9.Sınıf Türk Edebiyatı 1.Ünite:Güzel Sanatlar ve Edebiyat Konu Anlatımı

İçindekiler

I. ÜNİTE: GÜZEL SANATLAR ve EDEBİYAT

Güzel Sanatlar İçinde Edebiyatın Yeri

İnsanda bir takım güzel duygular uyandıran, insana bir coşku ve heyecan veren eserlere sanat eseri denir. Sanat eserleri insanın duygu ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.

Edebiyat güzel sanatlar içinde en soyut olan güzel sanat dalıdır. Çünkü malzemesi dildir. Malzemesinin “dil” olması onu herkes için olmanın yanı sıra hudutları en dar ve milli olan tek sanat dalı haline de getirir. Taşınması, eserini seyirci ile doğrudan karşı karşıya getirmesi, nesilden nesile aktarılması, orijinalinin korunması bakımlarından da en avantajlı sanat dalıdır. Edebiyat kişinin ruhundaki iyi ve güzeli uyandırarak kişiyi iyi ve güzele teşvik eder. Sanat eseri öncelikle “güzellik” amacı güder.

Duyguları, düşünceleri, olayları söz veya yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatına edebiyat denir.

Edebiyat; duygu, düşünce, sevinç, umut, üzüntü, tasa, kaygı gibi bireysel duyguları ve toplumsal hayattaki olayları yansıtan bir sanat dalıdır.

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Yahya Kemal Beyatlı

Örneğin yukarıdaki beyitte doğada var olan “kar”ın insan ruhunda uyandırdığı iyi ve güzel duygular dile getirilmiştir.

Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Ahmet Muhip DIRANAS

Başka bir şairimize ait yukarıdaki şiir metinde ise “kar”ın şairin ruhunda uyandırdığı farklı duygular anlatılmaktadır.

Aynı konuyu işleyen şiirlerin birbirinden farklı olması, şiiri yazan şairlerin aynı konuyu farklı biçimlerde algıladığını ve yorumladığını gösterir. Buradan sanat eserinin bilimsel eserler gibi bilgilendirici ve nesnel olmadığını anlıyoruz. Edebi eser sanatçının kişisel yorumunu taşır.

Farklı sanat dallarında ise konunun farklı anlatım teknikleriyle anlatılabileceğini unutmamak gerekir. Kar manzarasını resmeden bir ressam farklı bir teknik kullanır. Yine bir müzisyen “kar”ın kendi ruhunda bıraktığı etkiyi notalarla anlatır.

Atatürk sanatçının değerini, saygınlığını, önemini şu sözleriyle vurgulamıştır:

“Efendiler! Hayatta her şey olabilirsiniz; mebus, bakan, hatta cumhurbaşkanı… Ama sanatçı olamazsınız.”

Atatürk toplum için yararlı olan bir sanatın önemi üzerinde durmuştur:

“Bir ulus sanattan ve sanatçıdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz.”

Güzel sanatları diğer eserlerden ayıran en önemli özellik insanda coşku ve estetik haz uyandırmasıdır. Güzel sanatlar için yapılan en iyi sınıflama bu sanatların kullandıkları malzemelere göre yapılan sınıflandırmadır. Bu malzemeler fonetik ve plastik olarak ikiye ayrılır. Sesle yapılan sanatlara fonetik sanatlar, görüntüyle yapılan sanatlara ise plastik sanatlar denir. Güzel sanatların genelinde plastik malzeme kullanılırken edebiyat ve müzik ise sese dayalı bir sanattır.

Edebiyatın malzemesi kelimelerdir ve edebiyat dille gerçekleştirilen bir güzel sanatlar etkinliğidir. Edebiyatın asıl amacı, güzel sanatların en önemli öğesi olan estetik zevk duygusunu dil aracılığıyla gerçekleştirmektir. Edebiyatta fayda sağlamak amaç olarak her zaman ikinci plandadır.

Edebiyat; Tanımı, Konusu, Yöntemi

Duygu ve düşüncelerin söz ya da yazıyla etkili ve güzel bir biçimde anlatılması sanatına edebiyat denir. Edebiyat, sözcüğü Arapça ‘’edep’’ sözcüğünden türemiştir. Edebiyat sözcüğü ilk kez Tanzimat döneminde Şinasi tarafından kullanılmıştır. Şinasi’den önce nazım ve nesir türlerindeki eserlere ‘’şiir ve inşa’’ denilmekteydi.

Edebiyatın Konusu

Yazar ve şairlerin ortaya koydukları eserlerde ele alıp işledikleri her şey, edebiyatın konusunu oluşturur.

Edebiyatın Yöntemi

Dil ürünlerinin tüm özelliklerinin tarihi akış içinde bilimsel olarak incelenmesi de edebiyatın yöntemini oluşturur.

 

Edebiyatın Bilimlerle İlişkisi

Sanat eserleri ortaya konurken zaman zaman diğer bilimlerden yararlanır.

Güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilgisi vardır. Bir sanatçının ortaya koyduğu eser psikoloji, sosyoloji, felsefe ve tarih vb. bilimlerle ilgili olabilir. Sanatçı sosyal bir çevre içerisinde yaşar; eserini ortaya koyarken de bu çevreden etkilenir. Ele aldığı eserde kişisel duygu, düşünce ve izlenimlerini anlattığı gibi toplumun gelenek, görenek, inanç gibi değerlerini de ele alabilir. Bir sanatçının yaşamı da ortaya konan eser kadar önemlidir. Örneğin Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanı incelenirken; yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu belirlerken psikolojiden, sanatçının yetiştiği sosyal çevreyi incelerken sosyolojiden; yazarın etkilendiği akımları ve dünya görüşünü belirlerken felsefeden, eserin yazıldığı dönemi incelerken de tarih biliminden yararlanılır.

“Bir kenarda kalıp yaşamak yerine, toplumların içine girmeyi kabul ettiğiniz andan itibaren, onu yaratan kuralların da iyi olduğunu kabul etmek zorundasınız.”

“Vadideki Zambak” adlı eserde geçen yukarıdaki metin bilimsel bir değer taşımaktadır. Yazarın sosyolojinin bilimsel verilerinden yararlandığını göstermektedir. Bunun gibi insanın ruhsal durumunu anlatan bir edebi metin, psikoloji biliminden yararlanabilir.

Edebi bir metin bilgi vermek amacıyla yazılmaz. Edebi bir metinde öncelikli amaç güzelliktir. Bilimsel eserlerin öncelikli amacı ise bilgilendirmektir.

Bir edebi eserin değişik bilim dallarından faydalanması edebi esere bilimsel bir eser niteliği kazandırmaz. Çünkü edebi eserde kişisel yorumlar vardır.

Edebiyatın temel öğesi olan dil, diğer bilim dallarının da anlatım aracıdır. Bundan dolayı felsefe, psikoloji, sosyoloji, hatta tarih, coğrafya, ekonomi vb. diğer bilim dallarıyla yakından ilişkisi vardır. Araştırmacılar da edebiyat araştırmalarında yazarın biyografisini yazarken tarih biliminden, yaşadığı ortamı yazarken sosyoloji biliminden, yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu anlatırken ise psikolojiden faydalanırlar. Yazarı etkileyen toplumsal, siyasal ve felsefî görüşleri de diğer sosyal bilimlerin yardımıyla ortaya koyarlar.

Edebiyat Tarihi ve Önemi

Bir ulusun çağlar boyu yarattığı sözlü ve yazılı dil ürünlerini ve onların yazarlarını bilimsel bir yöntemle tarihi akış içinde inceleyen bilim dalına edebiyat tarihi denir. Edebiyat tarihi bir ulusun geçmişteki düşünce yapısını, dünya anlayışını, kültür ve uygarlık birikimini yeni kuşaklara aktarır. Böylece kuşaklar arasında köprü kurarak yeni kuşakların daha iyiyi, doğruyu, güzeli bulmalarına yardımcı olur. Bizde Tanzimat dönemine kadar edebiyat tarihi tezkirelerden ibaretti.

Tezkire: Şairlerin hayat hikâyelerini anlatan biyografi türünden eserlere denir. Başlıca edebiyat tarihi yazarlarımız Ziya Paşa, M. Fuat Köprülü, Agâh Sırrı Levend, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı’dır.

Dilin İnsan ve Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi

Dil bir iletişim aracıdır. Duygu, düşünce ve istekler dil ile aktarılır. Duygu ve düşüncelerin aktarılmasında sözü söyleyen kişi kaynak, söylenen bir söz (mesaj, ileti), iletilen sözü alan alıcı ve bir de iletişimin yapıldığı iletişim ortamı vardır. Bu düzeneğe iletişim sistemi denir. Bu yönüyle dil en etkin bir iletişim aracıdır.

Her sanat dalının kendini ifade ediş tarzı farklıdır. Ressam renklerle, müzisyen seslerle, mimar ana maddesi toprak ve taş olan maddelerle sanatını yerine getirir. Edebiyatın da ana malzemesi dildir. Dil sayesinde duygular, düşünceler, sevinçler üzüntüler dile getirilir. Bu bakımdan dil olmadan edebiyat olmaz; dil edebiyatı, edebiyat da dili besler, geliştirir. Edebi eserler sayesinde dil gelişir; anlam zenginliği kazanır ve sözcük sayısı artar. Bu yönüyle dil altına, şair ve yazarlar da bu altını işleyen kuyumcuya benzetilir. Hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro türündeki eserler dil ile yazılır. Dilin diğer önemli bir yanı da ulusal birlik ve beraberliği sağlamasıdır. Aynı dili konuşan, aynı duygu düşünce ve zevkleri paylaşanlar, kederde ve kıvançta birlikte hareket ederler.

Bir ulusun maddî ve manevî alanda ortaya koyduğu tüm eserler kültürü oluşturur. Edebiyat da kültürün içerisinde yer alan bir sanat dalıdır. Örneğin İslâmiyet’ten önceki dönemde yazılmış olan ürünlerden destanlar, koşuklar, savlar sayesinde biz o dönemin kültürünü, yaşam biçimini, inançlarını öğreniriz.

Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Yunus Emre

Yukarıdaki metin 14. yüzyılda sade bir dille söylenmiştir. Bu metin dil sayesinde günümüze dek yaşamıştır. Bu sayede Yunus Emre gibi yüzlerce şairin, yazarın eserleri korunabilmiştir. Bu bakımdan dil bir kültür taşıyıcısı olarak önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Dil ve kültür edebiyata bir derinlik, bir canlılık katmaktadır.

Bir dil, konuşan kişinin kültür düzeyine göre farklılıklar gösterir. Bir kişinin bakkalda, alışverişte ya da sokakta konuştuğu dil ile resmi çevrelerde kullandığı dil farklıdır. Bu nedenle günlük yaşamda alışverişte, eş dost arasında, bakkalda kullandığımız dile konuşma dili denir. Konuşma dilinde duygu ve düşünceler kısa cümlelerle anlatılır, anlatımda devrik cümlelere yer verilir. Konuşma dilinde noktalama işaretlerine pek uyulmaz. Onun yerine vurguya ve tonlamaya dikkat edilir. Çoğu zaman cümlede öğelerin yerleri değişir; yüklem başta ya da ortada olur. Duygu ve düşünce daha belirgin olarak söylenir. Nerde kaldın, ayol? “İş olur mu burada?” vb. cümleleri buna örnek olarak gösterilebilir.

Bir rapor, bir makale, fıkra ya da bilimsel içerikli yazı hazırlarken kullanılan dile de yazı dili denir. Günlük resmî yaşamda, gazetelerde, dergide ve kitaplarda kullanılan dil yazı dilidir. Yazı dilinde cümlelerin açık, akıcı, sade ve dil bilgisi kurallarına uygun olmasına dikkat edilir. Yazıda yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine uyulur.

Bir milleti ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, millî şuuru besleyen, bir millete mensup olma hazzını veren ve bireylerini birbirine yaklaştırarak onlar arasında birlik yaratan unsur olarak dilin, millet hayatındaki yeri çok önemlidir. Öyle ki milletin varlığı, dilin varlığıyla mümkündür.

İnsanın geçmişini öğrenmesinde, gününü yaşamasında, geleceğine yön vermesinde, kişiliğini kazanmasında, aynı dili konuşan diğer insanlarla iletişim kurmasında ve kendisini ifade etmesinde dilin çok önemli bir araç olduğu muhakkaktır. Bu bakımdan dil bir anlamda bireye hizmet eder. Ancak, insan tabiatı gereği toplu hâlde yaşamaya ihtiyaç duyar. Çevresinde kendiyle aynı değerleri paylaşan insanların bulunmasını ister. Bu ortak değerlerin oluşturulmasında, paylaşılmasında, nesilden nesile aktarılmasında, milletin varlığını devam ettirmesinde dil, çok önemli bir görevi yerine getirir. Çünkü millet olmanın birinci şartı, aynı dili konuşmaktır.

Dil, milletin ortak kültürüyle yol alarak varlığını devam ettirir. Milleti oluşturan bireyler arasında birleştirici bir rol üstlenen dil, aynı zamanda ortak şuurun, millî şuurun ortaya çıkmasına hizmet eder. Millî birliği ve beraberliği sağlar. Dilin bu özelliği Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran; Türk halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek, Türk dili demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an’anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası, bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.” sözlerinde veciz ifadesini bulmuştur.

Millî varlığın korunmasıyla dilin korunması arasında çok sıkı bir ilgi vardır. Dilini unutmayan fakat bağımsızlığını kaybeden bir toplum milliyetini koruyor demektir. Bu toplum, bağımsızlığını kazanıp bir devlet kurarak, bir millet olarak yeniden tarih sahnesine çıkabilir. Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla Türklerin ve diğer milletlerin bağımsız birer devlet olarak yeniden tarih sahnesine çıkmaları bunun en yeni örneğidir. Tarihte bunun başka pek çok örneği vardır. Ancak dilini kaybeden milletlerin tarih sahnesinden silindikleri de bilinmektedir.

Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevini (insanlar arasında anlaşma aracı olma) yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz hâle gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bu gerçek, tecrübeyle sabit olduğu için bir milleti içten yıkma yönteminde işe önce dilden başlanır. Yeni neslin kültürel değerleri öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek için ne gerekiyorsa yapılır. Bu yüzden dil üzerinde oynanan oyunlara karşı her zaman uyanık olmak gerekir. Adres bulmada kolaylık olsun gibi bir bahaneyle meselâ; Yunus Emre Caddesi’ni 4. Cadde şeklinde değiştirmek bile kültür bakımından son derece yanlıştır. Çünkü cadde adını rakamla ifade ettiğiniz zaman bu tabelayı okuyan kimsenin buradan caddenin numarası dışında öğrenebileceği bir şey yoktur. Fakat Yunus Emre adının yaşatılması hâlinde en azından yetişen nesil Yunus Emre’nin kim olduğunu, bu caddeye neden bu ismin verildiğini merak edecektir, öğrenmek isteyecektir ve sonuçta kendi kültüründen bir şeyler bulacaktır.

Bir milletin ruhu, karakteri, anlayışı çoğunlukla sanatkârların ortaya koydukları eserlere yansıdığından bu yönüyle de dil, sosyal yapının ve kültürün aynası durumundadır. Dolayısıyla bu eserlerin dikkatle incelenmesi o milletin karakteri hakkında sağlam ipuçları verecektir. Gelişmiş ülkelerin kendi kültürlerini ve başka kültürleri öğrenmek için araştırmalar yaptırmalarını, bunlar için bütçelerinden önemli paylar ayırmalarını yabana atmamak lâzımdır. Her milletin kendine göre birtakım kültür özellikleri olduğu gibi milletlerin zayıf ve güçlü olduğu yönler de vardır. Kültür araştırmalarıyla bunların tespiti mümkündür. İzlenecek politikaların belirlenmesine bu araştırmalardan elde edilen veriler ışık tutmaktadır. Sömürgeci ülkeler günümüzde stratejik araştırma enstitüleri adı altında dünyanın dört bir tarafında yaptıkları araştırmalarda o ülkenin veya bölgenin etnik yapısını, özellikle de yerel dilleri gündeme getirmektedirler. Tarihte ve günümüzde bunun pek çok örneğini görmek mümkündür.

Özetlemek gerekirse dil, milletin manevî gücünün aynasıdır. Bir milletin kültürel değerlerini oluşturan ve o milleti ayakta tutan; edebiyatı, sanatı, bilim ve tekniği, dünya görüşü, ahlâk anlayışı, müziği geçmişten günümüze ancak dil sayesinde aktarılmaktadır. Dolayısıyla dilin korunmasıyla millî varlığın korunmasını aynı seviyede algılamak gerekir.

Metin ve Edebî Metin

Metin, belirli bir iletişim bağlamında, bir ya da birden çok kişi tarafından sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bir yapıdır. Metin çok farklı düzeylerde dille iletişimde bulunmak amacıyla cümlelerden oluşan, cümlelerle oluşturulan anlatma ve anlaşma aracıdır. Metnin oluşumunda sesten paragrafa dil birimleri kullanılır.

Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.

Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraflar oluşur. Paragrafta bir ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur.

Metinde paragraflar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.

Metinde paragraflar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraflar olduğu gibi tek cümleden oluşan paragraflar da vardır.

Paragrafların bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra, söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraflarda dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu, düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.

Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli niteliklerine göre “sanat eserleri” ve düşünce eserleri” olmak üzere ikiye ayrılır.

Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman, tiyatro, söylev bu tür eserlerdir. Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir. Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce eserleridir.

Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir, hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.

Edebi Metin Nedir?

İnsanların iç dünyasında zevk uyandırmak ve onları etkilemek için ortaya konulan edebi yazılardır. İşte şair ve yazarlar bu etkiyi gerçekleştirmek için kelimeler üzerine yoğun ve derin anlamlar yükler, kimisi şekil açısından bunu yakalamak ister kimi de anlam açısından…

Edebi metinlerde amaç sadece anlamları sunmak değil aynı zamanda kişiyi etkilemek amaçların en başında gelir. Şair ve yazarlar hayal dünyasını düşünceleriyle yoğunlaştırır ve bunu yazıya döker. Edebi metinleri anlamak için söz ve terkipler, edebi tarzlar hakkında ön bilgiye sahip olunmalıdır yoksa işin içinden çıkılamaz. Çünkü okur ilk okuyuşunda anladığını ve keyif aldığını sanar ama işin aslı görünüşte ki gibi değil kelimelerin içine gizlenen derin düşüncelerdir.

Bir başka ifadeyle edebi metin, duygu düşünce ve hayallerin insanda heyecan ve hayranlık uyandıracak şekilde ve estetik bir yapı içinde söylenmesi ve yazılması ile oluşan edebiyat ürünlerine denir.

Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma, ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de anlatır.

Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini yazar.

Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.

İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.

Malazgirt Savaşını konu alan bir bilimsel yazı ile edebi bir metni karşılaştırdığımızda edebi metinde konunun daha etkileyici bir dille ifade edildiğini, konunun estetik duygular uyandıracak şekilde, hayallerle zenginleştirilerek anlatıldığını görebiliriz. Edebi metinde verilmek istenen mesaj, metinde yer alan kelimelerle, cümlelerle bütünleşmiştir. Bir edebi metinde kelimelerin yerlerini değiştirmek, bir kelime yerine başka bir kelime koymak mümkün değildir. Mesajın edebi metnin bütününe yayılmış olması nedeniyle metinde yer alan kelime ve cümleler bağımsız olarak ele alınamaz.

“Nallarımız
Şimşek olur
Değince çakmak taşları.”

“Malazgirt Ululaması” adlı şiirden alınan yukarıdaki metinde verilmek istenen mesaj metinde yer alan bütün kelime ve cümlelerle bütünleşmiştir. Bu yüzden bu metinde yer alan unsurları bağımsız olarak ele alamayız. Yine yukarıdaki metinde kelime ve cümlelerle ilgili yer değiştirme, çıkarma ya da ekleme işlemi yapıldığında metin anlam kaybına uğrar.

Yukarıdaki metin “Sultan Alp Arslan, Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediğini duyunca süratle hareket etti.” cümlesiyle karşılaştırıldığında kullanılan dil bakımından önemli farklılıkların olduğu görülür. Şiirde kelimelerin daha çok mecaz ve yan anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Bu da bize edebi metnin bir özelliğini gösterir.

Edebî eserlerin özellikleri şöyle söylenebilir:

  • İnsanların duygu, düşünce ve hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
  • Edebi eserlerin amacı bilgi vermek değildir.
  • Edebi eserlerde sanatsal bir dil kullanılır. Mecazlar ve yan anlamlar vardır.
  • Edebi metinlerde kelime ve cümleleri değiştirmek mümkün değildir.
  • Edebi metinler kurmaca(tasarlanmış) metinlerdir.
  • İnsanlar arasında dostluğun kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
  • Kişinin hissettiği ancak tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
  • Bir edebî eseri okuyan kişi psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla bütünleşir.

Edebî eserler yazıldıkları çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile, gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.

Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekânda ve zamanda anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir. Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb. türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.

Özellikler:

  • İşlenmiş bir dil ve anlatımla oluşur.
  • İnsanda güzel duygular, hayaller ve zevkler uyandırır.
  • İnsanın duygu düşünce ve hayallerini besler.
  • Ait olduğu toplumun sosyal ve kültürel özelliklerini taşır.

Edebî metinlerde dil, bilgi aktarmak veya öğretmek amacıyla kullanılmaz. Kelimeler, günlük hayatta, herkesin bildiği, alışılmış anlamlarıyla değil, yazarın okuyucuya sunmak istediklerine göre yeni anlamlar yüklenir. Bu bakımdan anlatmaya bağlı edebî metinler ile bilimsel metinler birbirinden farklıdır. Bilimsel metinlerde anlam herkes için aynıdır. Hiçbir yerde ve durumda değişmez. “Akdeniz’in bitki örtüsü makidir.” gibi bir cümle herkes tarafından aynı şekilde algılanır. Ancak edebî metinlerde, okuyucunun o anda içinde bulunduğu ruh hâli, dünya görüşü, bilgi ve kültür seviyesi edebî metnin anlamını değiştirir. Çünkü edebî metinlerdeki sözler veya söz grupları yalnızca sözlük anlamlarıyla metinde yer almazlar; bulundukları bağlama (ortama) göre anlam değeri kazanırlar.

Edebî metinler yan anlam bakımından zengindir. Kelimeler ve kelime grupları, metin içerisinde farklı anlamlar kazanır. Bu nedenle edebî metinler anlam bakımından zenginleşir. Tek bir anlamları bulunmaz, okuyucunun bilgisi, görgüsü, psikolojik durumuna göre yeniden anlamlandırılır ve yorumlanırlar.

 

Edebiyat ve Gerçeklik

Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan sonra dışa yansıtırlar. Yaratılan kahramanlar çevremizdeki kişilere benzer. Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.

Edebi metinler, yazıldığı dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten belirli ölçüler içerisinde yararlanırlar.

Edebi eserlerde gerçeklik, kaynağını diğer bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlardan alabilir.

Yine günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz her türlü konu edebi esere kaynaklık edebilir.

Edebî metnin konusu, doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.

Edebiyat eserindeki içeriğin gerçeklikle bağı vardır. Eseri oluşturan yazar ya da şair belli bir toplumsal gerçeklik içinde yaşamaktadır ve eserinde gerçekliği şöyle ya da böyle yansıtır.

Edebiyat eseri, yazıldıktan sonra da toplumsal gerçeklik içinde yer alır. Sonuçta o eseri okuyanlar belli bir toplumsal gerçeklik içinde bulunduğuna göre eserin gerçeklikle bağı başka bir biçimde sürmektedir. Kısacası yazmak da gerçeklikle ilişki kurmanın bir yoludur.

Yazar içinde yaşadığı gerçekten yola çıkarak eserini oluşturur. Ancak yaşanan doğal gerçeklik olduğu gibi değil, edebiyatın kuralları içinde esere yansır. Yani sanatçı doğal gerçekliği konu olarak ele alıp yeni bir gerçeklik içinde tekrar şekillendirir, kurgular; buna edebi gerçeklik denir.

Sanat; nesnel, gerçek dünyanın öznel tasarımıdır. Bu durumda gerçeklikten yararlanmaları yönüyle, bilimle sanatın ayrı olmadığını, yalnızca yöntemlerinin farklı olduğunu söyleyebiliriz.

Edebiyat insana özgü özellikleri, kurmacanın dünyasında dile getirir. Edebi metnin konusu; doğa ile ilişki halindeki en geniş anlamıyla duyan, düşünen, tasarlayan, yaşayan insandır. Dolayısıyla edebi metinlerde insanla ilgili her konu işlenebilir.

Bilim de sanat da aynı gerçeklikle uğraşır. Sanat, gerçekliği insana özgü özelliklerden hareketle değiştirerek yeniden oluşturur, bilim ise açıklar. Edebi metin yazılırken dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her türlü gerçeklikten yararlanılır. Ancak bu yararlanma, bilimin gerçeklikten yararlanmasından farklıdır.

Sanat gerçekliği değiştirip, dönüştürüp, yorumlayıp, yeniden yaratır. Edebi metinlerde; dönemin ilmi, felsefi, teknik ve sosyal alandaki verileri, siyasi tartışmaları kurmacanın olanaklarıyla işlenir.

Gazete haberi, tıbbi makale, sözleşme gibi metinler gerçekliği doğrudan doğruya ifade eder. Roman, öykü, şiir gibi türler ise doğal gerçekliği edebi öğelerle birleştirerek “kurmaca gerçeklik” haline getirir. Sanat eserleri de edebiyat eserleri gibi kurmacadır.

Bir edebî eserin temel özelliklerinden biri de sanatçının, eserinde meydana getirdiği dünyadır. Edebî eserde dış dünya, insan ve insana özgü özellikler kurmaca yoluyla dile getirilir. Bununla birlikte edebî eserlerde oluşturulan bu dünya tamamen hayalî değildir. Yani dış dünya dediğimiz gerçek dünya ile bağlantılıdır. Fakat gerçeğin tıpatıp aynısı da değildir.

Gerçeğin olduğu gibi yansıtılmaya çalışıldığı metinler, bilimsel metinlerdir. Nasıl ki bir ressamın yaptığı tablodaki görüntü ile o görüntünün gerçeği arasında “ressam farkı” varsa, edebî eserlerde de “yazar farkı” vardır. Sanatçı, görüp duyduklarından etkilenir, onları yeniden biçimlendirir ve hayalinde yorumlar. Bu yorumlamada şair ya da yazarın hayata bakışı aldığı eğitim, yaşadığı dönem, içinde yaşadığı çevre etkili olur. Ayrıca bilim ve bilgi alanlarının ortaya koyduğu sonuçlar, edebiyatın gerçekliğine kaynaklık eder.

Edebî metinlerin özelliklerinden biri de dikkatlere sunulan olayın hayalî olmasıdır. Destan, masal, mesnevî, hikâye ve roman gibi edebî eserleri, tarih, biyografi, seyahat yazısı, hatıra ve benzeri eserlerden ayıran hususiyet de burada aranmalıdır.

Kısacası edebi metinde olay, tarihî ve yaşanmış olandan farklıdır. Hiçbir romanın tarihî ve yaşanmış olayı olduğu gibi dikkatlere sunduğu iddia edilemez. Gerçek dediğimiz şey, değişikliğe uğrayarak edebî eserin dünyasına girer. Bundan dolayıdır ki hayatın gerçeği ile sanatın gerçeği birbirinden farklıdır. En gerçekçi olduğu iddia edilen edebî eserler dahi yaşanmış olanı değil, gerçeğe uygun olanı dikkatlere sunar. Kurtuluş Savaşı, tarihî bir hadisedir. Tarihçiler bu hadiseyi anlatırlar, romancılar da eserlerine konu alırlar. Tarihçinin çalışması bir fotoğrafa; romancının çalışması ise resme benzer.

İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız âlemin dışında edebî metinde yer alan âleme haricî âlem (kurmaca dünya) denir. Bu âlem, insanın hayalinde oluşur ve anlatma vasıtasıyla dışa aksettirilir. Özetle, edebiyat, gerçek hayatın yorumlanmasıdır.