Türk Dilinin Tarihî Gelişimi ve Türkiye Türkçesinin Oluşumu

Türk Dilinin Tarihî Gelişimi ve Türkiye Türkçesi

Türkçenin tarihî gelişimi dönemler hâlinde ele alınabilir. Türkçenin İlk Türkçe ve Ana Türkçe döneminden kalan yazılı belge elimizde olmadığı için bu dönemler “karanlık dönem” sayılmaktadır. İlk Türkçe döneminde Altay dilleri olan Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca dillerinin daha birbirinden ayrılmadığını söyleyebiliriz. Ana Türkçe döneminde ise Türkçenin Altay dilinden ayrılmış, farklı özellikler göstermeye başlamış ve artık kendi başına bir dil olmuştur. Karanlık dönemde Türkçenin iki temel lehçesi olan Yakutça ve Çuvaşça ortaya çıkmıştır.

Türkçenin Eski Türkçe ve sonraki dönemlerine ait metinler günümüze kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bu metinlerden hareketle Türkçenin tarihî gelişimi rahat bir şekilde takip edilebilmektedir. Türkçenin metinlerden yola çıkılarak izlenebilen dönemleri şunlardır:

A. ESKİ TÜRKÇE

Türkçenin yabancı etkilere en kapalı dönemi olan Eski Türkçe, 6. ve 13. yüzyıllar arasında etkili olmuştur. Bu dönem Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar devrini kapsar. Türkçenin ilk yazılı belgeleri bu döneme ait olduğundan Eski Türkçe için Türk yazı dilinin ilk devresi denebilir. Bu dönemdeki dilin tarihî seyrini izlemek için başta Orhun Kitabeleri olmak üzere elimizde bol miktarda yazılı kaynak vardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler üç grupta toplanır.

a. Göktürk metinleri: “Türk” adıyla kurulan MS 552-745 yılları arasında hüküm süren Göktürklerin yazmış olduğu metinlerdir. Göktürkler kendi geliştirdikleri Göktürk alfabesiyle taşlar üzerine yazılar yazmışlar, kitabeler oluşturmuşlardır. Çok sayıda olmasına rağmen “bengi taş” da denen bu yazıtların en ünlüleri Kül Tigin, Bilge Kağan ve Vezir Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir.

b. Uygur metinleri: Tarih sahnesinde Köktürklerden sonra çıkan Uygurların oluşturdukları metinlerdir. Budizm’i ve Maniheizm’i benimseyen Uygurlar, yeni dinlerinin de etkisiyle çeşitli taşlar ve kâğıtlar üzerine Uygur yazısı ile metinler yazmışlardır. Bu eserlere Doğu Türkistan’daki kazılar sonunda ulaşılmıştır. Bu kazılarda bulunan yüzlerce eserin çoğu Budizm’le ilgilidir.

Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın), Altun Yaruk (Altın Işık), Irk Bitig (Fal Kitabı), Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzadenin hikâyesi) Uygurlara ait metinlerdendir.

c. Karahanlı metinleri: 840-1212 tarihleri arasında, devlet ve medeniyet kuran Karahanlılara ait olan metinlerdir. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar döneminde İslami dönemin etkilerini taşıyan Divân-ı Hikmet, Atabetü’l-Hakayık, Dîvânü Lûgati’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserler yazılmıştır.

Türkler, 12. yüzyıldan itibaren batıya ve kuzeye doğru yayılarak yeni yerleşim yerleri edinmiş, değişik kültürlerle içli dışlı olmuşlardır. Türklerin medeniyet dairesinde yapmış oldukları bu değişiklikler dillerine de yansımış, Türkçenin yapısında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Türkçe, bu dönemde Batı Türkçesi ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere iki kola ayrılmıştır:

B. BATI TÜRKÇESİ

Eski Türkçe devresinden sonra Orta Asya’dan batıya doğru yayılan Batı Türklerinin kullandığı dildir. Batı Türkçesi 13. yüzyıldan günümüze kadar gelmiştir. Oğuz şivesine dayanan Batı Türkçesi gelişimini Eski Anadolu Türkçesi, Oğuzca ve Çağdaş Dönem Türkçesi şeklinde sürdürmüştür. Fakat Oğuzca içinde Doğu ve Batı Oğuzca olarak iki daire belirmiştir. Bunlardan Doğu Oğuzcası Azeri Türkçesi, Batı Oğuzcası ise Osmanlı Türkçesidir. Bu iki dil arasındaki fark, Azeri Türkçesinin, Kuzey-Doğu Türkçesinin etkisinde daha çok kalmasından kaynaklanmaktadır. Azeri Türkçesi daha çok Azerbaycan, Kafkasya, Irak ve Doğu Anadolu sahalarında; Osmanlı Türkçesi Orta Anadolu, Batı Anadolu, Balkanlar gibi geniş bir coğrafyada konuşulur. Batı Türkçesinin dönemleri şunlardır:

a. Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir. Eski Türkçenin izlerini taşıyan bu Türkçe, 13 ve 15. asırlarda Anadolu’da konuşulan Türkçedir. Batı Türkçesinin geçiş evresidir. Bundan dolayı bu döneme Batıdaki Orta Türkçe diyebiliriz. Bu dönemde Arapça ve Farsça unsurlar henüz fazla değildir fakat yabancı terkipler kullanılmaya başlanmıştır. Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Yunus Emre’nin “Divan”ı, “Risatetü’n Nushiye’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i, Âşık Paşa’nın “Garipname”si, Hoca Dehhani’nin kaside ve gazelleri bu dönemin en güzel örnekleridir.

b. Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir. 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar devam eder. Eski Anadolu Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki dönemdir. Eski Türkçenin etkileri kaybolmuş, dile yeni gramer şekilleri girmiştir. Bu dönemde kültürel etkileşimden dolayı dilimizde Arapça ve Farsça unsurlar, kelime ve terkipler bolca yer almıştır.

c. Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin üçüncü ve son devresidir. 1908 Meşrutiyeti ile başlayan ve günümüzde de varlığını sürdüren bir yazı dilidir. Bugün bu devrenin içinde bulunuyoruz. Gramer özellikleri Osmanlıcayla benzerlik gösteren bu dönemde, dil oldukça sadeleşmiş, cümle kısalmış, yabancı sözcük ve tamlamalar büyük ölçüde bırakılmıştır. Bu dönemde İslami kültür unsurlarının Türkçe üzerindeki etkisi azalmış, Batılı kültür unsurlarının etkisi ise artmıştır. Günümüzde Kıbrıs, Balkanlar ve Anadolu’da konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesi olarak değerlendirilmektedir.

C. KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ

Orta Asya’da ve Hazar’ın kuzeyinde yaşayan Türklerin, Eski Türkçeden sonra kullandıkları yazı dilidir. Eski Türkçenin bir devamı niteliğinde olan bu dil, aynı zamanda Orta Asya ve kuzeydeki yeni yazı dillerine bir geçiş aşaması oluşturmuştur. Bu özelliğinden dolayı Kuzey-Doğu Türkçesi “Orta Türkçe” olarak da isimlendirilmiştir. Kuzey ve Doğu kolu 13-14. yüzyıllara kadar birlikte kullanılmış ve bir geçiş süreci yaşamıştır. Bu geçiş sürecinden sonra 15. yüzyıla gelindiğinde birbirinden iyice farklılaşmış ve bunun sonucunda “Kuzey Türkçesi” ve “Doğu Türkçesi” diye iki kola ayrılmıştır.

a. Kuzey Türkçesi: 15. yüzyıldan günümüze kadar gelen ve Kuzey Türklerinin kullandığı yazı dilidir. Kuzey Türkçesinin temeli Kıpçak şivesine dayanır. Bu nedenle “Kıpçakça” veya “Tatarca” olarak da anılmaktadır. Bu dönemin dil özelliklerini “Kodeks Kumanikus, Tercümanü Türkî ve Arabî, Hüsrev ile Şirin Tercümesi, Gülistan Tercümesi” gibi eserlerde görmek mümkündür.

b. Doğu Türkçesi: 15. yüzyılda farklı bir dil özelliği kazanan, Orta Asya Türkleri tarafından kullanılan ve günümüze kadar yaşayan yazı dilidir. Doğu ve Batı Türkistan şivesine dayanan Doğu Türkçesi “Çağatayca” olarak da bilinir. Çağataycanın bu parlak döneminde yazılan “Şecere-i Terakime, Şecere-i Türk, Mecalisü’n Nefais, Muhakemetü’l Lügateyn, Kısasü’l-Enbiyâ, Nehcü’l-Ferâdis” gibi eserlerde dönemin dil özelliklerini görmek mümkündür.

D. ÇAĞDAŞ DÖNEM TÜRKÇESİ

Çağdaş Türkçe şu anda Türk devletlerinde ve Türklerin yaşadığı bütün bölgelerde devam etmektedir. Bu dönem Türkçesi kendi içinde Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Gagavuz Türkçesi gibi bölümlere ayrılmıştır.