SEMBOLİZM
19. yüzyılın sonlarında özellikle parnasizme tepki olarak doğmuş bir şiir akımıdır.
Özellikleri
Duygular kapalı bir biçimde semboller aracılığı ile anlatılır.
Sembollerin yetersiz kaldığı durumlarda sözcüklere yeni anlamlar yüklenerek anlatılmak istenenler kapalı bir şekilde ifade edilir.
Sanatçılar şiirin değişik yorumlarla mükemmelliğe ulaştığı görüşündedir.
Şiirde ahenk ve müzikalite ön plana çıkarılmıştır.
Sanatçılar saf şiir peşinde koşmuşlardır.
Temsilcileri
Bu akımın hazırlayıcıları olan Baudlaire ve Rimbaud en önemli temsilcileridir.
Türk Edebiyatı
İlk etkileri Cenap Şehabettin’de görülen bu akım daha sonraları Ahmet Muhip Dıranas ve Cahit Sıtkı’da da görülür.
EMPRESYONİZM
İlk olarak resimde görülen bu akım 19. yüzyılda Fransa’da doğmuştur.
Özellikleri
Dış dünyada görünen değil, dış dünyanın sanatçıda uyandırdığı izlenimlerin ifade edilmesi şeklinde kendini gösterir.
Soyut betimlemelere dayalı bir şiir anlayışı hâkimdir.
Anlam belirginliğinden çok kapalılık esas alınmıştır. Bu durum şiiri yorumlamaya fırsat vermiştir.
Gerçekler, genel olarak değil kişilerin bu gerçeklere bakış açısıyla şekillenmiştir.
Temsilcileri
Arthur Rimbaud, Verlaine, Rilke
Türk Edebiyatı
Türk edebiyatında daha çok sembolist oldukları söylenen Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin ve Ahmet Muhip Dıranas’ta bu akımın etkileri kendini oldukça gösterir.
Fecriati topluluğunun, Servetifünun’la ilgili takındığı saygılı fakat gerçekte onu edebiyat alanından uzaklaştırıcı tutum, tepkilere yol açmıştır. “Servetifünun sanatçılarının artık bir işlevinin kalıp kalmadığı”, uzun süre tartışılmıştır.
Servetîfünun sanatçıları karşısındaki tutumları tepki ile karşılanan Fecriaticiler, iddialarının doğruluğunu kanıtlamak için Servetifünun’un en büyük temsilcileri olan Tevfik Fikret, Halit Ziya, Cenap Sahabettin ve Mehmet Rauf’a karşı eleştirilere başlamışlardır. Fakat bu büyük sanatçıların ölçüsünde eserler veremeyince kendileri de “hiçbir şey yapamamak ve bir yenilik getirememekle” suçlanmışlardır.
“Genç Kalemler” dergisinin; “aşırı bireysellik ile dil ve üslubundaki yapaylık” yönlerinden Fecriati’yi Servetifünun’dan farksız bulan yayınları karşısında topluluk, büyük sarsıntı geçirmiştir.
“Üyelerinin sanat anlayışlarında tamamıyla serbest olduklarını, her üyenin sadece kendi adına konuşabileceğini” ileri süren Fecriati’nin “ortak ve belli bir sanat anlayışına sahip bulunmadığını” kendisine resmen itiraf ettirmeye kadar varan bu tartışmalar sonunda birçok istifa olmuştur. Ali Canip, Hamdullah Suphi ve Celal Sahir; Genç Kalemlerin edebî düşüncelerini (Millî edebiyat) benimseyerek bu derginin yazı kadrosuna katılmışlardır. 1912 yılının sonlarında Fecriati, edebî bir topluluk olma özelliğini kaybetmiştir.
Fecriati sanatçılarından bazıları, kendi özel eğilimlerine uyarak bireysel sanat anlayışını devam ettirmişlerdir. Bazıları da zamanla, Millî edebiyat hareketine katılmışlardır. Böylece, edebî hedefi açıkça belli olmayan ve yalnız kuvvetli bir sanat aşkı ile kurulan Fecriati de dört yıla yakın ve pek verimli sayılamayacak bir çalışma döneminden sonra, ortadan kalkmıştır.
]]>
]]>
Tanzimat Döneminde şiir; dış görünüşü (biçim) bakımından tam anlamıyla yenileşememiş, eski şekiller genel olarak kullanılmıştır. Servetifunun sanatçıları ise şiiri biçim bakımından değiştirmeyi ilk hedef olarak belirlemiş ve bunu başarmışlardır. Servetifunun sanatçılarının, şiire biçim bakımından getirdikleri yenilikler şunlardır:
Servetifünun Döneminde en önemli değişikliklerden biri de dil alanında gerçekleşmiştir. Tanzimat Dönemi şairleri, eserlerinde sade bir dil kullanmayı amaç edinmişler ve bu yolda önemli adımlar atmışlardır. Tanzimat Dönemi şairleri edebiyatı, halkı eğitmek için bir araç olarak görmüş ve eserlerinde toplumsal konuları işlemişlerdir. Servetifünun şairleri ise ağır ve süslü bir dil kullanmışlar ve halkı eğitmek gibi bir amaç taşımamışlardır. Servetifünun şairlerini bireysel konular üzerinde durmaya zorlayan nedenlerin başında siyasi koşullar gelmektedir. Baskıya, sansüre ve jurnale dayanan bir rejim; bu neslin edebî tutumunda belirleyici rol oynamıştır. Servetifünun şairlerinin toplumdan kopuk sanat anlayışına sahip olmaları, sadece bu nedene bağlanamaz. Kişilik özellikleri, düzenli bir eğitim almaları, yabancı dil bilmeleri, Batı edebiyatının örneklerini orijinallerinden okuyarak bu eserlerden etkilenmeleri gibi özellikler, onların sanat anlayışlarının oluşmasındaki diğer etkenlerdir. Servetifünun şiirinin dil ve üslup özelliklerini şu şekilde açıklayabiliriz:
Vezne (ölçüye) büyük önem veren Servetifünun sanatçıları, ahenge katkısından dolayı aruz ölçüsünü kullanmışlardır. Daha sonraki zamanlarda, Millî Edebiyat Dönemi sanatçılarına karşı hece ile şiir yazılamayacağı düşüncesini savunmuşlardır.
Servetifünun sanatçıları; aruzu, divan şiirinin kalıplaşmış biçimlerinin dışında, kendi ruh durumlarını yansıtacak şekilde kullanmış ve divan şiirinin kuralcı aruz anlayışını yıkmışlardır.
Bu dönem sanatçıları; Türkçe sözcükleri bozmadan aruza uydurmaya çalışmışlar ve şiirin konusuna uygun vezinler bulmuşlardır. Serbest müstezadı denemişler, aruzu Türkçeleştirerek yeni kalıplar oluşturmuşlar, şiirde tek kalıp kullanma geleneğini yıkmışlar, bir şiir içinde değişik uzunlukta dizeler kullanarak yeni bir şiir anlayışı oluşturmuşlardır.
Tevfik Fikret’in “Yağmur” adlı manzumesi, bir tabiat şiiri niteliği taşımaktadır. Tevfik Fikret bu şiirinde yağmurun yağışını tasvir etmektedir. Şair, bu şiirde şekil güzelliğine önem vermiştir. “Yağmur” şiirinde vezin, sağlam bir şekilde kurulmuştur. Bu şiir, aynı zamanda, Servetİfünun sanatçılarının konuya göre vezin seçme anlayışlarının da güzel bir örneğidir .
Şiirde sese, müzikaliteye önem veren Servetifünun sanatçıları, “Kafiye kulak içindir.” Görüşünü benimsemişlerdir. “Kulak için kafiye” anlayışına göre yazılışı (Arap harflerine göre) birbirini tutmayan fakat aynı sesi veren kullanımlar da kafiye olarak kabul edilmiştir. Yabancı sözcüklerin Türkçe söylenişi esas alınmış ve buna göre kafiye yapılmıştır.
Genelde toplumsal konuları işleyen Tanzimat Dönemi sanatçılarından sonra Servetifünun şairleri, ilgilerini çeken her şeyi şiire taşıyarak şiirin temasını genişletmişlerdir.
Bu dönem şairleri; kişilik özellikleri ile dönemin ağır siyasi ve sosyal koşullan yüzünden genelde bireysel duygulara ve hayallere yer vermişlerdir.
Servetifünun şairlerinde, “aşk”, “tabiat” ve “aile hayatı” başlıca temaları oluşturmuştur. Tanzimat şiirinde rağbet görmüş olan metafizik ve sosyal temalara, Servetifünun şiirinde önem verilmemiştir. Sosyal temalar, ancak topluluk dağıldıktan sonra, bazı şairlerce rağbet görmüştür. Aşk teması çoğunlukla romantik bir atmosfer içinde ele alınmış, tabiat teması da daha çok sübjektif (öznel) bir şekilde işlenmiştir.
Aile hayatına ait samimi duyguların rağbet görmesi, sanatçıların, sosyal hayatla geniş bir şekilde ilgilenme imkânını bulamayışları karşısında, kendi içlerine ve yakın çevrelerine yönelişlerinin bir ifadesidir.
Aranılan şeyleri geniş çevrede bulamayışın doğurduğu “içe kapanış”ı; yalnızlığın, sükunetin (durgunluk, dinginlik), inziva isteğinin, marazi (hastalıklı) bir duyuş ve hayal kuruşun takip etmesi de doğaldır. Dönemin ağır havası içinde kendilerini bunalmış hisseden Servetifünuncular; yabancı ülkelere (Yeni Zelanda) göç etme ve buna imkân bulamayınca da Anadolu’nun sessiz bir köyüne (Manisa’nın Sarıçam köyü) yerleşme kararını bile almışlardır. Bu bakımdan, Servetifünun şiirinin en belli ve kendilerinin de farkında olup zaman zaman şikâyet ettikleri özelliklerinden biri olan maraziliği, Fransız edebiyatındaki “asrın hastalığı” gibi Türk edebiyatında “belli bir devrin hastalığı” olarak görmek mümkündür.
Bu dönemin önemli temalarından biri de “hayal – gerçek çatışması’dır. Bu dönem sanatçıları; baskıcı koşullardan dolayı gerçeklerden uzaklaşmışlar, hayal dünyalarına ve tabiata sığınmışlardır. Üzüntü, sıkıntı, acı çekmek onlar için ilham kaynağı olmuştur.
XIX. yüzyıl Fransız şiirinin romantizmden sembolizme kadar türlü aşamalarını tanımış ve o kanaldan yeni bir duyuş ve hayal kuruş tarzı, yeni bir zevk ve estetik getirmiş olan Servetifünun şairleri; beğendikleri hayalleri de getirmeyi ihmal etmemişlerdir. Bunların ifadesi için yeni bir söz varlığı doğunca, Türk şiirinin söz varlığını yeni baştan ele almak zorunda kalmışlardır. Şiir dilindeki Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısını çoğaltmakla sonuçlanan bu aykırı çalışma ve “sanatlı üslup”, Servetifünun şiirini ancak sınırlı bir aydın topluluğunun anlayabileceği bir duruma getirmiştir.
Yenileşme hareketinin başlangıcı olan Tanzimat edebiyatı, aynı zamanda geçiş dönemi özelliği taşıdığından hem Doğu hem de Batı şiirine bağlı kalmıştır. Tanzimat Döneminde, divan şiiri ve Fransız şiirinin nazım biçimleri
birlikte kullanılmıştır. Servetifünun şairleri ise ilk şiirlerinde divan nazmının şekillerini kullansalar da topluluk oluştuktan sonra bu şekilleri terk etmişlerdir. Servetifünun şiirinde kullanılan nazım şekilleri üç kısma ayrılabilir:
SERVETİFÜNUN ŞİİRİ NAZIM ŞEKİLLERİ
DİVAN ŞİİRİNDEN GETİRDİKLERİ ŞEKİL
* Serbest Müstezat
BATI EDEBİYATINDAN ALDIKLARI ŞEKİLLER
* Sone
* Terzarima
* Triyole
KENDİ GELİŞTİRDİKLERİ ŞEKİLLER
Servetİfünun Döneminin en önemli şairleri Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’dir. Aruz veznini kullanmışlar, divan şiirindeki “müstezat” nazım şeklini “serbest müstezat” olarak değiştirmişler, Batı şiirinden yeni nazım biçimleri almışlar ve kendi geliştirdikleri nazım biçimleriyle serbest şiirin yolunu açmışlardır.
Servetİfünun Şairlerinin Getirdikleri Nazım Biçimlerinin Özellikleri
Servetifünun Dönemi’nde Halit Ziya‘dan sonra en büyük romancı olarak Mehmet Rauf kabul edilmektedir. Onun öykü ve romanlarının temel eksenini aşk duygusu oluşturur. Üslubu dağınık olduğundan çok eleştiri almıştır. “Eylül” romanı Nabizade Nazım‘ın “Zehra”sından sonra edebiyatımızda ilk güçlü psikolojik romandır. Üçlü bir aşk etrafında gelişen bu romanda öne çıkan duygu, masumiyettir. Öteki roman ve öykülerinde aşk genelde hüsranla, hayal kırıklıklarıyla biter. Bu da devrin edebî atmosferine uygundur. Mehmet Rauf; “Böğürtlence çok geç ve güç elde edilebilen aşkı, “Halâs” romanında vatan aşkını, “Yara“da ise bir annenin kızı uğruna aşkından vazgeçmesi konularını işler.
Mehmet Rauf’un roman ve öykü kişilerinin bir kısmı, sözünü emanet etiği kahramanlar, yani bir bakıma kendisidir. Bu idealize edilmiş tipler, yazarın kurguladığı bir dünya içinde kalırlar. Bu bakımdan hayatın gerçekleriyle uyuşan davranışlarda bulunamazlar.
Dönemin sosyal ve siyasal gelişmelerine kayıtsız kalan yazar, sadece “Halâs” romanıyla vatanseverlik temasını işlemiştir. Öte yandan yazdığı bazı müstehcen ya da kamu ahlakına aykırı öykülerle de eleştiri almıştır. Doğa tasvirlerinde ya da dış dünyayı anlatmada başarılı olamayan yazarın, insan ruhunun derinliklerine indikçe ve temel psikolojik durumları betimlemeye çalıştıkça gerçek sanat gücünü sergilediği gözlemlenir.
Mehmet Rauf’ta ciddi bir Halit Ziya etkisi vardır ancak onun kadar disiplinli ve üslup sahibi değildir. Buna rağmen mensur şiirlerinde ondan daha başarılıdır.
Eylül, (1900); Ferdâ-yı Garam (1913): Genç Kız Kalbi (1925, 1946); Karanfil ve Yasemin (1924); Böğürtlen (1926): Define (1927); Son Yıldız (1927); Ceriha (1927), Kan Damlası (1928), Halâs (1929), Yara (1935)
İhtizar (1909), Âşıkane (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Menekşe (1915), Bir Aşkın Tarihi (1915), Üç Hikâye (1919), Kadın İsterse (1919), Pervaneler Gibi (1920), Gözlerin Aşkı (1924)
Ferdi ve Şürekâsı (1909): Halit Ziya’nın eserinden sahneye aktarılmıştır.
Pençe (1909), Cidal (1911), Yağmurdan Doluya (1919), Sansar (1920), Ceriha (1927)
Siyah İnciler (1901,1926): 65 adet mensur şiirden meydana gelir. Mehmet Rauf’un dergi sayfalarında kalmış çok sayıda makalesi vardır.
Büyük Türk Klasikleri
]]>
Hatıra; edebiyatımızda seyahat, tarih, biyografi hatta destan ve hikâye türleri arasında kalarak ayrı bir tür olarak gelişememiş ve bu türlerle iç içe geçmiştir.
Edebiyatımızda hatıra türü çok yaygın değildir ancak önde gelen kişilerin, Göktürk Yazıtlan’ndan itibaren başlarından geçenleri anlattıkları görülmektedir. Hatıranın çok seçkin örneklerinden biri Babür Şah’ın resmî hayatı yanında günlük işlerinden, korku ve savaşlarından, sadelikle söz eden “Vekayi” ve “Babürname” adlı eserleridir. Batı edebiyatının örnekleriyle karşılaşıldıktan sonra, yazarlar onların benzerlerini yazmaya başlamışlardır. Batı ile karşılaşan ilk resmî görevlilerin layihaları (Herhangi bir konuda bir görüş ve düşünceyi bildiren yazı.), sefaretnameleri (Yabancı bir ülkeye elçilik göreviyle gidenlerin hatıralarını içinde toplayan eser.) de kendi kişisel gözlemlerini yansıtmaları bakımından birer hatıra sayılır.
Hatıra, Servetifünun Dönemiyle birlikte edebî bir tür olarak ortaya çıkmıştır. Batılılaşmayı ve yenileşmeyi en büyük amaç olarak gören Servetifünun sanatçıları; her alanda Batı’yı örnek alan, Batılı anlayışa uygun eserler vermişlerdir. Bu dönemde, hatıra türü de Batılı örneklerine benzer bir şekilde gelişmeye başlamıştır.
Sanatı bir amaç olarak gören, toplumsal ve siyasi konulardan uzak duran (özellikle şiirde) Servetifünun yazarları; hatıralarında bu konular üzerinde de durmuşlardır. Dönemin hatıra türündeki eserlerde:
Halit Ziya Uşaklıgil, edebiyatımızda Batılı anlamda hatıra türünün ilk önemli örneklerini veren sanatçımızdır. Dokuz ciltten oluşan bu yazıların ilk beş cildi “Kırk Yıl (1936)” adını taşır. Bu eserde yazarın kırk yaşına kadar hayatı, o devirdeki tarihî olaylar, İstanbul ve İzmir’deki aile ve basın çevreleri anlatılmaktadır. Kırk Yıl, özellikle Servetifünun Dönemini en güzel anlatan belgedir. Hatıralarının ikinci bölümünü oluşturan “Saray ve Ötesi (1942)” üç ciltten oluşur. Yazar, burada Mabeyn Başkâtibi olarak geçirdiği dört yılın olaylarını, padişah, sadrazam ve diğer devlet adamı tiplerini tarafsız, dürüst bir şekilde anlatmaktadır. Saray ve ötesi, yakın tarihimiz için benzersiz bir belgedir. Hatıraların son cildi “Bir Acı Hikâye (1942)”dir. Yazar, 23 yaşındaki oğlu Halil Vedat’ın ölümünden duyduğu ıstırabı, kişisel hatıralarını da katmak suretiyle ortaya koymuştur.
Servetifünun dergisinin sahibi olan Ahmet İhsan Tokgöz; “Matbuat Hatıralarım” eserinde, 1888 -1914 dönemine ait anılarını kaleme almıştır. Bu eserde, II. Abdülhamit Devrinin baskıcı yönetimi ve sansür ile dönemin basın ve sanat yaşamı yansıtılmıştır.
Mehmet Rauf’un “Edebî Hatıralar” adlı eseri; farklı yayın organlarında çıkan, sanatla ilgili anılarından oluşmaktadır.
Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Siyasal Anılar” adlı eserinde Meşrutiyet Döneminin olayları, “Edebî Hatıralar” adlı yapıtında ise Servetifünun Dönemiyle ilgili anılar yer almıştır.
]]>
Servetifünun sanatçıları içinde Halit Ziya ile birlikte ansiklopedik nitelikli bir sanatçı olan Cenap, hayatının tamamını çalışarak, edebî konularda kendini geliştirmeye gayret ederek geçirmiştir. Başta Fransızca, Almanca ve İngilizce olmak üzere İtalyanca, Farsça, biraz da Arapça bilirdi. Çok okuyan, sadece edebiyat alanında değil mesleki sahada da literatürü takip eden geniş kültürlü bir şairdi.
Edebiyata başladığı yıllardan itibaren sadece kendi doğruları içinde kalmış, kendi kendine geliştirdiği bir şiir estetiğinin sürdürücüsü olmuştur. Ülkede ortaya çıkan dil hareketlerine kayıtsız kalmış, hatta yenileşmenin karşısında olmuştur. Bu yüzden çağının gelişmelerini kendi kalıplaşmış sanat anlayışının penceresinden seyretmiş ve birkaç kez fırsat doğduğu hâlde halkın diliyle şiir söyleme gereğini duymamıştır. Ancak ömrünün sonlarına doğru bir aşk öyküsünün heyecanını yansıtan “Senin İçin” adlı şiirinde yeni şiir dilini yakalayacak fakat yenileşme çabalarını sürdüremeyecektir.
Kişilik olarak kendinden emin ve başkalarını hafif alaycı bir tavırla gören bir yapıya sahip olan Cenap, bu özelliği yüzünden çeşitli konularda giriştiği tartışmaların çoğundan yenilmiş olarak çıkacaktır. Bunun en önemli göstergelerinden biri, onun Millî Mücadele’ye karşı oluşu ve Damat Ferit hükümetinin yarı resmî yayın organı olan Ali Kemal’in çıkardığı “Peyam-Sabah” gazetesinde ısrarla sürdürdüğü zehir zemberek yazılarıdır. Ali Kemal’in ortadan kaybolmasından sonra bile yazılarını sürdürmeye devam etmiş Kuva-yı Millîye’nin tepkilerini üzerinde toplamıştır. Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından sonra herhangi bir kovuşturmaya uğramamış ve resmî görevine devam etmiştir.
Hayat ve olaylar karşısında kayıtsız kalışı, kullandığı dilin daha yaşarken eskimesi ve hayatı boyunca yaptığı edebî kavgalar şairi haklı çıkarmamıştır. Servetifünun şiir estetiğinin oluşumunda büyük emeği geçen Cenap, şiirlerinde deruni ahenk (iç ahenk)i işleyen sembolist bir şairdir. Daha çok aşk ve tabiatın değişen hâlleri üzerine şiirlerini oluşturan ve pek nadir olarak bu temaların dışına çıkan şair; ölümü, intiharı (Son Arzu) ve santimantalizmi (aşırı duygusallık) değişik şiirlerinde ele almayı da ihmal etmez. Cenap, Fikret’in duygularıyla yazmasına karşılık geniş kültürü ile şiirlerine hayat verir. Fikret gibi pamasizme sıcak bakmış ve bu yolda şiirler kaleme almıştır.
Millî Mücadele’ye karşı olduğu gibi Millî edebiyata da karşı çıkmış, Ali Canip’le giriştiği tartışmalarda zamana dire-nemeyen görüşler ileri sürerek bir bakıma kendi sanat ve edebiyat kaderini belirlemiştir.
Cenap, on yedi yaşında yazdığı “Tâmât” adlı ilk kitabını 1887’de yayımlamıştır. Zaman içinde yazdığı manzumelerini “Evrak-ı Leyâl” adı altında bir araya getirmeyi düşündüyse de bunu gerçekleştirememiştir. Şiirlerinin büyükbir kısmı “Saadettin Nüzhet Ergun” tarafından, “Cenap Sahabettin, Hayatı ve Seçme Şiirleri” adı altında 1934’te yayımlanmıştır. Daha sonra 1984’te Mehmet Kaplan ve öğrencilerinin iş birliği ile “Cenap Şahabettin’in Bütün Şiirleri” adıyla Cenap’ın yayımlanmış ve yayımlanmamış şiirleri bir araya getirilmiştir.
Şiirdeki titizliği ve üslupçuluğunu nesirde de gösteren Cenap, Servetifünun nesir estetiğinin öncüsü olmuştur, denilebilir. Ahenge dayalı bir nesrin peşinde olan Cenap’a göre içinde yaşanılan devir ile yazarın eserine yön veren üslup arasında şaşmaz bir ilişki vardır. Duygu ve düşüncelerdeki değişiklikleri sanat için gerekli gören Cenap, buna bağlı olarak dil ve anlatım tarzının değişmesini de olağan karşılar.
Çok geniş bir alanda yazı yazan Cenap’ın bazı yazıları bir araya getirilmiş ise de çoğu gazete ve dergi sayfalarında dağınık bir hâldedir.
“Hac Yolunda”, 1986’da Servetifünun dergisinde yayımlandıktan sonra kitap olarak yayımlandı. Bu eser; Hac izlenimlerinden çok, sanatlı Osmanlı nesrinin güzel örneklerini içerir.
Cemal Paşa’nın davetlisi olarak bulunduğu Irak ve Suriye hakkındaki izlenimlerini kaleme aldığı bu eser, Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayımlanan 13 makaleyi içerir.
1918 – 1918 tarihleri arasında “Sabah” gazetesinde yayımlanan 10 mektuptan oluşmaktadır.
Şairin Avrupa seyahatiyle ilgili izlenimlerini içerir.
“Evrâk-ı Eyyam” (İst. 1915), Hasan Akay tarafından 1998’de yeni harflerle yayımlanmıştır, Nesr-i Harp, Nesr-i
Sulh (I. Dünya Savaşı sırasında yazılmış yazılardan oluşmuştur. Yazarın “Tiryaki Sözleri” adlı kitabı ile birlikte basılmıştır.)
“Tiryaki Sözleri (İst. 1978; Haz: Orhan Köprülü ve Reyan Erben)” ile “Cenap Sahabettin ve Vecizeleri (1959; Haz: Mehmet Saka, Vasfi Şensözen)”
“Yalan”, 1911’de yazılmasına rağmen ancak 1913’te sahnelenir. “Körebe”, görücü usulüyle evlenmenin eleştirisini yapan bir komedidir.
“Türkçe Sözlük”, şairin ömrünün son yıllarında hazırlamaya çalışıp da bitiremediği sözlük taslağıdır.
Büyük Türk Klasikleri ve Ali İhsan Kolcu, Servetifünun Edebiyatı
]]>
Servetifünun Dönemindeki öğretici metinlerin dili, şiire göre konuşma diline daha yakındır ancak her türlü yazıyı edebî bir ürün olarak gören Servetifünun sanatçıları, gezi yazısında da sanatlı bir dile ve şiirsel bir anlatıma başvurmuşlardır.