Bilinen bir şeyi, bilmez görünerek anlatmadır. Bu, çoğu kez soru ya da abartma yoluyla yapılır.
Diğer bir tanımla:
Nükte yapmak veya bir anlam inceliği yaratmak için, şairin gayet iyi bildiği bir şeyi bilmiyor görünerek söz söylemesine tecahül-i arif denir. Şair, bu sanatı yaparken çoğu kez mübalağa (abartma) ve istifham (soru sorma) sanatlarından faydalanır.
Sen güneş misin ha?
Kaya mısın, yoksa su mu?
Giderken bunca can
Susmuşsun da,
Sanki var mısın?
Yukarıdaki örnekte ozan onun güneş, kaya, su ya da var olup olmadığını bilmemesi olanaksız olduğu halde bilmez görünüyor.
* Çördükler, cevizler, iğdelerin
Gidin bakın gölgeleri orda mı? (Cahit Külebi)
* Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? (Cahit Sıtkı Tarancı)
*Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer? (Ahmet Haşim)
* Su insanı boğar, ateş yakarmış.
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış. (Cahit Sıtkı Tarancı)
* Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ
El hâk bu ne halet, bu ne hoş âb ü hevâdır (Nedim)
“Gökyüzünün başka rengi de varmış
Geç fark ettim taşın sert olduğunu
Su insanı boğar ateş yakarmış
Her doğan günün bir dert olduğunu
İnsan bu yaşa gelince anlarmış”
Yukarıdaki dizelerde de şair tecahül-i arif yapmıştır. Gökyüzünün farklı renklerini, taşın sert olduğunu, suyun insanı boğabileceğini, yine ateşin yakabileceğini elbette şair de biliyor. Ancak şair, kendisindeki ve çevresindeki birtakım değişiklikleri sonradan fark ettiğini anlatmak için bu yola başvurmuştur.
“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz”
dizelerinde şair şakaklarına kar yağmadığını, şakaklarındaki beyazlıkların ağaran saçlarından kaynaklandığını biliyor aslında. Ama kendisindeki bu değişimi vurgulamak, artık gençliğinin elden gittiğini daha güzel bir şekilde anlatmak için bu yola başvurmuştur. Aynı şekilde ikinci dizede de şair tecahül-i arif yapmıştır. Çünkü şair “yüzün” kime ait olduğunu biliyor; ama yüzündeki değişime dikkati çekmek için bildiği halde bilmiyor gibi davranıyor.
“Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım”
Bu dizelerde şair, ay yüzlü sevgiliye aşık olmasında kendisinin bir günahı olmadığını söylüyor. Hatta “Kurbanın olam var mı benim bunda günahım” sözleri ile şair, sevdiğine aşık olmasında kendisinin suçu olmadığını söyleyerek tecahül-i arif yapıyor. Sevgiliye bakan, bu bakmanın etkisi ile ona aşık olan, onu seven kendisidir. Ama şair, bunu bilmezden gelerek sevdiğinin ne kadar etkileyici olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
“Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?”
Son dizede şair tecahül-i arif sanatına başvurmuştur. Şair de biliyor ki sular yanmadı. Ama akşam güneş batarken, güneşin kızıl ışıklarının suya yansıması sonucu su yanmış gibi görünür. İşte sudaki bu ışık oyuna dikkati çekmek için şair, bilmezden gelip “Sular mı yandı?” ifadesini kullanmıştır.
TECAHÜL-İ ÂRİF (BİLMEZLİKTEN GELME) ÖRNEKLERİ
“Şimdi gerçek ey Safa yârimle hem sohbet miyim
Pek inanmam gaaliba görmekte rüya gözlerim”
“Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi
Arzu dolu, yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan”
“Arzu dolu, yaşamak dolu
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan? “
Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani
Sahi senden mi doğdum anne
Yollar, nehirler, kuşluk vakitleri dururken
Bir insandan mı doğar bir çocuk?
Afrodit, istiridyeden doğmuş;
Yazık,
Doğacak ana bulamamış
Zavallıcık!
“Yılın ilk karı yağdı
İyice kısaldı günler
Ölülerimiz üşür mü ki?”
“Sözü yazdımdı da kalmış öbür entaride
Va’diniz bûse mi vuslat mı unuttum ne idi”
“Ey şûh Nedimâ ile bir seyrin işittik
Tenhaca varıp Göksu’ya işret var içinde”
“Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbanın olam var mı benim bunda günahım”
“Dün gece yoktu ki
Bu dağ buraya nasıl gelmiş? “
“Çördükler, cevizler, iğdeler
Gidin bakın gölgeleri orda mı? “