu. İki gün aksattım. Dilber Hanım, öksürük için bir ilaç yazdırdı ama nerdee?”
“Niçin?”
“Beş yüz otuz kuruş be ağabeyciğim!”
Aklıma bir şey geldi:
“Ben sana bu parayı versem?”
İçlere çökük gözleri, fırlak elmacık kemikleri, solgun derisinin donukluğuyla yüzüme öyle bir baktı ki:
“Öksürük ilacını al diye…”
“Anladım ama siz benim neyimsiniz? Karşılığında benden ne isteyeceksiniz?
(…)
“Şartım şu: Bunu, bana verdiğin gazetelerle ağır ağır ödersin. Oldu mu?”
Az önce öfkeden değişen hırçın yüzü yumuşamış, durulmuş, çocuksu hâlini almıştı:
“Şimdi oldu.” dedi. “Demek siz…”
“Ben ne babanızın arkadaşı, ne de bayiyim. Benimki yardım. Bakıyorum okuma hırsı var içinde. Okuyup adam olma hırsı. Hoşuma gitti. Mesele bu…”
Gözlerini yüzüme çevirdi:
“Doktor olacağım ağabey!” dedi. “Bizim mahalledeki kör, topal, inmeli, sızılıları tedavi edeceğim, hem de parasız!”