Sonuç Yayınları 9.Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Etkinlik Cevapları Sayfa – 47 (Yeni Müfredat-Yeni Kitap)(2018-2019)

 5. Sorulara verdiğiniz cevaplardan hareketle olay hikâyelerinin özelliklerini maddeler hâlinde defterini­ze yazınız.

  • Olay Öyküsü: Bu öykü türünde yazar, okuyucuyu, etkileyici ve ilginç bir olayla öyküye bağlamaya çalışır.
  • Olay öyküsünde giriş (serim), gelişme (düğüm) ve sonuç (çözüm) bölümleri belirgin biçimde birbirinden ayrılır.
  • Yazar, gerilimi artırır, sonra sonuç bölümünde düşürür.
  • Bu öykülerde genellikle kapalı bir son vardır, olay bittiğinde okuyucu “Acaba bundan sonra ne oldu, olay nasıl devam etti?” diye düşünmez.
  • Olay öyküsünde, kişiler genellikle dış özellikleriyle okuyucuya tanıtılır.
  • Zaman ve mekân belirgindir.

6. Aşağıda Türk edebiyatının farklı dönemlerini yansıtan hikâye örnekleri verilmiştir. Bu hikâyelerden yola çıkarak hikâye türünün ortaya çıkışı ve tarihsel dönem ile ilişkisini belirleyiniz.

 Hikaye türü ilk önce Dede Korkut Hikayeleriyle ortaya çıkmıştır. Ondan önce destan var olsa da destanlar yapısı itibariyle nazım şeklinde olmaktadır. Dede Korkut Hikayeleriyse nazım ve nesir karışık olup yine bir olay etrafında şekillenmektedir. Bundan sonra halk hikayeleri ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle aslında Dede Korkut Hikayelerine halk hikayelerinin ilk örnekleri diyebiliriz. Dede Korkut Hikayeleri 11-14 arasında anonim olarak yazılmış olup 15 . yy’de yazıya aktarılmıştır. Halk hikayeleriyse daha sonraki dönemde ortaya çıkmıştır.  

3. metin de Batı tarzı hikayenin Tanzimat’la birlikte edebiyatımıza girmesine örnek olarak verilebilir. 4.metin de olay hikayeciliğinin ustalarından Ömer Seyfettin’e aittir. O da Milli Edebiyat döneminde ortaya çıkmıştır.

Oğuz toplanıp üzerine vardı. Tepegöz görüp kızdı, bir ağacı yerinden kopardı, atıp elli altmış adam helak eyledi. Alplar başı Kazan’a darbe vurdu. Dünya başına dar oldu. Kazan’ın kardeşi Kara Göne Tepegöz’ün elinde perişan oldu. Düzen oğlu Alp Rüstem şehit oldu. Uşun Koca oğlu gibi pehlivan elinde şehit oldu. Zayıf canından iki kardeşi Tepegöz’ün elinde helak oldu. Demir giyimli Mamak elinde helak oldu. Bıyığı kanlı Bügdüz Emen, elinde perişan oldu. Aksakallı Aruz Koca’ya kan kusturdu. Oğlu Kıyan Selçuk’un ödü patladı. Oğuz Tepegöz’e kâr etmedi, ürktü kaçtı. Tepegöz çevirip önünü kesti. Oğuz’u bırakmadı, geri yerine kondurdu. Velhasıl Oğuz yedi kerre ürktü, Tepe-göz önünü kesip yedi kerre yerine getirdi. Oğuz Tepegöz’ün elinde tam perişan oldu. Dede Korkut Kitabı, haz. : Muharrem Ergin

Kerem ile Sofu, yola revan olup birkaç günde Ağrı Dağı’na gelip gördüler ki Ağrı Dağı’nı bir du-man kaplamış. Yolu şaşırdılar. Kerem Sofu’ya eyitti: – Aman Sofu, getir benim sazımı, bakalım, şu dağ âşık hâlinden anlar mı? dedi. Aldı sazı eline, bakalım ne söyledi: Sana derler Ağrı Dağı Ne yamandır başın senin Belirsizdir yazın kışın Hiç tükenmez kışın senin

Rüzgârlara dest olmuşsun Dertlilere dost olmuşsun Hep dağlardan üst olmuşsun Erciyes’tir eşin senin Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi C II

Haseki taraflarında bir çıkmaz sokağın içinde yalnız duran üç odalı bu ev, bir mezar gibi ebedî sessizlikle kuşatılmıştı. Bir hal-i nisyan ve metrukiyette bulunuyordu. Çatısından kopan bir tahta, dam-dan uçan bir kiremit, duvarlarından yuvarlanan bir taş, senelerce düştüğü yerde kalır. Ara sıra çirkin, ihtiyar bir (…) karısı, cadılara mahsus dehşet ve sükûnetle dışarı çıkarak malzeme-i beytiyesini iştira ve tedarikle alelacele eve girip kaybolurdu. Evin küçük bahçesinde duvara yakın bir büyük ağaç, temmuzun o ateşli güneşi İstanbul’un bu cihetlerini takatsiz bir hararet içinde bıraktığı zaman yap-raklarının arasına gizlenmiş serin bir rüzgâr neşretmeğe başlayarak o evin, o mahallenin bir büyük yeşil yelpazesi gibi havayı tecdid ve tehziz ederdi…

Sami Paşazâde Sezai, Küçük Şeyler

 Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine baktım. Çok keskin, çok sivriydi. Biraz kö-reltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başladım. Dişleri bozulunca bir daha denedim. Gene atla-rın hiçbiri rahat durmuyordu. Kızdım. Öfkemi sanki kaşağıdan çıkarmak istedim. On adım ilerdeki çeşmeye koştum. Kaşağıyı yalağın taşına koydum. Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başladım. İstanbul’dan gelen belki Dadaruh’un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezdim, parçala-dım. Sonra yalağın içine attım. Babam her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, öteye beriye bakardı. Ben o gün gene ahırda yalnızdım. Hasan, evde hizmetçimiz Pervin’le kalmıştı. Babam çeşmeye bakarken yalağın içinde kırılmış kaşağıyı gördü, Dadaruh’a haykırdı: – Gel buraya!

Ömer Seyfettin, Seçmeler