Bilinç Akışı Tekniği
Bu teknikle karakterin iç dünyası hiçbir kaygı olmadan okuyucuya aktarılır. Karakterin duyguları ve düşüncelerindeki değişimler bu teknikle verilir. Karakterin aklından geçen düşünceler bütün karmaşıklığıyla ve herhangi bir sıra olmadan okuyucuya verilir. Bu sayede okuyucu karakterin psikolojisini ve ruh hâlini daha iyi anlayabilir ve bazı olaylarla, bu olayların nedenleri arasındaki bağlantıları açıklayabiliyor. Ayrıca karakterin aklında kurduğu planlar ve yapmak istediği şeyler de bu teknikle verilir.
Örnek
Getirip karşısına buruş buruş, upuzun bir gölge dikiyorlar ve o soruyor; kocanın ne işle meşgul olduğunu biliyor muydun? Gölge diyor; bilmiyordum. Ne zamandan beri bilmiyordun? Gölge diyor, beni alıp kaçırdığından beri. Kaçırmış mıydı seni? Gölge diyor; he, kasabamdan alıp kaçırmıştı. Peki bunca altını, halıyı, vesaireyi bu adam acaba hangi parayla alıyor diye hiç merak da mı etmiyordun? Gölge diyor; etmiyordum. Peki vukuat nasıl oldu vukuat, onu anlat! Gölge diyor; o eve yeni gelmişti, nereden geldiyse… Sonra? Sonra o geldiğinde çocuk ağlıyordu ve o çocuğu ağlar buldu. Evet? Ağlar bulunca öfkelendi o.
Hasan Ali Toptaş, Kayıp Hayaller Kitabı
METNİ ANLAMA VE ÇÖZÜMLEME
1. Okuduğunuz parçanın olay örgüsünü çıkarınız. Sizce bu örgüdeki hangi olay romanın ana fikrini doğrudan vermektedir?
Zehra, kendisini görevine adamış sert bir öğretmendir. insanlara karşı acıma duygusu fazla gelişmemiştir. İyi bir öğretmendir ama öğrencilerine çok serttir ve onların yaptığı en ufak bir hatayı bile affetmez. Maarif Müdürü Tevfik Hayri Bey, Zehra’nın bu tutumundan dolayı oldukça dertlidir. Bir gün Müdür Bey, Zehra’yı çağırarak Kendisine İstanbul’dan bir telgraf geldiğini, babası Mürşit Efendi’nin çok hasta ve ölüm döşeğinde olduğunu söyler. Zehra ise bir hata olduğu, babasının olmadığı şeklinde bir yalan söyler. Daha sonra izin alır ve İstanbul’a doğru yola çıkar. Yolda babasının ailesine neler yaptığını; annesini, ablasını ve anneannesini nasıl öldürdüğünü ve nihayetinde kendisini bir yatılı okula verip hiç aramadığını düşünür. Evine ulaştığında eski komşuları Vehbi Bey kendisini karşılar. Ama çok geç kalmıştır. Babası son nefesine kadar Zehra’nın ismini sayıklayarak ölmüştür. Babasının sandığında bir günlük bulur. Günlüğü okuduğunda bütün olanların asıl suçlusunun babası değil annesi olduğunu, bunca yıl babasını yanlış tanıdığını öğrenir. Pişman olur ve içinde bir acıma duygusu oluşur. Okuluna ve öğrencilerine bambaşka bir insan olarak döner. Artık acımayı öğrenmiştir. Bir süre sonra evlenir.
Ana fikri doğrudan verilmemiştir.Örtük ileti olarak sunulmuştur.
2. Roman, hikâye ve tiyatro gibi olaya dayalı edebî türlerde olaylar gerçek hayattan hareketle kurgulanır ancak yazar bu gerçeği sanat metinlerine özgü “düşsel gerçekliğe” dönüştürerek verir. Buna göre “Acımak” romanında anlatılanlardan hangisi ya da hangilerinin gerçek hayatta yaşanması mümkündür? Metinden örnekler gösteriniz.
Zehra öğretmenin yaşadıkları günlük hayatta karşımıza çıkabilir. Zaten yazar kurmaca gerçekliğe dokunmadan yazması mümkün değildir. Bu romanda Zehra’nın başına gelenler, çocukluk yıllarında olaylar, babasının başından geçenler ve son tahlilde babasının durumu ve Zehra’nın bunları öğrenmesi belki bütünüyle bir insanın başından geçmeyebilir ama bir şekilde bu olayları ayrı ayrı yaşayanlar bulunabilir.
3. Romanda anlatımın birinci kişi ağzından yapılmış olması romanı nasıl etkilemiştir? Anlatıcının yönlendirme yapıp yapmadığını, olayları yorumlayıp yorumlamadığını tartışınız.
Kahraman Bakış açısıyla anlatılmıştır. Yaşanılan olayların bire bir yaşayan kişinin ağzından anlatılması bize o kişinin duygu dünyasını geniş bir şekilde açabilir. Yönlendirme de illa ki olacaktır çünkü olayları sadece kahramanın dünyasından okumaktayız. Diğer kişilerin duygu dünyasına inemiyoruz.
1. ETKİNLİK
Arkadaşım hangi felâketin beni bu hale getirdiğini sormuyordu. Hayat böyleydi. İnsanlar ayrı ayrı yollara dağılırlardı. Kiminin tuttuğu yol insanı bu Cevdet gibi, muvaffakiyete götürür. Kimininkini de benim vardığım şahikaya çıkarırdı. Bu bir talih, tesadüf meselesiydi. Niçinini, nasılını sormak beyhudeydi.
Cevdet:
— Sana bir muavenette bulunabilir miyim Mürşit, dedi.
— Geçti, dedim. Bu tesadüf bir iki sene evvel olsaydı belki eski arkadaşa bir iyilik edebilirdin. Fakat şimdi.. Ölüler gibiyim… Hiçbir şeye ihtiyacım yok… Yuvarlanıp gidiyoruz.
Yukarıdaki parçanın birinci paragrafında anlatıcı, olay ile okuyucu arasına girerek anlatma yoluna gitmiştir. Buna anlatma tekniği denir. İki ve üçüncü paragrafta ise arada kimse olmadan olay doğrudan okuyucuya aktarılmıştır. Bu tekniğe de gösterme tekniği denir. Görüldüğü gibi bu iki teknik birlikte kullanılmaktadır.
Bu açıklamaya göre siz de “Acımak” romanından anlatma ve gösterme tekniklerine örnek bölümler bulunuz.
Anlatma Tekniği:
· Artık ne düşüneceğimi, ne yapacağımı şaşırıyorum. Tecrübeli ve zeki kaynanam imdadıma yetişti. Meveddet’in bu hastalığı için bir teşhis koydu ki doktorların o müphem “sinir zafiyeti” tabirinden çok daha mükemmel. Meveddet yine uzun bir hırçınlıktan sonra odasına çekilmişti
· Kaynanam fazla bir şey söylemeden çıkıp gitti. Bu sefer de ben mangalın başında düşünüp kaldım. İhtiyar kadının söylediği şeylere benim de aklım yatmıştı. Ona verilecek cevap yoktu. Ah fukaralık! Sevdiği insana istediği bir temiz havayı bile aldıramamak ne acı şey.
· Bu sitemli şakalar için Meveddet’e kızardım. Fakat şimdi ona hak vermeye başladım. Evet biraz daha gözümü açamaz mıydım?
· Maamafih o gece karar verdim. Bir yolunu bulup behemehal İstanbul’a gideceğim. Sevgili karımın göz göre göre gurbet illerde ölüp gitmesine nasıl tahammül ederim?
· Bu akşam vapurun güvertesinde bir parmaklığa dayanmış duruyordum. Biraz ötede açılır kapanır sandalyelerde oturan yolculardan birinin dikkatle bana baktığını gördüm.
· Kıyafetim pek süflidir. Onun için sokaklarda kadın erkek birçok kimse dönüp dönüp bana bakar. Kimi güler, kimi tiksinerek yüzünü buruşturur. Hatta bazan dükkân camekânlarındaki aynaların önünde durarak kendim de kendimi hayretle seyrederim.
Gösterme Tekniği:
·
— Anne, ben bir şey anlamıyorum… Ne yapacağız, dedim.
O tereddütle:
— Vallahi ben de bilmem oğulcum ama, dedi, hani neferlerin bir sıla hastalığı vardır… Benim anladığıma göre yavrucuğum o hastalığa tutuldu.
Ben evvelâ güldüm:
— Fakat, Meveddet İstanbul’u bilmez ki onun hastalığına tutulmuş olsun, dedim.
·
— Namuslu bir adam oldun da eline ne geçti. Sanki başkaları gibi çalıp çırpaydın bizim de elimizde beş on paramız olurdu. Böyle sıkıntı çekmezdik. Hiç değilse biraz daha gözünü açamaz mıydın? Bak eski defterdar, İstanbul’da bilmem ne müsteşarı oldu, geldi.
— İyi ama o adam vali aleyhinde saraya curnal göndermişti.
— Fena mı etti? Vali için “Vilâyeti kasıp kavuruyordu!” diyen sen değil miydin?
·
— Sen misin Mürşit? dedi.
Suç üstünde yakalanmış bir adam gibi sıkılarak başımı salladım.
— Ne yapıyorsun? Ne iş görüyorsun?
Çok sıkılmış olmama rağmen içimden gayriihtiyari bir gülme geldi. Bir parmağımla Dolmabahçe’nin parlak fenerlerini göstererek:
— Sarayda Teşrifat Nazırı’yım dedim.
Cevdet de güldü. Hiç beklemediğim, bir samimiyet ve merhametle elimi tutup sıktı:
— Vah Mürşit vah!…