Soru 1 |
1. Şiirimiz karadır abiler
Kendi kendine çalan bir davul zurna
Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
Taşınır mal helalarında kara kamunun
Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
2. Şiirimiz her işi yapar abiler
Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur
Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
Cemal Süreya | |
Ece Ayhan | |
İlhan Berk | |
Turgut Uyar |
Soru 2 |
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Cahit Külebi | |
Orhan Veli | |
Nazım Hikmet | |
Cahit Sıtkı Tarancı |
Soru 3 |
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.”
Ahmet Hamdi Tanpınar | |
Ahmet Haşim | |
Yahya Kemal Beyatlı | |
Hüseyin Nihal Atsız |
Soru 4 |
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Cenap Şahabettin | |
Mehmet Akif Ersoy | |
Erdem Bayazıt | |
Tevfik Fikret |
Soru 5 |
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Atilla İlhan | |
Orhan Veli Kanık | |
Özdemir Asaf | |
Ataol Behramoğlu |
Soru 6 |
“Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…”
Aziz Nesin | |
Edip Cansever | |
Turgut Uyar | |
Nazım Hikmet |
Soru 7 |
“Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme”
Ataol Behramoğlu | |
Turgut Uyar | |
İlhan Berk | |
Cahit Zarifoğlu |
Soru 8 |
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sâdık yârim kara topraktır
Nice güzellere bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum
Her türlü isteğim topraktan aldım
Benim sâdık yârim kara topraktır
Aşık Ferrahi | |
Aşık Mahsuni Şerif | |
Aşık Veysel Şatıroğlu | |
Aşık Emrah |
Soru 9 |
“Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni”
Hilmi Yavuz | |
Necati Cumalı | |
Sebahattin Ali | |
Can Yücel |
Soru 10 |
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
Didem Madak | |
Özdemir Asaf | |
Bahattin Karakoç | |
Abdurrahim Karakoç |
Soru 11 |
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?”
Cahit Sıtkı Tarancı | |
Atilla İlhan | |
Bedri Rahmi Eyüboğlu | |
Necip Fazıl Kısakürek |
Soru 12 |
monna rosa, siyah güller, ak güller;
gülce’nin gülleri ve beyaz yatak.
kanadı kırık kuş merhamet ister;
ah, senin yüzünden kana batacak,
monna rosa, siyah güller, ak güller!”
Haydar Ergülen | |
Sezai Karakoç | |
Ümit Yaşar Oğuzcan | |
Cahit Zarifoğlu |
Soru 13 |
“Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.”
Can Yücel | |
Orhan Veli | |
Ataol Behramoğlu | |
İsmet Özel |
Soru 14 |
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
Melih Cevdet Anday | |
Oktay Rifat | |
Özdemir Asaf | |
Orhan Veli Kanık |
Soru 15 |
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Yılmaz Odabaşı | |
Nazım Hikmet | |
Hasan Ali Yücel | |
Can Yücel |
Soru 16 |
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?
Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsan,
Niçin kılmaz bana derman beni bîmâr sanmaz mı?
Şeb-i hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım,
Uyarır halkı efgaanım kara bahtım uyanmaz mı?
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su,
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?
Gamım pinhan dutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Disem ol bi-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı?
Nedim | |
Baki | |
Fuzuli | |
Şeyh Galip |
Soru 17 |
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız Kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın, dağlar bizimdir
Köroğlu | |
Dadaloğlu | |
Karacaoğlan | |
Aşık Mahsuni Şerif |
Soru 18 |
başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilk önce damarlarımızda duyuyor çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz
bize ait olan ne kadar uzakta!
İsmet Özel | |
Sunay Akın | |
Yavuz Bülent Bakiler | |
Ataol Behramoğlu |
Soru 19 |
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum. Bu dağların en eski âşinasıdır soyum, Bekçileri gibiyiz ebenced buraların. Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, Her gün aynı pınardan doldurur destimizi Kırlara açılırız çıngıraklarımızla... Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni; Kuzular bize söyler yılların geçtiğini. Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek; Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek, Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı; Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:
Mithat Cemal Kuntay | |
Zeki Ömer Defne | |
Kemalettin Kamu | |
Ahmet Kutsi Tecer |
Soru 20 |
Art arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…”
Ahmet Kaya | |
İsmet Özel | |
Ahmet Arif | |
Yusuf Hayaloğlu |
|
Liste |
Tamamlanmış (Yargı bildiren) cümlelerin sonunda kullanılır.
Kısaltmalardan sonra kullanılır.
Sıra bildiren sözcük olan “ıncı , inci”eki yerine kullanılır.
| Uyarı: |
“ıncı ,inci” ekiyle birlikte nokta kullanılırsa orada yazım yanlışı olur. 18.’inci= Yazım Yanlışı |
Saat ve dakika arasına konulur.
Sayı basamaklarını ayırmada kullanılır.
Matematikte çarpma işareti olarak kullanılır.
Günü belirli tarihler arasına konur.
NOKTANIN KULLANILMAYACAĞI YERLER.
Kurum ve kuruluş adlarının kısaltılmasında kullanılmaz.
Gazete,dergi, kitap, eser, şiir ve bölüm başlıklarından sonra kullanılmaz.
Cümlede sıralanan eş görevli sözcüklerden sonra kullanılır.
Özneler ayırır:
Nesneleri ayırır:
Atasını , toplumunu ,tarihini tanımayan nihilist bir toplum yetişiyor.
Tümleçleri ayırır:
Evine , çocuklarına , işine bağlı bir eş arıyor.
Sıfatları ayırır:
Genç , dinamik , sorgulayıcı bir gençlik yetişmek bizlere bağlı.
İsim tamlamalarını ayırır:
Ben sporcunun zeki , çevik , aynı zamanda ahlaklısını severim
Sıralı cümleleri ayırır:
Heyecanlanınca utanır , sıkılır , küçük çocuk gibi köşe bucak saklanırdı insanlardan.
Arasözlerde kullanılır.
UYARI: Arasözler virgül , iki çizgi, iki parantez haricinde başka kullanımı yoktur.
Yüklemden uzak kalmış özneden sonra kullanılır.
Aktarma sözlerde tırnak işareti yerine kullanılır.
Hitaplardan sonra kullanılır.
Cümlede vurgulanmak istenen öğeden sonra kullanılır.
Anlam karışıklığına yer vermemek için adlaşmış sıfattan sonra kullanılır.Kullanılmazsa anlatım boz. Olur
Kabul ve ret anlamındaki ifadelerden sonra kullanılır.
Tekrarlardan sonra kullanılır.
Değilli ifadelerden sonra kullanılır.
Matematikte ondalık sayıları belirtmede kullanılır.
Önsöz ve mektuplarda yazının yazıldığı yeri ve tarihi ayırmak için kullanılır.
Oysa , halbuki, ancak, eğer gibi cümle başı bağlaçlarından sonra kullanılır.
Biyografi olarak kaynakça gösterildiğinde yazar, eser, basım yılı, tarihi arasına konur.
UYARI:
Özneden sonra özneyle karışabilecek adlar sıralanmışsa özne noktalı virgülle ayrılır.
Bir cümlede virgülle ayrılmış söz öbeklerini ayırmada kullanılır:
Önceki cümleye “fakat, ama , lakin , çünkü …”gibi bağlaçlarla bağlanan cümlelerden önce kullanılır.
Özneleri ortak kipleri farklı olan sıralı bağımlı sıralı cümlelerden sonra kullanılır.
Noktalı virgül , özneden sonra virgülle ayrılan eş görevli sözcükler varsa özne, noktalı virgülle belirlenir.
Birbirine bağlı olmakla birlikte herbiri kendi içinde bağımsız cümlelerin arasına konur.
Sıralı cümleleri birbirine bağlar.
Herhangi bir konuda açıklama yapılacaksa açıklamadan önce kullanılır.
Aktarma cümlelerden önce kullanılır:
Not: İki noktadan sonra örnekler sıralanacaksa sözcükler küçük harfle başlar.
Sıfatlar adlardan önce gelerek adları niteler ya da belirtirler: bir yabancı, yeşil gözler , yuvarlak masa…
Karşılıklı konuşmalarda konuşma çizgisinden önceki bölümün sonuna konur.
Dizdarbaşı:
– Ali Usta, dükkanı arayacağım, dedi
Ali Usta cevap verdi:
-Neden?
Katalog ve sıralamalarda yazar ve yapıt arasına konur.
Birkaç öğenin sıralanacağını anlatmak için kullanılır.
Matematikte bölme işlemi yerine kullanılır.
22:2=11
Herhangi bir nedenle bitmemiş, ya da okuyucuyu zihnine bırakılan cümlelerden sonra kullanılır.
Örnekler sıralandıktan sonra “vb” anlamında kullanılır.
Bir yazıdan alınan bölümlerde atlanan yerleri göstermek için kullanılır.
…
Garibim namıma Ferhat diyorlar
Aslımı el almış, harem diyorlar.
Hastayım, derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben
Söylenmek istenmeyen sözcüklerin yerine kullanılır.
Aktarma söz ya da cümleler tırnak içine alınır.
Cümle içerisinde geçen eser isimleri tırnak içerisinde gösterilir.
Cümlede vurgulanması gereken sözcükler ya da sözcük grupları tırnak içine alınır.
Yazı başlıklar tırnak içine alınır.
Cümle içerisinde arasöz ve ara cümleler olarak kullanılır.
Bir sözcüğün eşanlamlısını belirtmek için kullanılır.
Bir kişiden söz edilirken onun doğum ve ölüm tarihleri parantez içerisinde kullanılır.
Tiyatro yapıtlarında sahnede yapılması gereken hareketler parantez içinde gösterilir.
Alay etmek için ünlemle ilgili sözden sonra parantez açılır.
Soru işareti ile birlikte kullanıldığında ilgili sözden sonra parantez içine alınırsa o bilgiye güvenilmediği kuşku duyulduğu ortaya çıkar.
Soru anlama taşıyan bütün sözcüklerden sonra kullanılır.
Kuşku duyulan ya da bilinmeyen bilgiler yerine kullanılır.
Sözde soru cümlelerinin sonuna kullanılır.
NOT: İçinde soru sözcüğü olsa bile soru anlamı taşımıyorsa sonuna soru işareti konulmaz.
NOT: Soru işareti yazı başlıklarında da kullanılır.
Korku, heyecan , şaşma , öfke , beğenme , gibi duygular ifade eden cümlelerin sonuna konur.
Alay , yerme amacıyla yapılan ifadeler parantez içine konur.
Tarihler arasına konur.
Milletler arasındaki savaş ya da anlaşmalarda kullanılır:
Farsça terkiplerden sonra kullanılır.
Kökler ve eklerden sonra kullanılır.
Varlıkları ve kavramları karşılayan sözcüklerdir. Somut ve soyut sözcüklerle eylam adlarını karşılarlar.
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır.
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir pınar vardır.
Diş, dil , burun , tarak , kalem, defter, kitap , masa, sıra , televizyon,
NOT: Tür adları özel isme kayabilir.
Beş duyu organıyla algılanabilen isimlerdir.”taş, duvar, üzüm, saat, televizyon, kumanda, kulaklık, telefon , hava ,çığlık, ıslık, ses, ışık, yankı…”
Duyu organlarıyla algılayamadığımız isimlerdir.”sevgi, nefret, kin, düşmanlık , tehlike, korku, ruh , Allah, melek, cin, şeytan , iyimserlik, cesaret, kötülük, inat…”
Eylem kök ve gövdelerine –ma/-me , -mak/- mek, -ış/ -iş isim fiilleri alan sözcüklerdir.” Anlayış, bilme, donma , kırılma, duymak, görmek, sevmek… ”
-lar/ -ler eki almamış isimlerdir. “ilke, yaşam, kanun, adet, örf, gelenek, kıyafet, kulak , bilgisayar, töre, kalem, silgi…”
-lar/ -ler eki almış isimlerdir.” bacacılar, arabacılar, hasretler, kokular, neşeler…”
Osmanlılar, uzun yıllar tek merkezden yönetildi.
Ayşeler, dün bize gelecekti; fakat trafik yüzünden gelemediler.
Dünyalar kadar servetim olsa birini dahi vermem.
Asırlarca vermiş bu mücadeleyi vermiş atalarımız.
Pazarları pikniğe giderdik,eğlenirdik.
Sabahları spor yapmayı ihmal etmezdi.
Yirmi yaşlarında benim gibi yakışıklı bir gençti.
Bu ülkeye sevgiyi Yunus’lar getirdi.
Hoşgörünün yasasını Mevlana’lar koydu.
Tekil oldukları halde aynı türden birden fazla varlığı karşılayan isimlerdir. ” ordu, sürü, sınıf(ad aktarması) kurultay, bölük , kervan, mahalle, alay…”
NOT: Bazı tür adları anlam genişlemesi yoluyla topluluk ismi olurlar.
NOT: Bir ismin topluluk ismi olabilmesi için o topluluğun dağıtılıp toplanabilme özelliğine sahip olması gerekir.
“-cık, -cek, cağız, ” ekleriyle küçültme adı türetilebilir.Küçültme eklerinde “ küçültme, sevgi, acıma, sevimlilik, azımsama” anlamı vardır.
NOT:”-cik” eki kalıcı isim de türetebilir.
1) Yalın Durumu: Ad durum eklerinden hiçbirini almamış halidir.
2) Belirtme Durumu (-i Hali ): Cümlede belirtili nesne görevinde kullanılır.
NOT: Belirtme durum ekleriyle tekil 3. şahıs ekleri birbirine karıştırılmamalıdır.
3) Yönelme- Yaklaşma Durumu ( -e Hali ): Cümlede dolaylı tümleç veya zarf tümleci görevinde kullanılır.
4) Kalma- Bulunma Durumu (-de Hali ): Cümlede dolaylı tümleç veya zarf tümleci görevinde kullanılır.
5) Ayrılma – Çıkma Durumu (-dan Hali): Cümlede dolaylı tümleç veya zarf tümleci görevinde kullanılır.
NOT: -den eki sıfat yapan ek olarak da karşımıza çıkar.
En az iki adın bir araya gelerek bir varlığı ya da kavramı karşıladığı söz öbeğidir.
Tamlayan / Tamlanan
Yardımcı Unsur Asıl Unsur
Tamlayan sözcüğün tamlayan ekini (-ın,-nın ), tamlanan sözcüğün ekinin iyelik eklerinden birini (tamlanan ekini) aldığı ad tamlamalarıdır. Aitlik bildirir.
Çeken bilir ayrılığın derdini
Bizim diyarımızda bin bir baharı bekler.
Sen kalbin atışında kanın dışında
Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyansın.
Belirtili ad tamlamalarıyla ilgili özellikler:
1) Belirtili ad tamlamalarında tamlayan veya tamlanan ya da her ikisi birden sıfat alabilir.
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Ne teneffüsler yaşandı yaramaz çocuklarla
Ölüm çağı oldu, zulüm çağı oldu, yalan çağı oldu.
Kız kardeşimin gelinliği
Şehidimin son örtüsü
2) Belirtili ad tamlamalarında tamlayanla tamlanan yer değiştirebilir.
Bir yarısı ben olurdum hiçbir şeyin
Şimdi bir güvercinin
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden.
3) Belirtili ad tamlamalarında bir tamlayan birden fazla tamlanana yönelik kullanılabilir ya da bir tamlanan birden fazla tamlayan alabilir.
4) Belirtili ad tamlamalarında tamlayan ve tamlanan düşebilir. Tamlayanların düştüğü durumlarda genellikle tamlayan kişi zamiridir.
Aslı’mı el almış harem diyorlar.
Hastayım derdime verem diyorlar.
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış ben.
Yandı yandı söndü gönlüm
Aramızda karlı dağlar
Hasretin bağrımı dağlar
Yokluğunda söndü gönlüm.
– Ali’nin (kitabı)
NOT: Tamlayanı düşmüş isim tamlamasının olduğu yerlerde isim tamlaması yoktur. Orda sadece tamlayanı düşmüş isim tamlaması vardır. Bu konu birbiriyle karıştırılmamalıdır.
5) Belirtili ad tamlamalarında tamlayan kişi zamiriyse tamlanan düşebilir.
Tamlayanın tamlanan eki almadığı tamlananın tamlanan ekini aldığı isim tamlamalarına denir.Tamlayanla tamlana arasına hiçbir sözcük girmez.
Bir mihnetin sonunda teselli kadar iyi.
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermedim sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben .
NOT: Belirtisiz ad tamlamasında sıfat tamlamanın tümüne yöneliktir.
Belirtisiz İsim Tamlamasında Bazı Anlam Özellikleri:
Çocuk arabası, yunus balığı, kadın eldiveni, soba borusu, sabah kahvesi, el çantası, dut ağacı…..
Bulgur pilavı, tarhana çorbası, hindi dolması, kaz kızartması, yaprak kızartması, sığır köftesi…
Çiçek bozuğu, nefes darlığı, sinir hastalığı , bıçak yarası, sel felaketi….
Çan çiçeği, yıldız böceği, ok yılanı, dev aynası, tel kadayıfı, parmak üzümü…
Av köpeği, süsü köpeği, iş adamı, ipek böceği, bal arısı, edebiyat öğretmeni …
Diş fırçası, kağıt sepeti, çöp torbası, yemek masası, ekmek bıçağı…
Sokak lambası, sokak kapısı, deniz kızı, Vefa bozası, Antep fıstığı, Van kedisi, Amasya elması, cep aynası, cep telefonu, kır kahvesi….
Tamlayanın da tamlanın da ek almadığı isim tamlamasıdır.
Çocuğa aldığım lastik top onu sevindirdi.
Akşama keten pantolonum hazır olsun.
Tahta kaşıkla yemek yemeye alışamadım.
Yatarken demir kapıyı kilitledim.
Yün kazaklarım çok sıcakta yıkandığı için çekmiş.
İpe mendil, dosta olan sevgiyi belirtirmiş.
Kerpiç duvardan yapılan daha sağlıklı oluyor.
Zeytin gözlüm buralarda işin ne?
Elma yanaklı , kiraz dudaklı, ipek saçlıydı.
Mehmet , çelik iradesine güvenirdi.
Sırma saçlarıyla herkese hava atardı.
Tamlayanın ve tamlananın ya da her ikisinin kendi içinde ad tamlaması olduğu ad tamlamalarıdır.
KUTADGU BİLİG
*11. yy’da (1069-1070) Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır.
*Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur.
*Kutadgu Bilig ‘’saadet veren bilgi.ilim’’ anlamına gelir.
*Didaktik bir eserdir.
*Mesnevi şeklinde aruz vezniyle 6645 beyit olarak yazılmıştır.
*Eserde 173 tane de dörtlük vardır.
*Eserde,toplum hayatındaki bozuklukları düzeltecek,insanı mutlu edecek yollar bulmak;bu yolları,devrin hükümdarına öğütler halinde göstermektir.
*Ahlak,dinin, önemi,devlet idaresi gibi konulara da değinilmiştir.
*Eserde dört sembolik şahsiyet yer alır.
*Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.
DİVAN-I LÜGATİ’T TÜRK
*11.yy’da (1072-1074) Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır.
*Ebul Kasım Abdullah’a sunulmuştur.
*Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır.
*7500 Türkçe kelimenin Arapça karşılığı verilmiştir.
*Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla yazılmıştır.Bu nedenle Arapça olarak kaleme alınmıştır.
*Yazar Türkçe kelimelerin karşılıklarını ve bunu halk dilinden derlediği örneklerle delillendirmiştir.
*Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önemli bilgiler vardır.
*Devrinin Türk dünyasını gösteren bir haritada vardır.
*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.
ATABET’ÜL HAKAYIK
*12.yyde ‘’Edip Ahmet Yükneki’’ tarafından kaleme alınmıştır.
*Eser Sipehsalar Mehmet Bey adlı birine sunulmuştur.
*Atabet’ül Hakayık ‘’hakikatler eşeği’’ anlamına gelir.
*Aruz vezniyle mesnevi tarzında yazılmıştır.
*Didaktik bir eserdir.
*Cömertlik,doğruluk,ilim gibi konular işlenmiştir.
*Eserde 46 beyit ve 101 dörtlükten meydana gelmiştir.
*Dörtlükler manilerdeki gibi aaxa şeklinde kafiyelenmiştir.
*Eserin dili biraz ağıdır.Arapça ve Farsça kelimelere rastlanır.
*Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.
DİVAN-I HİKMET
*12.yy’da Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır.
*Hikmet: Ahmet Yesevi’nin şiirlerine verdiği isimdir.
*Eserin dili sadedir.
*Eserin yazılma gayesi, halka İslamiyet’i hikmetli bir şekilde öğretmektir.
*Dörtlüklerle ve hece vezniyle yazılmıştır.
*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.
KİTAB-I DEDE KORKUT
*Destan dan halk hikayesine geçiş döneminin ürünüdür.
*12 hikayeden oluşur.
*Olağanüstü olaylarla gerçeğe uygun olaylar eserde iç içedir.
*Türklerin eski yaşam tarzları ile ilgili ayrıntılar yanında İslam dini ile ilgili özelliklerde vardır.
*Eserde geçen ‘’Dede Korkut’’meçhul bir halk ozanıdır.
*Hikayelerde oğuzların çevredeki boylar ile aralarındaki savaşlar ve kendi iç mücadeleleri yer alır.
*Hikayelerin konuları;aşk,yiğitlik gösterisi,karamanlık,boylar arasındaki savaştır.
*15. yy’da kaleme alınmıştır.
*Eserin yazarı belli değildir.
*Nazım ile nesir iç içedir.
*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.
]]>
Tür, edebiyat eserlerinin biçimlerine, konularına ve teknik özelliklerine göre ayrılmasıdır. Bunlar iki ana grupta incelenir: Yazı Türleri ve Şiir Türleri.
YAZI TÜRLERİ
Yazı türleri, cümleler halinde ortaya konan, sözlerin belli kalıplar içine (ölçü, kafiye, nazım şekli) sıkıştırılmadığı anlatım türleridir. Bunların en önemlileri şunlardır:
ROMAN
Olmuş ya da olabilecek olayların anlatıldığı uzun yazılardır.
Roman belli bir olay etrafında gelişir ve olaylar ayrıntılarıyla anlatılır. Çoğu zaman şahıs kadrosu geniştir. Kişiler ayrıntılı olarak tanıtılır. Çevrenin tanıtımına özen gösterilir.
Temsil ettiği akıma göre romantik roman, realist roman, naturalist roman; konusuna göre aşk romanı, toplumsal roman, polisiye roman, macera romanı gibi isimler alır.
Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra görülür. İlk örneği Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı romanıdır. Batı romanı ölçüsünde en başarılı romanları ise Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Namık Kemal, Mehmet Rauf, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Peyami Safa diğer ünlü romancılarımızdır.
HİKAYE
Anlatımı bakımından romana benzeyen, ancak romandan daha kısa bir yazı türüdür.
Hikayede olaylar genellikle yüzeyseldir. Kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır. Genellikle kişilerin tek yönü üzerinde (çalışkanlık, titizlik, korkaklık v.s) durulur. Bu da romanla aynı dönemlerde oluşmaya başlamış ve özellikle Realizm döneminde önemli bir tür haline gelmiştir.
Türk edebiyatında yine Tanzimat’la görülmeye başlanan hikaye türünde Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket, Sait Faik önemli eserler vermişlerdir.
MASAL
Halk dilinde anlatılarak oluşan sözlü edebiyat ürünüdür. Bir yazar tarafından sonradan yazıya geçirilir.
Masallarda olaylar tamamen hayal ürünüdür. Yer ve zaman belli değildir. Kahramanlar insan üstü nitelikler gösterir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. Dünya edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları ünlüdür. Türk edebiyatında Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır. Eflatun Cem Güney masallarımızı derlemiş ve bir kitap halinde yayımlamıştır.
DENEME
Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı yazı türüdür.
Deneme yazarı görüşlerini aktarırken samimi bir dil kullanır. Kendi içiyle konuşuyormuş gibi bir hava içindedir.
Deneme her konuda yazılabilir. Ancak daha çok tercih edilen konu her devrin, her ulusun insanını ilgilendiren, kalıcı, evrensel konulardır.
Ele alınan konu çoğu zaman derinleştirilerek anlatılır.
Denemenin ilk örneklerini Fransız yazar Montaigne vermiştir. Daha sonra İngiliz yazar Bacon türü geliştirmiştir.
Edebiyatımızda Cumhuriyet’ten sonra görülmeye başlanan bu türde Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Sebahattin Eyüboğlu, Ahmet Haşim güzel örnekler vermişlerdir.
FIKRA
Yazarın gündelik olayları özel bir görüşle, güzel bir üslupla, hiç kanıtlama gereği duymadan yazdığı kısa günübirlik yazılardır. Bu tür yazıları nükteli hikayecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla karıştırmayalım.
Fıkra, bir gazete yazı türüdür. Gazetenin belli bir köşesinde genel bir başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir sonuca varılır. Daha çok alaylı bir dille, bazen eleştiri bazen sohbet tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir hava hakimdir yazılarda.
Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınır. Daha sonra Ahmet Haşim, Refik Halit, Peyami Safa sayılabilir.
MAKALE
Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, belli kanıtlar, belgeler, inandırıcı veriler kullanarak kanıtlamaya çalıştığı ve böylece okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı yazı türüdür. Makalede temel unsur düşüncedir.
Makale, gazete ile birlikte ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür. Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla görülür. İlk makale de aynı gazetede Şinasi tarafından yazılmıştır.
Makalede amaç bilgi aktarmak ya da görüşlerine okuyucuyu inandırmak olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil kullanılır. Seçilen konuya göre uzun da olabilir kısa da.
Makale her konuda yazılabilir. Bu konu günlük olabileceği gibi, felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama edebi makale elbette sanatla ilgili olanıdır.
Edebiyatımızda Tanzimat döneminden beri görülen makale türünde Namık Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç isimdir.
ELEŞTİRİ
Bir sanatçının, bir sanat eserinin iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak onun gerçek değerini belirleyen yazılardır. Eleştiri yazarı – yani eleştirmen – eser hakkında okuyucuyu bilgilendirir; hem eserin yazarına hem okura yol gösterir.
İki tür eleştiri vardır: İzleminsel eleştiri ve Nesnel eleştiri.
İzlenimsel eleştiri, Anatole France’in ilkelerini belirlediği ve eleştirmenin bir eseri kendi zevk ölçülerini göz önüne alarak incelediği eleştiri türüdür. Bu tür eleştirilerde öznel yargılar çok olacağından günümüzde bu tür pek rağbet görmez.
Nesnel eleştiride ise her eserin değerlendirilmesinde kullanılabilecek belli ölçütler vardır. Eleştirmen mümkün olduğunca kişisel yargılarda bulunmaktan kaçınır. Bilimsel araştırmalardan yararlanarak, eseri ister beğensin ister beğenmesin, tarafsız bir gözle onun değerini ortaya koyar.
Avrupa’da Boielau, Saint Beuve, Taine, France eleştirileriyle tanınır.
Edebiyatımızda Hüseyin Cahit, Cenap Şehabettin, Ali Canip, Yakup Kadri, Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, eleştiri alanında yazılar yazan ünlü birkaç isimdir.
GEZİ YAZISI
Gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılardır. Kişi gezi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada tutmak güç olacağından gezi esnasında not alınır ve gezi yazılarında bunlar hikaye edilir.
Gezi yazısında yazar daima gezdiği yerleri anlatmalı, uydurma, yanlış bilgiler vermemelidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla birlikte gezer gibi olur.
Eski edebiyatımızda gezi yazısına “seyahatname” denirdi. Bu alanda Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesi” ünlüdür.
Ancak asıl gezi yazarları Avrupa’ya açılma döneminde görülmeye başlanmış, gidilen Avrupa şehirleriyle ilgili yazılar yazılmıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa bunların başında gelir.
Gezi yazılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da bir Cevelan; Cenap Şehabettin, Hac Yolunda, Avrupa Mektupları; Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi; Reşat Nuri, Anadolu Notları; Falih Rıfkı, Denizaşırı, Zeytindağı, Taymis kıyıları bunlardan bazılarıdır.
ANI
Bir yazarın kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları sanat değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılardır. Yazarın kendini okura açtığı bir tür olduğundan içtendir ve bu yönüyle çok tutulur.
Anılar belli bir dönemin yorumlandığı yazılar olduğundan tarihi bir belge özelliği de gösterir. Ancak bu, bilimsel olamaz; çünkü yazarın olaylara kişisel bakışı söz konusudur.
Üslup yönüyle gezi yazısına benzerse de, yazarın dış dünyadan çok kendinden söz etmesi anıyı belli eder. Zaten eski edebiyatımızda anı, gezi yazısı hatta tarih iç içedir.
Özellikle Tanzimat’la başlayan anı türündeki yazılar Cumhuriyet döneminde önemli bir tür olmuştur. Anılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Namık Kemal, Magosa Mektupları; Ziya Paşa, Defter-i Amal; Ahmet Rasim, Şehir Mektupları; Halit Ziya, Kırk Yıl, Saray ve Ötesi; Hüseyin Cahit, Edebi Hatıralar; Falih Rıfkı, Çankaya adlı eserlerinde anılarını anlatmışlardır.
BİYOGRAFİ
Bir kişinin hayatının anlatıldığı yazılardır. Bunlarda amaç o kişiyi tüm yönleriyle (hayatı, eserleri, kişiliği, görüşleri vs.) tanıtmaktır.
Biyografi açık, sade bir dille, anlatılan kişinin devrini, çevresini dikkate alarak yazılır.
Divan edebiyatında şairleri anlatan bu tür eserlere “Tezkire” denirdi. Türk edebiyatında bunun ilk örneğini Ali Şir Nevai vermiştir.
Yazar eğer kendi hayatını anlatmışsa yazıya otobiyografi denir. Çoğu zaman bunlarda sanatçı kendiyle beraber aile büyüklerinden çevreden, aile içi durumlarından da söz eder.
Otobiyografiler üslup yönüyle anıya benzer; ancak anı otobiyografi içinde bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografi daha uzun bir dönemi içine alır.
MEKTUP
Genel anlamda kişinin bir haberi, olayı, arzuyu bir başkasına anlattığı yazılardır. Özel mektup, iş mektubu, edebi mektup türleri vardır. Bunlar içinde bizi edebi mektup ilgilendiriyor.
Bu tür mektuplar açık olarak bir gazetede ya da dergide yayımlanır. Yazar birine hitaben herhangi bir konudaki görüşlerini, duygularını anlatır. Ancak asıl amacı bunları herkese duyurmaktır.
Mektup, Divan edebiyatında da kullanılmıştır. Fuzûli’nin “Şikayetname” adlı eseri bu türdendir. Tanzimat’tan sonra ise gazetelerde yayımlanan birçok açık mektup görülür.
Bazı yazarlar mektuplardan oluşan romanlar da yazmışlardır. Halide Edip’in “Handan” romanı bunlardan biridir.
SOHBET
Bir konunun fazla derinleştirilmeden, biriyle konuşuyormuş gibi anlatıldığı fikir yazılarıdır. Sohbet yazılarında herkesi ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.
Üslup olarak fıkraya benzerse de gazete yazı türü olmaması, az sözle çok şey anlatmayı amaçlamaması, dışa dönük olması onu fıkradan ayırır.
Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Şevket Rado sohbet türüne özel bir önem vermişlerdir.
GÜNLÜK
Ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin, sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır bunlar.
Her gün yazıldığı için kısa olan bu yazılar, yazarının hayatından izler verdiğinden içten ve sevecendir.
Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu’nun günlükleri kitap halinde yayımlanmıştır.
ŞİİR TÜRLERİ
Her şiirin belli bir konusu, üslubu vardır. Kimi aşk, ayrılık konusunu işler, kimi okura bir bilgiyi özlü bir şekilde verir. Kimi birini eleştirir vs. İşte şiirlerin bunlara göre sınıflandırılması şiir türlerini ortaya koyar. Bunlar Yunanca’daki adlarıyla adlandırılır: Lirik, Epik, Didaktik, Pastoral, Satirik, Dramatik. Tanzimat’tan sonra oluşan bu adlandırmadan önce Türk şiiri, nazım şekillerine göre sınıflandırılırdı: Gazel, Kaside, Şarkı, Koşma, Destan, Varsağı vs.
Şimdi şiir türlerini açıklayalım.
LİRİK ŞİİR
Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz adı olan “rebab” dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan edebiyatında gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer.
EPİK ŞİİR
Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik, konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır.
DİDAKTİK ŞİİR
Bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Bunlar okurun aklına seslenir. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgiler bu yolla verilir. Manzum hikayeler, fabller hep didaktik özellik gösterir.
PASTORAL ŞİİR
Doğa güzelliklerini , çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya karşı bir sevgi bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa eglog adını alır.
SATİRİK ŞİİR
Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğrudur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında taşlama yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.
DRAMATİK ŞİİR
Tiyatroda kullanılan bir şiir türüdür.Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün (19.yy) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanır.
Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç türe çıkmıştır.
Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız dönemde (Tanzimat) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi…
Şimdi bunları ayrı ayrı görelim.
TRAJEDİ
Seyircide korku ve acıma hislerini uyandırarak onu kötü duygularından arındırmayı amaçlayan tiyatro türüdür. Sıkı kuralları vardır. Özelliklerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz.
En ünlü trajedi yazarları; Eski Yunan’da Aiskhylos, Eurupides, Sophokles; Klasik Fransız edebiyatında Corneille ve Racine’dir.
KOMEDİ
İnsanları güldürerek eğitmeyi amaçlayan tiyatro türüdür. Her gülünç şeyin altında ders alınacak acı bir gerçeğin olduğuna inanılır. Özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
İnsan karakterinin gülünç ve eksik yanlarını anlatanlara karakter komedyası, toplumun gülünçlüklerini anlatanlara töre komedyası, olayların merak uyandıracak şekilde işlendiği eserlere entrika komedyası adı verilir.
Komedi türü 17. yüzyıldan sonra düzyazıyla yazılmaya başlanmıştır.
En ünlü komedi yazarları eski Yunan’da Aristophanes, Klasik Fransız edebiyatında Moliére’dir.
DRAM
19. yüzyılda trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla meydana getirilen tiyatro türüdür. Özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
En ünlü dram yazarları: İngiliz yazar Shakespeare dramın ilk ürünlerini vermiştir. Ancak bu türün özelliklerini Victor Hugo belirlemiştir. Schiller, Geothe diğer ünlü dram yazarlarıdır.
Türk edebiyatında batılı anlamda sahne tiyatrosu Tanzimat’tan sonra görülür. Bundan önce Halk arasında yüzyıllar boyu sürmüş seyirlik oyunlar vardı. Ortaoyunu, meddah, Karagöz ile Hacivat bunların başlıcalarıdır. Bunların özelliklerini ileride anlatacağız.
ŞİİR BİLGİSİ
Şiir, gerek içerik gerekse söyleyiş bakımından özgün, etkilemeye, duygulandırmaya yönelik bir söz sanatı ürünüdür. Şiirin söz dizimi düzyazının söz diziminden farklıdır. Bu dizim, dilin kurallarına göre olmaktan çok ahenge göre düzenlenir.
Şiir bir nazımdır; yani dizme, düzene koymadır. Bu dizmenin de belli öğeleri vardır. Bunlar ölçü, kafiye, redif, gibi her biri kendine göre bir düzen ifade eden öğelerdir. Bunları şu şekilde inceleyebiliriz.
ÖLÇÜ
Şiirde, hecelerin sayılarına ya da, heceyi oluşturan seslerin uzunluk kısalıklarına göre bir düzen oluşturulur. Bu düzene de ölçü denir. Edebiyatımızda iki tür ölçü kullanılmıştır: Hece ölçüsü ve Aruz ölçüsü.
HECE ÖLÇÜSÜ
Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Birinci dizede kaç hece varsa şiirin tüm dizelerinde de aynı sayıda hecenin kullanılması gerekir.
Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulduğu, dizenin bölümlere ayrıldığı görülür. Okunurken durulan bu yerlere durak denir. Çoğu zaman şiirin tamamındaki duraklar da aynı sayıda heceler halinde bölünür. Durak hiçbir zaman bir sözcüğün ortasına gelmez, her zaman sonuna gelir.
Hece ölçüsü Türk şiirinin en eski, ulusal ölçüsüdür. Bilinen en eski şiirlerden başlayıp hiç kesintiye uğramadan ve her çağda yeni güzellikler, zenginlikler kazanarak günümüze kadar gelmiştir.
En çok kullanılan hece kalıpları 7’li, 8’li ve 11’li ölçülerdir.
ARUZ ÖLÇÜSÜ
Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre , açık (ünlüyle bitmesi) ya da kapalı (ünsüzle bitmesi) oluşuna göre düzenlenmesidir.
Birinci dizedeki hecelerin özellikleri, ikinci dizedeki hecelerde de sırasıyla aynıdır.
Aruz ölçüsünün belli kalıpları vardır. Bu kalıplar kısa hecelerin nokta (.), uzun hecelerin çizgiyle (—) gösterilmesiyle düzenlenir.
Hecelerin özelliklerinin gösterildiği bu işaretlerin adlandırıldığı kalıplar vardır.
mef û lü me fâ î lü me fâ î lü fe û lün
Sorularda aruz vezninin yapısıyla ilgili herhangi bir soru sorulmuyor. Bu nedenle fazla ayrıntıya girmeyelim.
Aruz ölçüsü Türk edebiyatına, Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinden sonra Arap va Fars edebiyatlarından girmiştir. Bu ölçüyle yazılan elimizdeki en eski eser Kutadgu Bilig’dir.
Divan edebiyatında en güzel şekilde kullanılan aruz ölçüsü, Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati topluluğundaki sanatçılar tarafından da kullanılmıştır.
Türk dilinin ses yapısı aruz ölçüsüne pek uygun değildir. Çünkü Türkçede aruzun temelini oluşturan uzun ünlü yoktur. Bu nedenle aruzun Türkçeye uygulanmasında birçok hata, zorlamalar görülür. Bunlardan birkaçını açıklayalım.
İmale
Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf
İmalenin tersidir. Yani kalıba uydurmak için, Arapça, Farsça sözcüklerdeki uzun heceleri kısa saymaktır.
Ulama
Divan şiirinde en zok kullanılan ses unsurlarından biri de ulamadır. Ulama yapılan yerlerde ulanan sözcüklerdeki heceler, tek bir sözcükmüş gibi ayrılır. Elbette bu bir kusur sayılmaz.
KAFİYE (UYAK)
Şiirde dize sonlarında kullanılan aynı ya da benzer seslere kafiye denir. Benzer seslerin sayısına göre dört grupta incelenir.
Yarım Kafiye
Dize sonlarında tek ses benzeşiyorsa yarım kafiye oluşur.
Yandırdın gönlümü aldın keman kaş
Gösterdin zülfünü, eyledin bir hoş
dizelerinde, sonda bulunan “kaş” ve “hoş” sözcüklerinin sonundaki “ş” sesleri, yani tek ses benzeşiyor; öyleyse burada yarım kafiye vardır.
Tam Kafiye
Dize sonlarında iki ses benzeşiyorsa, tam kafiye kullanılmıştır.
Ürperme veren hayale sık sık
Her bir kapıdan giren karanlık
Çok belli ayak sesinden artık
dizelerinin sonunda kullanılan altı çizili “ık” sesleri, iki sesten oluştuğundan tam kafiye oluşturmuştur.
Bazen dize sonunda uzun okunan tek ünlü benzerliği olabilir. Arapça ve Farsça sözcüklerde görülen uzun ünlüler iki ses değeri taşır. Yani tam kafiye oluşturur.
Bir mısra işittim yine ey şah-ı dilarâ
Bir hoşça da bilmem ne demek istedi ammâ
dizelerinde altı çizili “â” sesi iki ses değeri taşıdığından beyitte tam kafiye kullanılmıştır.
Sakin koyu, şen cepheli kasrıyla Küçüksu
Ardında yatan semtinin ormanları kuytu
dizelerinde ise dize sonlarındaki “u” sesleri uzun olmadığından yani tek ses değeri taşıdığından dizelerde yarım kafiye vardır.
Zengin Kafiye
İkiden fazla ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık
Yalnız, arabacının dudağında bir ıslık
dizelerinde dize sonlarındaki “lık” sesleri ikiden fazla olduğundan, zengin kafiye oluşturmuştur.
Bazı dizelerde dizelerden birinin sonundaki sözcüğün tamamı diğerinin sonundaki sözcüğün sesleri arasında bulunabilir. Buna tunç kafiye denir. Tunç kafiye zengin kafiyenin bir çeşididir.
Ay geçer yıl geçer uzarsa ara
Giyin kara libas yaslan duvara
dizelerinde birinci dizenin sonundaki “ara” sözü, ikinci dizenin sonundaki “duvara” sözünün sesleri içindedir; yani tunç kafiye oluşturmuştur.
Cinaslı Kafiye
Yazılışları aynı, anlamları arasında hiçbir ilgi bulunmayan sözcüklerin dize sonlarında kullanılmasıyla oluşan kafiyedir.
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç
dizelerinde sonda bulunan “geç” sözcüklerinin sesleri aynıdır. Ancak birincisi “erken” sözünün karşıtı, diğeri ise “geçmek” fiilinin emir çekimidir. Dolayısıyla anlamları arasında hiçbir ilgi yoktur; cinaslı kafiye oluşturmuştur.
REDİF
Dize sonlarında aynı sözcüklerin ya da aynı ses ve görevdeki eklerin kullanılmasıyla oluşur. Bu, daima kafiyeden sonra gelir. Hatta bazen dize sonunda kafiye hiç bulunmaz, ses benzerliği redifle sağlanır.
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
dizelerinde “yollar” sözü iki dizede de kullanılmış; dolayısıyla redif olmuştur. Ondan önceki “kıvrılan” ve “yılan” sözcüklerindeki “ılan” sesleri ortak olduğundan zengin kafiye oluşmuştur.
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar
dizelerinde “yaslı yollar” sözcükleri aynı olduğundan rediftir “bağlayan” ve “ağlayan” sözcüklerinde ise “bağla-“, “ağla-” sözcüklerindeki “-an” ekleri sıfat-fiildir. Hem sesleri hem görevleri aynı olan bu ekler, “y” kaynaştırma harfleriyle beraber redif olur.
Bazen dize sonlarındaki eklerin sesleri aynı, görevleri farklı olabilir; bunlar redif sanılmamalıdır.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı
dizelerinin sonundaki “bucağı” ve “ocağı” sözcüklerindeki “ı” eklerinin görevleri farklıdır. Birincide iyelik eki olan bu ek diğerinde hal ekidir, dolayısıyla redif oluşturmamıştır, “cağı” sesleri zengin kafiye oluşturmuştur.
KAFİYE ÖRGÜSÜ
Dörtlüklerde birbiriyle kafiyeli dizeler değişik şekillerde dizilir. Bu dizilişe kafiye örgüsü denir. Üç grupta incelenir.
1. Çapraz Kafiye
Dörtlüğün birinciyle üçüncü, ikinciyle dördüncü dizelerinin kendi arasında kafiyeli olmasıdır. Aşağıdaki şiirin birbiriyle kafiyeli dizelerini aynı sembolle gösterirsek daha kolay anlaşılır:
| Bağından her güzel bir gül seçerdiT.K. Redif | ____ | a |
| Bundan mı sarardın, soldun, ey gönülT.K. Redif | ____ | b |
| Kadınlar geçerdi, kızlar geçerdiT.K. Redif | ____ | a |
| Bir zaman aşk için yoldun ey gönülT.K. Redif | ____ | b |
Görüldüğü gibi dörtlükte birinci dizeyle üçüncü dize, ikinci dizeyle dördüncü dize kafiyelidir. Bu, çapraz kafiye düzeni demektir.
2. Düz Kafiye
Dörtlüğün birinci dizesiyle ikinci, üçüncü dizesiyle dördüncü dizelerinin kendi arasında kafiyeli olmasıdır.
| Nice günler bu şeametli ölümT.K. | ____ | a |
| Oldu çok kimseye bir gizli düğümT.K. | ____ | a |
| Nice günler bakarak dalgalaraT.K. Redif | ____ | b |
| Dediler: “Uğradı Leyla nazaraT.K. Redif | ____ | b |
3. Sarma Kafiye
Dörtlüğün birinciyle dördüncü, ikinciyle üçüncü dizelerinin kafiyeli olmasıdır.
| En son Bektaş Ağa çöktü diz üstüT.K. | ____ | a |
| Titrek elleriyle gererken yayıT.K. Redif | ____ | b |
| Her yandan bir merak sardı alayıT.K. Redif | ____ | b |
| Ok uçtu, hedefin kalbine düştüT.K. | ____ | a |
Bu tür bir kafiyelenme Halk şiiri ve Divan şiirinde görülmez Halk şiirinde koşma tipi kafiye, mani tipi kafiye gibi kafiye örgüleri vardır. Divan şiirinde ise gazel, mesnevi, rübai tipi kafiyelenme görülür.
]]>
İslami Türk edebiyatı ile Batı Türk edebiyatı arasında geçiş dönemi olan “Hazırlık Dönemi”ni de hesaba katarsak sanatçıların getirdikleri yenilikler ve sanat anlayışları bakımından Tanzimat edebiyatı üç dönemde incelenebilir:
Osmanlı aydınlarının Batı kültürünü, edebiyatını tanıma ve tanıtma çabalarına başladığı dönemdir.
Bu dönem Batı’dan, özellikle Fransız edebiyatından, bazı şiir, hikaye ve roman çevirilerinin yapıldığı bir geçiş dönemidir.
İlk çeviri roman, Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği “Tercüme-i Telemak”tır.
İlk şiir çevirileri ise Şinasi ve Ethem Paşa’nın J.J. Rousseau, V. Hugo, Lamaritine gibi Fransız şairlerden yaptıkları çevirilerdir.
İlk Türk gazetesi olan ve devlet eliyle çıkarılan Takvim-i Vekayi bu dönemde de yayını sürdürür.
Yine bu dönemde yarı resmi bir gazete olan Ceride-i Havadis’le (1840) tıpçıların çıkardığı Vakayi-i Tıbbiye (1850) yayın hayatına başlamıştır.
Osmanlıcadan sonra Fransızca en önemli edebi dil konumuna gelir.
Elçiliklerde tutulan “Seferatname” adlı günlükler, Batı kültürünün tanınmasına yardımcı olur.
Bu dönem; toplum, siyaset ve sanat yönünden Tanzi-mat edebiyatının oluşmasına elverişli bir dönemdir.
1860’ta Şinasi ve Âgah Efendi’nin birlikte çıkardıkları ilk özel Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahval ile Tanzimat edebiyatı fiilen başlamış olur.
Bu dönemde yetişen sanatçıların çoğu (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal) Fransız düşünür ve yazarlarından Montesquieu, Voltaire, J.J. Rousseau’nun etkisinde kalmıştır.
Bu dönemin yazar ve şairleri Divan edebiyatı geleneğiyle yetişmiş; ancak bu geleneği değiştirerek yeni bir edebiyat anlayışını yerleştirmeye çalışmışlar, fakat eskiye bağlılıktan kurtulamamışlardır. Özellikle şekil yönünden Divan şiiri geleneğine bağlı kalmışlardır.
Eserlerinde; vatan, millet, eşitlik, özgürlük, hak, adalet, meşrutiyet gibi, o döneme gelinceye kadar sözü edilmeyen kavramları yaymaya çalışmışlardır.
“Sanat toplum içindir.” ilkesi bilinçli olarak benimsenmiştir.
Dilde sadeleşme savunulmuş, ama uygulanamamıştır.
Aynı şekilde hece vezni ve halk edebiyatı da yalnız savunulmakla yetinilmiştir.
Batı edebiyatından makale, deneme, fıkra, eleştiri, roman, hikaye, tiyatro, anı gibi edebi türler edebiyatı-mıza bu dönemde girmiştir.
Şiirde eski şekiller içinde yeni konuların işlenmesiyle içerik ön plana çıkmıştır. Yani şiir, fikirleri aktarmak için kullanılan bir araç durumundadır.
Bu dönemde yazılan romanlar teknik açıdan zayıftır.
Hastalıklı oluş, intihar, kölelik ve cariyelik romanda sık sık işlenen konulardır.
Noktalama işaretleri ilk defa bu dönemde kullanılmıştır.
Romantizm akımının özellikleri bu dönem sanatçılarının eserlerinde görülür.
Bu dönem sanatçıları; Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Şemsettin Sami, A. Mithat Efendi, A. Vefik Paşa, Ali Bey, A. Cevdet Paşa ve Ali Suavi’dir. (Bu sanatçıların hemen hepsi gazetecilik yapmış, bir kısmı siyasi mücadeleler içinde bulunmuş, devlette önemli vazifeler üstlenmiş kişilerdir.)
Bu dönem sanatçıları II. Abdülhamit’in baskılı yönetiminden dolayı “sanat, sanat içindir.” ilkesini benimse-mişler, sosyal konulardan ve ideolojilerden uzak durmuşlardır.
Batı edebiyatının örnekleri başarıyla ortaya konul-muştur.
Bu dönemde yazılan eserlerin dili oldukça ağırdır.
Divan edebiyatına karşı Batı edebiyatı savunulmuştur.
Bu dönemde şiir, biçim yönünden Divan şiiri etkisinden kurtulmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan şiirleriyle bu yeniliğin öncüsü olmuştur.
Romanda realizmin şiirde ise romantizmin izleri görülür.
Kölelik ve cariyelik bu dönemdeki romanlarda işlenen konulardır.
Şiirin konusu genişlemiştir. Hayatta güzel olan her şeyin şiire konu olabileceği görüşü esastır.
Bu dönem şiirlerinde ölüm, yokluk, hiçlik, düş kırıklıkları, tabiat, aşk gibi konular işlenmiştir.
Bu dönemin başlıca sanatçıları A. Hamit Tarhan, R. Mahmut Ekrem, S. Paşazade Sezai, Nabizade Nazım’dır. Bu dönemde olup da yeniliklerin karşısında olan sanatçı da Muallim Naci’dir.
TANZİMAT’TA ŞİİRİN ÖZELLLİKLERİ VE İKİ DÖNEMİN KARŞILAŞTIRILMASI
I. ve II. dönem şairleri, Divan şiiri geleneğine bağlı kalmışlardır.
I. Dönem şairleri vatan, millet, özgürlük, adalet gibi toplumsal konulara yönelmişler; II. Dönem şairleri tabiat, aşk, ölüm gibi kişisel konulara önem vermişlerdir.
I. dönem şairleri “sanat, toplum içindir.” ilkesini, II. dönem şairleri “sanat, sanat içindir.” ilkesini benimsemişlerdir.
I. dönem şairleri dilde sadeleşmeyi savunmuşlardır, ancak uygulayamamışlardır, II. dönem şairleri ise dili iyice ağırlaştırmışlardır.
Her iki dönemin şairleri Romantizm’in etkisinde kalmıştır.
Şiirde parça güzelliği bırakılmış, konu birliğine ve bütün güzelliğine önem verilmiştir.
Şiirde sanatlı söyleyiş esas maksat olmaktan çıkarılmıştır.
Türk edebiyatında önceleri bulunmayan Batılı anlamda hikaye ve romanın ilk örnekleri bu dönemde görülmeye başlandı. Eski edebiyatımızdaki halk hikayeleri, masallar, mesneviler bu türlerin yerini tutmakta idi.
Roman ve hikaye türündeki ilk örnekler Batılı yazarlardan esinlenerek verilmiştir.
İlk roman çevirisi Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği “Tercüme-i Telemak”tır. Bunu; Sefiller, Robinson Kruzoe, Monte Kristo, Paul ve Virgine, gibi roman çevirileri izlemiştir.
Türk edebiyatında ilk yerli roman Şemsettin Sami’nin “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı eseridir. Ancak bu eser roman tekniği bakımından kusurludur. Sanat değeri taşıyan ilk roman Namık Kemal’in İntibah adlı eseridir.
Tanzimatın I. döneminde hikaye türü pek ilgi görme-miştir. Ahmet Mithat Efendi’nin “Kıssadan Hisse” ve “Letâif-i Rivayet” serisi bu türün ilk örnekleridir. II. dönemde Sami Paşazade tarafından bu türün örnekleri verilmiştir.
TANZİMAT’TA HİKAYE ve ROMAN ÖZELLİKLERİ
İşlenen konular, günlük olaylardan ya da tarihten alınmış, gerçeğe uygun konulardır.
Olayların akışında ve sonuca bağlanmasında rastlan-tılara çokça yer verilmiştir.
Yazarlar okuyucuyu bilgilendirmek için olayların akışını kesip bilgiler, öğütler vermişlerdir.
Yazarlar, kişiliklerini eserlerine yansıtmışlardır.
Canlandırılan kahramanlar tek yönlüdür, iyiler bütü-nüyle iyi kötüler bütünüyle kötüdür.
Olayların sonunda iyiler ödüllendirilmiş, kötüler cezalandırılmıştır.
Kişiler çoğu kez bir görüşte aşık olurlar.
Ahmet Mithat, Nabizade Nazım gibi halka seslenen yazarların dili sade; Namık Kemal gibi aydınlara seslenen yazarların dili ağırdır.
Birinci dönem yazarları Romantizm’in, II. dönem yazarlarında Realizm’in etkileri görülür.
Tanzimat dönemine kadar, tiyatro alanında geleneksel halk tiyatrosu dışında bir faaliyet görülmez. Batılı anlamda ilk tiyatro eseri Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eseridir. Yazar bu eserde görücü usulüyle evlenmeyi eleştirir. Şinasi bu piyeste meddah geleneğinden de yararlanır. Güldürüler söylenenlerin ters anlaşılması üzerine kurulmuştur. Eserde konuşma dili kullanılmıştır.
Tiyatro halkı eğitmek için bir vasıta olarak kullanılmıştır. Bu maksatla konularını toplum hayatından, gelenek-lerinden ya da tarihten almışlardır.
Tanzimat dönemi tiyatro yazarları, eserlerini sahnelemekten çok, okumak için yazmışlardır. Hatta II. dönem sanatçılarından A. Hamit Tarhan, tiyatro eserlerini sadece okumak için yazmıştır.
Tanzimatçılara göre tiyatro, bir eğlence olduğu kadar bir eğitim aracıdır da. Bu yüzden tiyatro eserlerinde diğer türlere göre daha anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Fakat bu dil ikinci dönemde giderek ağırlaşmıştır.
Tanzimat sanatçılarının hemen hemen hepsi gazetecilikle uğraşmış, edebiyat yazılarını gazete-lerde yayımlamış kişilerdir. Bu dönemde gazete ile edebiyat iç içedir. Tanzimat döneminde, gazete vasıtasıyla makale, fıkra, eleştiri, anı gibi yazı türleri edebiyatımıza kazandırılmıştır.
1.Takvim-i Vekayi (İlk Resmi Gazete-1831)
2.Ceride-i Havadis (Yarı Resmi Gazete-1840)
3.Tercüman-ı Ahval (1860-İlk Edebi ve Özel Gazete-Şinasi ve Âgah Efendi)
4.Tasvir-i Efkar (1862-Şinasi)
5.Muhbir (1866-Ali Suavi)
6.Hürriyet (1868-Ziya Paşa ve Namık Kemal)
Bu gazeteleri N. Kemal’in “İbret”, A. Mithat Efendi’ nin “Devir”, “Bedir”, “Tercüman-ı Hakikat”, Şemsettin Sami’nin “Sabah”, “Tercüman-ı Şark” adlı gazeteleri izler.
Tanzimat edebiyatının öncü ve yenilikçi şairi, yazarı ve düşünürüdür.
İlk özel gazete (Tercüman-ı Ahval), ilk makale (Mukaddime), ilk tiyatro eseri (Şair Evlenmesi), ilk şiir çevirileri, ilk dil çalışmaları ona aittir. İlk kez noktalama işaretlerini de o kullanmıştır.
Şiirde şekil olarak Divan edebiyatı geleneğine bağlı olmasına rağmen içerikte değişiklikler yapmış, eski şekillerle yeni kavramları anlatmıştır.
Yazıyı süsten ve sanattan kurtararak düşünceyi ön plana çıkarmıştır. Böylece dilde sadeleşme hareke-tine öncülük etmiştir.
Nesirlerinde dil sadedir. Şiirlerinde aruz veznini kullanmıştır ve dil pek sade değildir.
Klasisizmden etkilenmiştir.
La Fontaine’den Fabl’lar tercüme etmiştir.
Tanzimat Fermanını ilan eden Mustafa Reşit Paşa için yazdığı iki kaside oldukça önemlidir. Bu kasidelerdeki övgüler Divan edebiyatından daha ileridir.
Eserleri:
Durub-u Emsal-i Osmaniye (1863) : Osmanlı atasözlerini derlediği bir kitaptır.
Şair Evlenmesi (1860) : Türk edebiyatında batı tarzında yazılan ilk tiyatro eseridir. Eser tek perdelik bir töre komedisidir. Konusu, birbirini görmeden görücü usulü ile evlenme adetidir. Batı tesiri altında fakat yerli malzeme ile işlenmiş milli bir tiyatrodur. Kahramanları halktan seçilmiştir. Sevgilisi yerine onun için çirkin ablası ile evlendirilen Müştak Bey’in başına gelenler anlatılır.
Tercüme-i Manzume (1869) : Fransızcadan Türkçeye ilk şiir çevirileri sayılır.
Müntehabat-ı Eş’ar (1862) : Şinasi’nin kendi şiirlerini topladığı bir eserdir.
Müntehabat-ı Tasvir-i Efkar (1885) : Makalelerin yer aldığı üç ciltlik bir eserdir.
Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar : Şinasi’nin çıkarmış olduğu gazetelerdir.
Tanzimat’ın eski ile yeni arasında yalpalayan aydınıdır.
“Şiir ve İnşa” adlı makalesinde gerçek şiirin halk şiiri olduğunu söyler. Sonraları “Harabat” adlı antolojisinin önsözünde Divan şiiri geleneğini savunur. Bu nedenle Namık Kemal tarafından sert biçimde eleştirilir.
Edebiyatımızın en önemli terkib-i bent ve terci-i bent şairlerindendir.
Eserleri:
Şiir : Eş’ar-ı Ziya, Zafarname (Hiciv), Terkib-i Bend ve Terci-i Bend.
Nesir : Harabat, Rüya (Edebiyatımızda ilk mülakat), Defter-i Amal (Anı), Veraset Mektupları, Engizisyon Tarihi (çeviri), Endülüs Tarihi (çeviri), Emil (çeviri).
Harabat : Arapça, Farsça, Türkçe şiir antolojisidir. Eserin mesnevi tarzında yazılmış önsözünde, Ziya Paşa, şiir ve edebiyat anlayışını açıklamıştır. Bu önsözünde Z. Paşa’nın “Şiir ve İnşa” makalesinde savunduğu fikirlerin tersini savunduğu, Divan şiirini yücelttiği görülür. Bu yüzden Namık Kemal, Ziya Paşa’ nın bu eserine, Tahrib-i Harabat, Takib adlı eserleriyle cevap vermiştir.
Edebiyatımızda vatan şairi olarak tanınır.
Edebiyatımızda hürriyet kavramını ilk kullanan sanatçıdır.
Romantizmden etkilenmiştir. Hikaye dışında edebiyatın hemen her türünde eser vermiştir.
Şiirlerinde biçim yönünden eskiye bağlı kalmışsa da vatan, millet, özgürlük gibi yeni konuları işlemiş “toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir. Hürriyet Kasidesi, Vatan Mersiyesi, Vatan Şarkısı bu konulardaki şiirleridir.
Eserleri :
Romanları : İntibah (1876), Cezmi
Eleştiri : Tahrib-i Harabat, Takip, Renan Müdafaanamesi, Mukaddime-i Celal
Şiirleri : Hürriyet Kasidesi, Vatan Mersiyesi, Vatan Şarkısı
Tarihi Kitapları : Tarih-i Osmani (1889), Büyük İslam Tarihi (1875), Kanije Muhasarası (1874), Silistre Muhasarası (1874), Devr-i İstila, Barika-i Zafer
Tiyatro : Vatan Yahut Silistre (1873), Gülnihal (1875), Zavallı Çocuk (1873), Akif Bey (1874), Celaleddin Harzemşah (1875), Kara Bela (1878)
Tanzimat’ın en çok yazan ve okunan yazarıdır. 200’ü aşkın eseri vardır.
Hemen her konuda çalakalem yazmıştır.
Halka okuma zevkini aşılayan yazar olarak bilinir.
Eserlerinin tümü teknik açıdan kusurludur.
Romantizmden etkilenmiştir.
Eserlerinde bilgilendirmek esastır. Her fırsatta halka bir şeyler anlatmaya çalışır. Bazen romanın akışını keser uzun uzun açıklamalar yapar ve okuyucuya bilgiler verir.
Eserleri :
Romanları : Felatun Beyle Rakım Efendi, Hasan Mellah Hüseyin Fellah
Hikaye : Kıssadan Hisse, Letaif-i Rivayet
Gezi : Avrupa’da Bir Cevelan
Gazete : Bedir, Devir, Tercüman-ı Hakikat
Felatun Beyle Rakım Efendi (1875) : Batı uygarlığını özde kavramayan, biçimde kalanların düştükleri gülünç durumları anlatılır. Eser, Batı kültü-rüne özenen Felatun Bey’le, bu kültürü özümsemiş Rakım Efendi’nin serüveni, Medeniyet değiştiren bir toplumun hikayesidir.
Bu dönemde milliyetçilik ve Türkçülük hareketlerinin en önemli isimlerindendir.
Tiyatroya yaptığı hizmetlerle tanınır.
Türkçenin sadeleşmesi doğrultusunda çalışmıştır. Dili yalındır.
Klasisizmden etkilenmiştir.
Moliere’in hemen hemen bütün eserlerini Türkçeye çevirmiş.
Eserleri:
Tiyatro : Zor Nikah, Zoraki Tabip, Tabib-i Aşk, Azarya
Şiir : Savruk, Adamcıl, Kocalar Mektebi, Okumuş Kadınlar, Tartüf
Sözlük : Lehçe-i Osmani
İyi bir medrese kültürü ile yetişmiştir.
Kısas-ı Enbiya adlı eserinin önsözünde, Türkçenin kendine has kanunları bulunduğunu ifade etmektedir.
Kavaid-i Osmaniyye adlı eserinde, Türkçe, Arapça ve Farsçanın kaidelerini anlatmıştır.
Belagat-ı Osmaniyye adlı eserinde, yeni yazı türlerinden hiç bahsetmemiştir.
Direktör Ali Bey diye de tanınır.
Diyojen gazetesindeki çalışmaları ile, memleketimizde mizah edebiyatının gelişmesine katkıda bulun-muştur.
Osmanlı Tiyatrosu’nun kurulmasında emeği geçmiş.
Eserlerinde İstanbul Türkçesini bütün incelikleriyle kullanarak günümüzün dil anlayışına ulaşmıştır.
Tiyatro, mizah ve gezi yazısı türünde eserler veren Ali Bey, Moliere’in bir eserini “Ayyar Hamza” adıyla Türkçeye adapte etmiştir.
Lehçetü’l Hakayık adlı küçük bir mizahi eseri de vardır.
Tanzimat’ın Batıcı aydınlarındandır.
Şiirlerinde hakim olan tema his’tir.
Eski edebiyatın temsilcisi Muallim Naci ile yaptığı kafiye tartışması ünlüdür. Muallim Naci Divan edebiyatının kafiye anlayışı olan “göz için kafiye” anlayışını savunur. R. Mahmut Ekrem ise “kulak için kafiye” görüşünü ileri sürer. Servet-i Fünun döneminde “kulak için kafiye” anlayışı benimsenir.
Güzel olan her şeyin şiire konu edilebilmesi onun fikridir. Bu düşüncesiyle toplum için sanat görüşünden ayrılmıştır.
R. Mahmut Ekrem’in edebiyatımıza asıl hizmeti yeni edebiyatın kurallarını koymak ve yaymak, Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide)’un doğuşunu sağlamak şeklinde olmuştur.
Eserleri:
Roman : Araba Sevdası
Hikaye : Muhsin Bey, Şemsa
Tiyatro : Çok Bilen Çok Yanılır (komedi), Afife Anjelik, Vuslat, Atala
Şiir : Nağme-i Seher, Yadigar-ı Şebab, Tefekkür, Pejmürde, Zemzeme, Nejat Ekrem
Eleştiri : Takdir-i Elhan
Talim-i Edebiyat, edebi bilgilerle ilgilidir.
Araba Sevdası: Romanda, bir gösterişten ibaret olan Batı hayranlığının gülünçlüğü anlatılmıştır. Mirasyedi Bihruz Bey’in aşk maceraları anlatılır. Bihruz Bey, Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi romanında anlattığı batıya özenen züppe tipinin iyice karika-türleştirilmiş biçimidir.
Roman ve hikâye yazarıdır. “Sergüzeşt” adlı romanıyla ünlüdür.
Bu romanı, romantizmden realizme geçişin başarılı bir örneği olarak kabul edilir. Romanda, esir ticaretinin toplumsal hayattaki izleri anlatılır.
Hikâyelerini “Küçük Şeyler” adı altında toplamıştır.
Eserleri :
Roman : Sergüzeşt
Hikaye : Küçük Şeyler
Piyes : Şîr
Anı : İclal
Sergüzeşt : Eserde, esir ve insan ticareti ana tema olarak seçilmiştir. Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’a getirilen Dilber’in macerası, o dönemde egemen olan değer yargılarının yanlışlığı gösterilmek için anlatılır.
Şair-i Azam (büyük şair) olarak tanınır.
Batıcı şiir yönüyle ilk önemli değişiklikleri o yapmıştır.
Divan şiirinin biçimsel kalıplarını kırmıştır.
Divan edebiyatı nazım türlerini kullanmamıştır.
Çok sayıda tiyatro eseri yazmıştır. Ancak yazdığı bu eserler oynanmak için değil, okunmak içindir. Romantizmden etkilenmiştir.
Şiirlerinde zengin bir lirizm vardır. Şiirde, taşkınlık ve yücelik, söyleyişteki tezat onun özellikleridir. Tezat adeta Hamit’in tanıtıcı bir sembolüdür.
Eserlerinde çok çeşitli konulara yer vermiştir. Şiirle-rinde ve tiyatrolarında tarihi konular önemli bir yer tutar. Soyut konular, hayat, tabiat, ölüm, insanlık onun eserlerindeki konulardır. Ölüm ise Hamit’in özellikle işlediği bir konudur.
Eserleri:
Şiirleri : Makber, Sahra (Pastoral niteliktedir), Belde, Garam, Baladan Bir Ses, Ruhlar, Yabancı Dostlar, Validem, Hacle, Bunlar O’dur.
Tiyatro : Macera-yı Aşk (ilk tiyatrosu), Fitnen, İbn-i Musa, Eşber, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Nesteren, Sardanapal, Liberte, Hakan, İlhan…
Roman ve hikayeleriyle tanınan sanatçı Tanzimat edebiyatının Realist ve Naturalist temsilcilerinden biridir.
Yazarın, “Karabibik” adlı eseri edebiyatımızdaki ilk köy romanı olarak tanınır. Romanda anlatılanlar Antalya’nın bir köyünde geçer. Yazar köy hayatını tam bir Realizm’le yansıtır.
Sanatçının asıl başarısı “Zehra” adlı romanında görülür. Romanda psikolojik unsurlar ağır basar. Karakterlerin tasvir ve tahlili son derece başarılıdır.
Yadigarlarım, Sevda, Bir Hatıra yazarın hikaye türün-deki diğer eserleridir.
Eski edebiyat ile yeni edebiyat arasındaki mücadele-de eski edebiyat taraftarlarının lideri durumundadır. Eski nazım tekniğini bilen ve ona kuvvetle hakim olan bir şairdir. Fransız edebiyatını tanıdıktan sonra Batılı tarzda da şiirler yazmıştır.
Muallim Naci ile yeni edebiyatın önderi durumunda olan Recaizade M. Ekrem arasında uzun süren tartışmalar olmuştur. Recaizade’nin Zemzeme’lerine Muallim Naci, Demdeme’leri ile cevap vermiştir.
Eserleri :
Şiir : Ateşpâre, Şerâre, Füruzan, Sümbüle
Ayrıca edebi bilgilerle ilgili “Istılahat-ı Edebiyye” adlı bir eseri vardır.
]]>13. yy’dan günümüze kadar süren edebiyattır.
Güzelleme:
Koçaklama:
Ağıt:
Taşlama:
KARACAOĞLAN:
17. yy’da yaşadığı sanılmaktadır. Sade, anlaşılır Türkçe kullanmıştır. Koşma ve semaileriyle tanınır. Güzele ve güzelliklere düşkündür. Şiirlerinde dini etkilerle, Divan edebiyatı etkisi görülür.
KÖROĞLU:
16. yy ozanıdır. Başkaldırının ve özgürlüğün sembolüdür. Yiğitlik, dostluk, aşk, doğa temalarını işler. Sade Türkçe kullanır.
ÂŞIK ÖMER:
17. yy ozanıdır. Divan mazmunlarını kullanmıştır. Hem aruz hem de heceyle yazmıştır. Şiirlerinde “Adli” mahlasını da kullanmıştır.
GEVHERİ:
18. yy ozanıdır. Medrese eğitimi almıştır. Divan şiiri nazım türlerini de kullanmıştır. Koşmalarıyla tanınmıştır.
DADALOĞLU:
19. yy ozanıdır. Varsağı türüyle tanınmıştır. Aşiretlerle derebeyleri arasındaki savaşları anlatır.
KAYIKÇI KUL MUSTAFA:
17. yy şairidir. Yeniçeri şairlerindendir. Genç Osman Destanı’nın şairidir.
DERTLİ:
18. yy ozanıdır. Divan geleneğinden etkilenmiştir. Koşma ve semaileriyle tanınmıştır. “Dertli Divan” isimli eseri vardır.
BAYBURTLU ZİHNİ:
18. yy ozanıdır. “Sergüzeştname” adlı eseriyle tanınmıştır.
ERZURUMLU EMRAH:
19. yy ozanıdır. Semai ve koşmalarıyla ünlüdür.
RUHSATİ:
19. yy ozanıdır. Bektaşi dervişidir. Eserleri ahlaksal ve öğreticidir.
AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU:
20. yy’ın en büyük ozanıdır. Sade bir söyleyişi vardır. Aşk ve doğa sevgisini işlemiştir. Şiirlerini Deyişler, Sazımda Sesler, Dostlar Beni hatırlasın adlı ?
Temelleri 12. yy’da Ahmet Yesevi tarafından atılmıştır.
Allah, insan, evren ve fizik ötesi gerçeklik konularını ele alan bunların ne olduğuna cevap arayan din felsefesidir.
TASSAVVUF TERİMLERİ
Mutasavvıf: Tasavvufu benimseyip, ona göre yaşayan kimse.
Vahdet-i Vücud: Tek ve gerçek varlık Allah’tır. Evren bir bütündür.
Vücud-ı Mutlak: Asıl varlık Allah’tır. Diğer varlıklar onun görüntüsüdür.
Hüsn-i Mutlak: Gerçek güzellik yalnızca Allah’tadır.
İnsan-ı Kâmil: Allah’ın varlığını kabul eden olgun insan.
Tecelli: Allah’ın varlığının gönüllerde belirginleşmesidir.
Fena-Fillah: İnsanın Allah’ta yok olma-sıdır.
Nefes:
YUNUS EMRE:
HAM MEYVE (Türkü)
Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziyamın atını pazara çekin
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler
Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveyi
Onun için açık gider gözlerim
Ham meyveyi kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yârimden
Eğer yârim tutmaz ise elimden
Onun için açık gider gözlerim
Benim yârim yaylalarda oturur
Ak ellerin soğuk suya batırır
Demedim mi nazlı yârim ben sana
Çok muhabbet tez ayrılık getirir
MANİ
A benim bahtiyarım
Gönülde tahtı yârim
Yüzünde göz izi var
Sana kim baktı yârim
Nazli yardan geldi bana bir name
Nazlı yardan geldi bana bir name
Eğer doğru ise kırdı belimi
Dediler ki yarini yad iller almış
Kadir Mevla’m nasip eyle ölümü
Bülbüle söyleyin gülüne konsun
Beni yardan eden Allah’tan bulsun
Sabreyle sevdiğim ilkbahar olsun
Terk edeyim vatanımı ilimi
Ak yari gördükçe ağladım coştum
Al elinden dolu badeler içtim
Kötüler sandı ki ben yardan geçtim
Ölmeyince çeker miyim elimi
Karac’oğlan der ki konmadan göçmem
Her olur olmaza sırrımı açmam
Kötüler köprü olsa üstünden geçmem
Taşık suya uğradırım yolumu
Karacaoğlan
]]>Medreseden yetişmiş aydınların Arap ve özellikle Fars edebiyatını örnek alarak meydana getirdikleri bir yazılı edebiyattır.
Her şair; kendi şiirlerini, adıyla birlikte divan denilen eserde topladığı için bu edebiyata da “Divan edebiyatı” denilmiştir. Bu edebiyat ilim ve sanat adamları gibi seçkin insanlar tarafından anlaşılabildiği için “Yüksek Zümre Edebiyatı”, belli kurallara bağlı olduğu için “Klasik Türk Edebiyatı” olarak da adlandırılır.
Bu edebiyat (11–12. yüzyıldan başla-tanlar varsa da) 13. yüzyıldan başlayarak verilen eserlerde kendini göstermiştir. 19. yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. Bu yüzden dünyanın en uzun süren edebiyatıdır. Divan edebiyatının temel anlatım aracı nazım olduğu için önce divan şiirinin özellikleri üzerinde durmak gerekir.
1928’de çıkarılan “Yedi Meşale” dergisi etrafında toplanan bu sanatçılar ilkelerini içtenlik, canlılık ve devamlı yenilik şeklinde açıklamıştır.
Son dönem sanat akımlarının hepsinden etkilenmişlerdir.
Hece şiirine yeni bir ses, yeni bir hava, değişik temalar ve değişik muhteva getirmek amaçlanmıştır.
Beş Hececiler’i eleştirmiş onlara karşı çıkmışlardır.
Batı edebiyatını özellikle Fransız edebiyatını örnek almışlar; fakat Beş Hececiler’in yolundan gitmişlerdir.
Duygu ve düşünceye önem veren, sanat aşkını ön planda tutan, taklitten uzak, orijinal eserler verilmeye çalışılmış; ancak daha çok şiir ve hayalin ağır bastığı eserler meydana getirilmiştir.
Türk şiirine herhangi bir yenilik getirmemişlerdir.
Topluluk, amacına ulaşmadan kısa bir sürede dağılmıştır.
Topluluk, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Muammer Lütfi Bahşi, Vasfi Mahir Kocatürk, Ziya Osman Saba, Cevdet Kudret ve Kenan Hulusi Koray (nesir yazmış)’dan oluşur.
1941 yılında “Garip” adlı şiir kitabıyla başlamıştır.
Şiirde her türlü kural ve belirli kalıplara karşı çıkmışlardır.
Ölçü ve uyağı şiirden kaldırmışlardır.
Batı’daki “varoluşçuluk” akımının etkisiyle şuuraltına yönelmişlerdir.
Şiirlerinde halk deyişlerinden yararlanmışlar, toplumsal yergiye yer vermişler ve konu sınırlandırılmasına karşı çıkıp şiirlerine her türlü konuyu sokmuşlardır.
Topluluk, Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday’dan oluşur.
1950 yılında çıkmaya başlayan Hisar dergisi; Garip hareketine, dildeki tasfiyeciliğe karşı bir tavırla yayın hayatına atılır.
Arif Nihat Asya, Bekir Sıtkı Erdoğan, Yavuz Bülent Bakiler, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer, Mehmet Çınarlı ve Münis Faik Ozansoy. Bu sanatçılar yeniliğin eskiyle bağlarını koparamayacağını ondan kuvvet alınması gerektiğini vurgulamış ve Batı kültürüne karşı milli sanatı savunmuşlardır.
Garipçilerin açık ve yalın anlatımına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Soyut, kapalı bir şiir dili geliştirmişlerdir.
İkinci Yeniciler için biçim önceliklidir.
Başlıca sanatçıları şunlardır: Sezai Karakoç, İlhan Berk, Turgut Uyar, Oktay Rıfat ve Edip Cansever’dir.
Edebiyat tarihçisi olarak edebiyatımıza yeni bir bakış açısı getiren Tanpınar, roman, hikâye ve şiir türlerinde eserler vermiştir.
Şiirlerinde zaman önemli bir kavramdır, kader, aşk, ölüm ve kâinatla insan arasındaki münasebeti işlemiştir.
Tanpınar, güzel ve mükemmel şiirler yazmayı hedeflemiş, şiir üzerinde bir ömür çalışmıştır; bu nedenle oldukça az eser yayımlamıştır.
Roman ve hikâyelerinde psikolojik yön önemli bir yer tutar.
Şiirlerinde “şuuraltı” da önemlidir.
Tanpınar, sosyal fayda ve tesiri reddetmiştir.
Şiirlerinin ana teması “musiki, his ve hayal”dir.
Eserleri: Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste, 19.Asır Türk Edebiyatı, Beş Şehir, Bursa’da Zaman, Yaz Yağmuru, Abdullah Efendi’nin Rüyaları’dır.
Geçinmek için yazdığı eserlerde “Server Bedîi” takma adını; sanat kaygısıyla yazdığı eserlerinde ise asıl adını kullanmıştır. İlk eserlerinde olaylara önem vermiş, daha sonraki eserlerinde ise (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Bir Tereddütün Romanı)olayları arka plana itip düşünce ve ruh çözümlemelerine yönelmiş, psikolojik roman türünün olgun eserlerini vermiştir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanında hayatının bir bölümünü anlatmıştır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarının toplum düzeni ve ahlakı üzerindeki yıkıcı etkisi birçok eserinin temeli olmuştur.
Eserleri: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih Harbiye, Sözde Kızlar, Matmazel Noralya‘nın Koltuğu, Yalnızız, Bir Akşamdı, Biz İnsanlar, Şimşek’tir.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in açtığı “memleketçi şiir” anlayışına katılmış şiirlerinde Anadolu folklorundan, Halk edebiyatın-dan, Anadolu’nun eski efsanelerinden geniş ölçüde yarar-lanmış; Avrupai şiir anlayışından “âşık tarzı” şiir anlayışına yönelmiş, bu iki anlayışı şiirlerinde birleştirmiştir. Halktan aldığı malzemeyi Batı tekniğiyle incelemiştir. Şiir yanında inceleme, araştırma ve tiyatro alanında eserler vermiştir.
Eserleri: Şiirler
Tiyatro eserleri: Köşebaşı, Koçyiğit Köroğlu, Bir Pazar Günü, Satılık Ev.
Şair “Otuz Beş Yaş” şiiriyle ün kazanmıştır.
Sade ve ahenkli bir konuşma diliyle şiirler yazmıştır.
Düşüncelerine hâkim olan ölüm temi dolayısıyla kendi ıstırabı içinde kapalı metafizik seviyeye yükselemeyen hayata koşmak isteyen; fakat onda tam istediğini bulamayan bir insandır.
Şekle önem vermiş, şekil mükemmelliğini elde etmek için yeni vezinler kullanmıştır.
Şiirlerinde “ölüm korkusu, dünyanın güzelliği, yaşama sevinci ve aşk” temalarını işlemiştir.
Eserleri: Ömrümde Sükût, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Sonrası isimli şiir kitapları ve Ziya’ya Mektuplar.
Yazar, ilk hikâyelerini “Semaver” adlı eserinde toplamıştır. Bu hikâyelerinde Maupassant tarzı hikâyeciliğin ve tenkitçi gerçekçiliğin tesiri altında kaldığı görülür. “Semaver, Sarnıç ve Şahmerdan” adlı üç hikâye kitabında Ömer Seyfettin’den gelen Maupassant tarzı hikâyelerle birlikte “tenkitçi-gerçekçi” hikâyelere ve “anıların hikâyeleştirilmiş şekline” rastlanır.
Tabiat, deniz, balıkçılar, hayvan ve hayata duyduğu sevgiyi işlemiştir.
Eserleri: Semaver, Sarnıç, Mahalle Kahvesi, Kumpanya, Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam, Şahmerdan, Havada Bulut, Tüneldeki Çocuk
Özellikle gezi türündeki eserleriyle tanınır. Atatürk ile ilgili anılarıyla şöhretini sağlamıştır.
Eserleri: Zeytin Dağı, Ateş ve Güneş, Bizim Akdeniz, Çankaya, Deniz Aşırı, İnanç, Atatürk’ün Hatıraları, Kurtuluş, Bayrak
Aruz vezni ve eski nazım biçimleriyle yeni konuları başarıyla işlemiştir.
Şiir ve düzyazı türünde eserleri vardır.
Şiirde şekil mükemmelliğine, ahenk ve kafiyeye önem vermiştir.
Parnasizmin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisidir.
Yahya Kemal aruzu Türkçeye başarıyla uygulamış, “Ok” şiiri dışındaki tüm şiirlerini aruz vezniyle yaz-mıştır.
Şiirlerinde aşk, ölüm, tabiat, sonsuzluk gibi temaları işlemiştir.
Osmanlı medeniyetine duyduğu hayranlık nedeniyle eserlerinde Osmanlıyı işlemiştir.
İstanbul’u şiirde en fazla konu edinen şairlerimizdendir.
Divan şiirini örnek alarak gazel, şarkı, murabba ve rubailer yazmıştır.
Şiirleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer
Nesirleri: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Edebiyata Dair, Hatıralarım
Romanlarında toplum sorunlarını işlemiştir.
Hikâyelerinde gözlem gücü oldukça güçlüdür.
Edebiyatımızda Çehov tarzının temsilcisidir.
Eserlerinde konuşma dilini kullanır.
Birçok gazete ve dergide hikâyeleri yayımlanmıştır.
Romanları: Ayaşlı ve Kiracıları, Vassaf Bey
Hikâyeleri: Mendil Altında, Otlakçı, Hikâyeler, Hava Parası, Temiz Sevgiler
Tenkit yazıları ve romanları ile tanınır.
Sanatlı ve uzun cümleleri vardır.
Anı, makale, hikâye ve roman türünde eser vermiştir.
Romanları: Fehim Bey ve Biz, Çamlıcadaki Eniştemiz
Anı: Geçmiş Zaman Köşkleri, Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Köşkler
İlk dönemde soyut konuları işlemiştir.
Sonraki döneminde kahramanlık ve destani konuları işlemiştir.
Destanlar, felsefi şiirler ve toplumcu gerçekçi şiirler yazmıştır.
Eserleri: Çocuk ve Allah, Çakır’ın Destanı, Anıtkabir, Üç Şehitler Destanı, Yedi Memetler. (Ayrıca: Açıl Susam Açıl, Çocuklar Koçaklaması, Kuş Ayak adında çocuk şiirleri vardır.)
Şiirlerinde Anadolu’yu, tabiat ve tarih konularını işleyen destansı şiirler yazmıştır.
Baudlaire’nin sembolizminden etkilenerek ses ve şekil mükemmelliği taşıyan şiirler yazmıştır.
Şiirde ölçü ve kafiyeye sıkı sıkıya bağlıdır.
Tiyatro eserleri, tercüme, inceleme ve makaleleri vardır.
Eserleri: Şiirler, Gölgeler, O Böyle İstemezdi, Çıkmaz, Aptal, Yaşadığımız Devir
Halk kültüründen ve Batı kültüründen aldığı unsurları birleştirerek çevreyi, dış dünyayı ve ev içini işlemiştir.
Son dönem şiirlerinde Divan şiirine yönelmiş, bu şiirin ses ve yapı özelliklerini günümüz şiirinde uygulamıştır.
Şiir kitaplarının yanında radyo oyunları da vardır.
Şiir kitapları: Kapalı Çarşı, Eski Toprak, Zebra, Kareler Aklar, Yaz Dönemi, Divançe, İki Başına Yürümek, Çevre, Evler
Halk şiirini andıran içten şiirler yazmıştır.
Memleketçi şiire yeni bir bakış açısı kazandırmıştır.
Eserleri: Atatürk Kurtuluş Savaşında, Adamın Biri, Rüzgâr, Yeşeren Otlar, Yangın.
Denemeleriyle ün kazanmıştır.
Paris’te Felsefe öğrenimi yapmıştır.
Öğretim üyeliği, milletvekilliği yapmıştır.
Şiir: Şi’r-i Hayal
Deneme: Edebiyat Konuşmaları, Edebiyat Üzerine, Günlerin Götürdüğü, Şiir Üzerine Düşünceler, Denemeler, Yokuşa Doğru.
Hikâye ve romanlarıyla ün kazanmıştır.
Toplumsal gerçekçiliğe karşı bireysel ve sanatsal ger-çekçiliği savunmuştur.
Çeşitli gazetelerde çalışmıştır.
Hikâyeleri: Yunus Emre, İki Uyku Arasında, Oğlumuz, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı.
Romanları: Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbiş’in Rüyası, Firavun İmanı, Siyah Kehribar, Dönemeçte, Gençliğim Eyvah, Yağmur Beklerken.
İşçi ve köylü sorunlarını halk diliyle işlemiş bir toplum-sal gerçekçidir.
Edebiyata şiirle girdi.
Röportajlar yayımladı, hikâyeler yazdı.
Romanlarıyla ün kazanmıştır.
Romanlarında genellikle Çukurova insanlarını ve Torosları anlatmıştır.
Romanları: İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu, Teneke, Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yılanı Öldürseler…
Hikâye: Sarı Sıcak(Bir hikâye kitabı vardır)
Röportajları: Çukurova Yan Yana, Yunan Ormanlarına Elli Gün, Peri Bacaları.
Edebiyata şiir ve öyküyle girdi.
Bilimsel metotla köy romanı yazmıştır.
Romanlarının konusunu Kurtuluş Savaşı, Eşkıya hikâ-yeleri oluşturur.
Romanlarda, Anadolu halkının törelerini, Anadolu’daki düzeni ve sorunları irdelemiştir.
Romanları: Sağırdere, Eski Şehrin İnsanları, Devlet Ana, Yorgun Savaşçı, Yedi Çınar Yaylası, Bozkırdaki Çekirdek, Köyün Kamburu, Kelleci Memet…
Hikâyesi: Göl İnsanları
Deneme, makale ve araştırmalarıyla tanınır.
Fransızcadan tercümeler yapmıştır.
Eserleri: Bu Ülke, Hint Edebiyatı, Umrandan Uygarlığa, Kırk Ambar, Bir Dünyanın Eşiğinde.
Şiirle edebiyata giriş yaptı; daha sonra roman, tiyatro ve hikâye türünde eserler de verdi.
“Değişik Gözle” eseriyle “Sait Faik Hikâye Armağanı”nı aldı.
Anadolu insanının çaresizliklerini, köyü, halk yaşamını ve yaşam sevincini işlemiştir.
En önemli özelliği, doğallık, yalınlık ve duyarlılıktır.
Şiirleri: Kızıl Çullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Mayıs Ayı Notları, Denizin İlk Yükselişi, Yağmurlu Deniz, Başaklar, Bebe, Ceylan Ağıdı, Aç Güneş.
Romanları: Tütün Zamanı, Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün, Aşk da Gezer.
Tiyatroları: Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri, Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Nalınlar, Masallar, Kaynana Ciğeri, Derya Gülü, Aşk Duvarı, İş Karar Vermekte.
Hikâyeleri: Yalnız Kadın, Değişik Gözle, Susuz Yaz, Ay Büyürken Uyuyamam, Makedonya 1900, Kente İnen Kaplanlar, Aylı Bıçak.
Türkçülük hareketinin önde gelen temsilcilerindendir.
Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili çalışmaları vardır.
Çıkardığı Dergiler: Atsız, Mecmua, Orhun, Orkun, Ötüken.
Romanları: Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Dalkavuklar Gecesi, Yolların Sonu, Ruh Adam.
Garipçilerdendir.
İlk şiirlerini Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le ‘’Varlık’’ dergisinde yayımladı.
Gerçek şiire ulaşabilmek için ölçü ve uyak gibi bağlar-dan, biçim özentilerinden, sözcük oyunlarından ve söz sanatlarından kurtulmak gerektiğini savunmuştur.
Şiirlerinde günlük konuları konu edinmiş, halkın anla-yacağı yalın bir dil kullanmıştır.
‘’Şiir herkes ve her şey için yazılır’’anlayışına sahiptir.
Zaman zaman nükteci ve alaycı bir dil kullanmıştır.
Ününü şiirle kazanmış bunun yanında eleştiri, öykü ve çeviriler de yazmıştır.
Şiir: Garip, Vazgeçemediğim, Yenisi, Karşı, Destan Gibi,La Fontaine’nin Masalları, Nasrettin Hoca Masalları.
Düzyazı: Bindiğiniz Dal, Sanat ve Edebiyat Dünyamız.
Garipçilerdendir.
İlk önce aşk şiirleri sonra toplumcu şiir yazmış daha sonra da soyut şiire yönelmiştir.
Toplumcu sanat ilkesinden hareketle halk deyim ve söyleyişlerinden, masal ve tekerlemelerden onlara yeni görünüşler sağlayarak yararlanmış, toplum sorunlarına değinmiştir.
“Perçemli Sokak” adlı kitabıyla birlikte şiir anlayışında büyük değişiklikler olmuş, soyut şiire kaymıştır.
Roman ve tiyatro eserleri vardır.
Şiirleri: Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler, Güzelleme, Karga ile Tilki, Aşk Merdiveni, Denize Doğru Konuşma, Dilsiz ve Çıplak, Koca Bir Yaz, Yeni Şiirler.
Roman: Bir Kadının Penceresinden, Danaburnu, Bay Lear.
Oyunları: Birtakım İnsanlar, Kadınlar Arasında, Atlar ve Filler, Yağmur Sıkıntısı, Çil Horoz, Dirlik Düzenlik.
Garipçilerdendir.
Sanatını romantik öğelerden kurtararak sosyal temel üzerine kurdu.
Nükte ve yergi ağırlıklı şiirler yazdı.
Oktay Rıfat’ın aksine soyut şiire ilgi duymamıştır.
Çeviri roman ve oyunları vardır.
Şiir: Sözcükler, Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane, Yan Yana, Kolları Bağlı Odysseus, Ölümsüzlük Ardında Gılgamış…
Romanları: Aylaklar, Gizli Emir, İsa’nın Güncesi
Denemeleri: Doğu-Batı, Konuşarak, Yeni Tanrılar, Dilimiz Üstüne Konuşmalar
Gezi Yazıları: Sovyet Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan.
Oyunları: İçerdekiler, Mikado’nun Çöpleri, Dört Oyun.
Fransızcadan şiir ve nesir tercümeleri yaptı.
İnançları gerçeküstücülükle kaynaştırmayı amaçla-maktadır şiirde. Bunun için mistizmden, evliya öykü-lerinden yararlanmaktadır.
Şiirleri: Hızır’la Kırk Saat, Körfez, Şahdamar, Sesler, Taha’ nın Kitabı, Gül Muştusu, Zamana Adanmış Sözler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı.
Deneme ve İncelemeleri: Yunus Emre, Mehmet Akif, Edebiyat Yazıları.
İkinci Yeni şiirinin önde gelen şairlerindendir.
Halk diline fazla yer vermiş, Orhan Veli kuşağı ile anlamsız denen şiir arasında yakınlık kurmuştur.
Şiirleri: Güvercinler, Yedi Tepe, Sevda Sözleri, Göçebe…
Deneme: Şapkam Dolu Çiçekle, Günübirlik.
Antoloji: Mülkiyeli Şairler, Yüz Aşk Şiiri
Çeviri: Emperyalizm (Lenin) Toplumbilim Tarihi
TURGUT UYAR
Arz-ı Hal adlı eserinde halk deyişiyle yüklü, vezinli, kafiyeli şiirler yazmıştır.
Son döneminde Divan şiirini yenileştirme çabasına girişti. Yine son döneminde bir tür öykü-şiir denilebile-cek, uzun toplumsal özde şiirler üretti.
Şiirleri: Arz-ı Hal, Türkiye’m, Dünyanın En Güzel Arabistanı, Tütünler Islak, Her Pazartesi, Divan, Kayayı Delen İncir.
Nazım Hikmet önceleri ölçülü kafiyeli şiirler yazmış, Moskova’da eğitim gördüğü sırada Mayakovski’nin etkisiyle serbest nazma yönelmiştir.
Toplumcu şiirin öncüsü olmuştur.
Şiirleri: 835 Satır, Varan 3, Kurtuluş Savaşı Destanı, Portreler, Rubailer, Sesini Kaybeden Şehir.
Oyunları: Kafatası, İnek, Unutulan Adam, Ferhat ile Şirin
Fıkraları: İt Ürür Kervan Yürür.
Ayrıca mektup ve masalları da vardır.
Makale, tiyatro, deneme, eleştiri ve şiirler yazdı.
En fazla denemeleriyle ün kazandı.
Türkçenin özleşmesi ve arınması için yazılarında yabancı sözcükleri pek kullanmadı.
Kendine özgü devrik cümleleri ile yeni bir dil ve anlatım biçimi oluşturdu.
Deneme ve Eleştirileri: Günlerin Getirdiği, Söz Arasında Okuruma Mektuplar, Prospero ile Caliban, Ataç, Söyleşiler.
Günlük: Günce.
Çeviri: Yunan, Latin, Fransız, Rus, Alman, İskandinav dillerinden 50 kadar oyun, roman, deneme, masal çevirisi yapmıştır.
Hikâye, roman ve şiir yazmıştır.
Onun için önemli olan şekil ve ifade ettiği değil, olay ve bu olayla vermek istediği fikirdir.
“Baba Evi” ve “Avare Yıllar” adlı romanlarında kendini tanıtmıştır.
Her çevreden insanın özellikle gecekondu yaşamını ve işçilerin ezilmiş, itilmiş insanların yaşama kaygısını anlatmıştır.
Eserleri: Avare Yıllar, Baba Evi, El Kızı, Murtaza, Hanımın Çiftliği, Bereketli Topraklar Üzerinde, Vukuat Var Dünya Evi(roman), Ekmek Kavgası, Çamaşırcının Kızı, Grev, Arka Sokak, Babil Kulesi (hikâye)
İlk önce destan boyutunda toplumcu şiirler yazdı.
1955’ten sonra bireyin duygu evrenine eğilen bireysel şiirler de yazdı.
Özgün bir şiir dili vardır.
Attila İlhan; romanları, gezi notları ve denemeleriyle tanınan bir yazardır.
Şiirleri: Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Tutuklunun Günlüğü, Böyle Bir Sevmek, Elde Var Hüzün.
Romanları: Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Kurtlar Sofrası, Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Fena Halde Leman, Dersaadet’te Sabah Ezanları.
Gezi Notları: Abbas Yolcu
Deneme-Anıları: Hangi Sol, Hangi Batı, Faşizmin Ayak Sesleri, Hangi Sağ, Gerçekçilik Savaşı, Hangi Atatürk, Batının Deli Gömleği
“Tutuklunun Günlüğü” ile Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü-nü, “Sırtlan Payı” ile Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanmıştır.
Açık, aydınlık şiirleriyle Hisar şairleri arasında yer aldı.
Şiirlerinde milli meseleleri işledi.
Şiirleri: Yalnızlık, Şiirimizde Ana, Duvak
Gezi Yazısı: Üsküp’ten Kosova’ya
Servet-i Fünun döneminin ortak üslubunu kullanmıştır.
Türkçülük ve Yeni Dil Akımını benimsedikten sonra Türk Derneği ve Türk Yurdu dergilerinde yerli ve milli konularda sade bir dille yazmıştır.
Şiir: Haristan ve Gülistan
Hikâye: Çağlayanlar
]]>Mehmet Çınarlı tarafından Ankara’da çıkarılan edebiyat ve fikir dergisidir.16 mart 1950’de yayımlanmaya başlayan dergi,ocak 1957 tarihli 75.sayıdan sonra yayına ara verdi. Ocak 1964’te yeniden çıkarıldı.Aralık 1980’de kapatıldı.
1925 yılında Ermenek’te doğdu.İlkokulu burada orta okulu ve liseyi Konya’da okudu.Üniversite öğrenimini 1948 yılında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde tamamladı.Devlet memurluğuna Maliye Bakanlığında başladı.1980 yılına kadar Hisar dergisine kurucu,yönetici,yazar ve şair olarak katkıda bulunmuştur.Bu derginin sanat anlayışını ve yayın ilkelerini teorik anlamda o ortaya koymuştur. Hisarın dışında Antalya Gazetesi,Çınaraltı,Yedigün,Yarımay,Doğu,Çağrı,Türk Yurdu,Ilgaz,Türk Edebiyatı,Türk Dili gibi yayınorganlarında da şiir ve yazı Şiirlerinden bir kısmı İngilizce,Fransızca,Almanca ve Makedoncaya çevrilmiştir.15 şiiri de bestelenmiştir.
ESERLERİ:
Şiirleri:Güneş Rengi Kadehlerle (1958),Gerçek Hayali Aştı (1969), Bir Yeni Dünya Perdesi(1983),Güzelliklere
Deneme,Hatıra,Portre ve Gezi Notları: Halkımız ve Sanatımız(1970),Söylemek Yaraşır(1978),Sanatçı Dostlarım (1979),Hatıraların Işığında (1984),Aynı Yolda (1986),Mısralarda Gezinti (1990),60 Yılın Hikayesi.
GERÇEK HAYALİ AŞTI
Gerçek hayali aştı,ufuklar uzak değil.
En olmaz isteklere uzanmak yasak değil.
Uçuyor rüzgar gibi altımdaki küheylan,
Ne kadar dizginlesem yavaşlayacak değil.
Artık yaratan sensin havamı,iklimimi
Buzların soğuğu yok,alevler sıcak değil
Gül yaprağına döndü tekmesi düşmanların,
Sunulan zehir değil,saplanan bıçak değil.
Öyle bir boşandın ki çöle benzer ömrüme
Bir Nuh tufanı oldu,sel değil sağnak degil.
İstanbul’da doğan Geçer Kabataş Lisesini bitirmiş,İktisat Fakültesi’ne iki yıl devam ettikten sonra Sosyal Sigortalar İhtiyarlık Sigortası Müdür Yardımcılığında bulunmuştur.
Hisar’dan başka Varlık,Çağrı ve Türk dili dergilerinde de şiir ve yazıları yer almıştır.
Öz şiiri her şeye üstün tutan sanatçı biçimi bir vasıta saymaktadır. Uzun zaman hece vezni kullanan şair serbest şekiller de aramıştır. Şiir temaları genellikle ayrılık,hüzün aşk ve yalnızlıktır.
ESERLERİ: Büyüyen Eller(1954),Belki (1960),Bir Bulut Geçti(1973),Yeşil Çağ (1976),
MUTSUZ VE YORGUN
Bir sema atlısı gelip alacak seni
Uzaktan bir suzidil duyacaksın
Neyler bir sunu üfler daima
Bir bitiş hüznündedir mum
Atlas feracen düşmüş omzundan
Nicedir bekliyorsun ince ve mahzun
Zamanın çoktan unuttuğu bir yolda
Esmer bir bulut gibi mutsuz ve yorgun
Yansıyorsun şimdi buğulu aynalardan
Sürgit ertelenmiş sevinçlerin
Özlemi dolaşırken dallarda
Acı veren bir tren yangınıdır
Aşkın rüzgarı tenha yollarda
Sevip de kavuşmamak ateşten gömlek
Hüznün ayak sesleri uzaklaşmaz çoğalır
Bir düştür ümit kuşu uzak göklerde kalır.
Konya’da doğan yazar 1949’da Harp Okulu’nu bitirip ordu donatım asteğmeni olarak hayata atılmıştır.Mecburi hizmeti bitince ordudan ayrıldı.Şimdi Basın-İlan Kurumu Genel Müdürüdür.
Hisar’dan başka Çınaraltı Türk Dili,Çağrı Elif,Türk Yurdu ve Türk Edebiyatı dergilerinde şiirler yayımlamış olan sanatçının deneme ve tenkid yazları da çıkmıştır.
Şiirlerinde heceyi adeta aruz vezni dolgunluğu ile kullanan sanatçı hecede başarılı değişiklikler yapmıştır:
Bilinen hece sayılarının dı-şına çıkmak,durak yerlerini belirsizleştirmek,mısraları kümelendirişte ve dizilişlerinde yenilikler vs.
Romantik-gerçekçi bir hava içinde daha çok aşk, aile,memleket şiirleri söyleyensanatçı belirsizliğe,mutluluğaderinliğe dönük bir anlatış sergilemiştir.
ESERLERİ:
ŞİİR : Alacakaranlık(1970)
İNCELEME: Cahit Sıtkı Tarancı.
BAŞ AĞRISINA SONNET
Aydınlık olsa da bir olmasa da,
Hatta bence olmasa daha iyi.
Hele şu ağzı kırık boş sürahi
Ne durup duruyor sanki masada?
Ses mi var ne,yoksa yine yağmur mu?
Beni böyle uzaklardan çağıran kim?
O saksıyı deviren ben değilim,
-Karnım çok acıktı-desem,olur mu?
Geçmiş karşıma bütün üzüntüler
Kırk yıllık dost gibi yüzüme güler.
Velhasıl herşey aksi,herşey yarım.
Aradığım yerde yok kitaplarım ,
Dünkü gazeteyi bugün de almışım;
Fazla ağrıyor kolum;yok yok başım…
(Hisar,Mayıs 1955)
Kayseri’de doğan sanatçı 1949 yılında Harp Okulundan İstihkam teğmeni olarak orduya katıldı.1961’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.
Şimdi Basın İlan Kurumunda çalışmaktadır.
İlk şiiri 1942 yılında Çınaraltı dergisinde yayımlanan sanatçı sırasıyla Kayseri’deki gazetelerde, Erciyes dergisinde şiirler çıkardı.
Karaer şiire halk edebiyatı ürünlerindeki şekil ve söyleyişlerden yararlanarak başladı.Daha sonra serbest tarza yöneldi. Gelenekli şiire bağlılığı,halk kaynaklarına eğilişi, çok çeşitli konuları işleyişi,ölçü ve dengeyi özümseyişi özde yaptığı değişmeleri kuvvet sağlamaktadır.
Halı Destanı adlı takım şiirlerinde Anadolu’yu duyuşun simgelerini ve Anadolu insanının kader çizgisini derinliği ile veren şairin bu başarısını diğer memleket şiirlerinde de görüyoruz.Şair taklidi kesinlikle reddeder ve geleneğe saygılıdır.
ESERLERİ:
ŞİİR :Sevmek Varken(1972),
Güvercin Uçurtmak(1977).
Tiyatro : Karıncalar.
İnceleme: Karacaoğlan (1973)
GECELERLE GELEN
Uzansan el yetmez.
Bir gözü kör,yorgun bir at gece
Sür sür gitmez.
Öteki gözüdür belki pencereler,
Kanlı yuvalarında iri iri;
Nerdeyse çıkıp gelir birer birer
Korkunun tüfek çatan askeri…
Durup durup çağıran biri var
Dallardan ve merdivenlerden;
Belki o,belki bir rüzgar
Kulaklarıma değip giden
Uzatır dilini camlardan,
Bir masal sarmaşığı değilse
Gelen,dağ-taş almaz düşman;
Ah aklıma bir türkü gelse!…
Düşer aynasına pişmanlıkların,
Yarasalarla kağıttan fenerler.
Üç pencere:Dün,bugün ve yarın
Karanlığı üç köşesinden öper.
Sen de beni öpemez misin ölüm,
Yağmur dudaklarınla öyle güzel?
Ben,korkacak adam değilim,
Geleceksen,hadi erkekçe gel!
İstanbul’da doğan Erman1957’de Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmiş,çeşitli illerin valiliklerinde bulunmuştur. Erman’ın şiirlerinde Anadolu gerçeklerine cesaret vesevgi ile bakışın,yurdun sefaleti yanında yücelikleri de vardır.
ESERLERİ: Yeşil(1945), A Benim Canım Efendim(1958),Anadolu(1970),Gazi Mustafa Kemal Atatürk(1973),Hem Hürriyet Hem Ekmek(1974).
HİÇ
Her gün aynı köşede hep aynı adam,
Akşama kadar bekleyip giden!
Merak ettim:-Kimi,ne diye?
Omuz silkti:-Hiç!
Her gün aynı kahvede hep aynı adam,
Kirli camlara dalıp dalıp giden!
Soracak oldum:-Neden,niye?
Ters ters baktı:-Hiç!
Her gün aynı yolda hep aynı adam,
Gönülsüz adımlarla gelip giden!
Kurcalayım dedim:-Nerden nereye?
Durmadı bile:-Hiç!
Her gün Sarayburnu’nda hep aynı adam,
Bütün gün aynı yöne
Bakarken,mavi bir ışık vuran yüzüne
Ve baktıkça gözleri ufalıp giden!
Sen gel de sorma:-Nereye,neye?
-Hiç!(Dedi,gülerek),hiç!
Taş gibi yani,hiç kimseyi!
Ot gibi yani,hiçbir şeye
Ve dolap beygiri gibi,hiçbir yere!
Onu bunu bilmem ama,
Bir kez olsun şöyle aylak aylak,
Ve de gerinerek baktınız mı hiç,
Bıraktınız mı hiç kendinizi göklere?
Kıbrıs’lı Yalçın,1949’da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Londra’da 1958-64 yılları arasında Türkiye Büyükelçiliği Mütercimliği yapmıştır.Şimdi ODTÜ öğretim üyelerindendir. Aruz vezniyle de şiirleri olan Yalçın,heceyi ve serbest biçimleri denemektedir.Tabiat,yaşayış sıkıntısı,aşk,ölüm temalarına ağırlık vermiştir.
ESERLERİ: A Sokağı(1969),Güneş ve Adam(1977).
BİR GÜN
Bir gün tepemizde görür müyüz pır pır
Maviye kanat vuran gün aydınlarla
Teğetler çizdiğini üveyiklerin
Apak kumruların
Bir gün görür müyüz Tornadoların turnalara
Fantomların yer yüzünde faytonlara
Yenik ve güçsüz
Ve de gülünç düştüğünü
Çorak yüreklerde bir gün görür müyüz
Görkemli ana toprak gibi
Yeşilin sevincinde boy boy sevgilerin
Bire bin verdiğini
Altın terazilerde ah görür müyüz
Nimetini yeniden böldüğünü Tanrının
Ve her damla göz yaşında çocukların
Bir aynadan güldüğünü
Hukuk Fakültesi mezunu olan Bakiler,bir süre TRT raportörlüğü yaptıktan sonra şimdi Sivas’da avukat bulunmaktadır.
Vatan,İslam ruhu ve günlük yoksulluklar içindeki insanımızın ilham ettiği duygular Bakiler’i gerçeğe bakan acıması,sevmesi zengin,yeni milli bir şiir dünyasına hayli yaklaştırmıştır.Lirizmi ile birlikte bir düşünce dünyasıda açık olan Bakiler,Türk-İslam-çağ-tarih terkibinin havave ilhamı ile yazmaktadır.
Kendine has şiir sözlüğü ve üslubu,açık,kesin ve yoğun anlatışı olan bu şair,Ana dolu insanının ve bakımsız çocukların,haline,geçmişe nazaran geri bırakılmış ülkemize yıkıcı ideolojilerle değil içli memleket çocuğunun duygularıyla bakmaktadır.
ESERLERİ:
ŞİİR :Yalnızlık(1962-1966-1972),Duvak(1971).
ANTOLOJİ :Şiirimizde Ana(1967).
GECE YARISINDA BİR YALNIZ ADAM
Bir garip kimseydin bu şehirde,
Sevmezdin her akşam oturup içenleri.
Ve kimse bilmezdi o zamanlar
Düğüm düğüm içinden geçenleri.
Bir esmer kız severdin şiirler gibi,
Minyatürler gibi ince.
İçin içine sığmazdı,konuşamazdın
Çıkıp yanına gelince.
Efkarını dağıtmıyor şimdi her gece,
Ardarda içtiğin sigara
Ve başıboş akan ırmaklar gibi,
Dalıp dalıp gidiyorsun yollara.
Bütün sevdiklerin bırakıp gitti.
Yapayalnız kaldın artık.
Dokunsalar,ağlarsın çocuklar gibi
Büyüdü gözlerinde yalnızlık.
Biliyorum,böyle değildin önceleri
Türküler söylerdin sıcak.
Bir bekar evin var şimdi karanlık
Bir odan var ağlayacak.
Malatya’da doğmuş olan sanatçı,bazı gazetelerde çalıştıktan sonra 1961’de Minnetoğlu Yayınevi’ni kurup kitapçılığa başlamıştır. Çoğu Anadolu gezilerini yansıtan röportajları ve Tercüman Gazetesindeki fıkralarıyla da tanınmış olan sanatçı kimi hece vezniyle kimi serbest deyişli şiirlerini Türk Edebiyatı ve Hisar dergilerinde yayınlamaya devam etmektedir.
Sanatçının şiirlerinde, yurdun her köşesinden kokular, renkler bulunur.Ayrıca kendi deyişiyle iç ahenkte yenilikler yapmak için kelimeler arasındaki ses oyunlarına önem vermiş,yerli milli unsurları şiirleştirmiştir.
ESERLERİ:İstanbul Fethi Destanı(1953),Kıbrıs Destanı(1959), Ağvan(1960),Vagon Penceresinden(1960).
İSTANBUL SEVDASI
Gün ışığı vurmuş hayran sularına;
Ne zaman baksam aydınlık
Ne zaman baksam mavi.
Işığın suya olan aşkı
Sana sevdamla müsavi.
Bahçelerde gül açar lale açar,
Göklerinde ak güvercinler kanat.
Sende yaşanan bir gün
Bin yıllık hayat .
Fakircene de olsa
Gerçek saltanat.
İzmir’de doğmuş ve uzun süre Bursa’da gazetecilik yapmış olan Gerçeksöz,1961’den beri Batı Almanya’da mürtecim olarak çalışmaktadır.
Sanatçı,şiirlerinde duygulu fon içinde milli,yerli,epik bir eda ile Türk tarihi,halkımız ve memleketimize olan hayranlıkları dile getirmektedir.
Şiirlerini Hisar ve Türk Edebiyatı’nda yayımlamaya devam etmektedir.
ESERLERİ: Aşık Sazından Şiirler(1944),Bursa Destanı(1951),Yaşayan Ağaç(1952),
Gökbayrak (1954),İkinci Dönüş(1972).
BİZİMKİLERİN YÜZLERİ
Bu yüzler bizimkilerin yüzleri:
Gurbette göbeği kesilmişlerin.
Hangi pencerede bir yanık türkü varsa,
Muhakkak yüzlercesi istasyonlardadır;
Günlerden pazarsa…
Müzelerdeki savaş tablolarında,
Balkan’ın herhangi bir dağında
Bu yüzleri görürsün,
Bu yüzleri görürsün,
Madeni bir ay,kaşına düşmüş kalpağında…
Veya Çanakkale hatırası eski bir resimde
Gülümser kundaktaki oğluna
Yıllar yılı duvarda
Top başında “hazır ol!” duruşunda
Pos bıyıkları rüzgarda…
Bu yüzler bizimkilerin yüzleri
En derin uykularında uyanık
Kafkas dağlarının rüzgarından sert,
Yemen çöllerinden uyanık.
İstanbul’da doğan sanatçı uzun süre Kanada’da oturmuş ve orada yayımlanan Türk Evi dergisinde,Türk edebiyatı, sanat ve Türklükle ilgili yazıları çıkmıştır. Bazı Kanada gazetelerinde İngilizce yazdığı şiirleri de yer almıştır.Ayrıca Türkiye’de Hisar ve Türk Edebiyatı dergilerinde şiirleri,denemeleri ve tercüme yazıları çıkmıştır.Şimdi İstanbul’da turizmle ilgili görevler yapmaktadır.
Oral’ın şiirlerinde ilk göze çarpan özellik,soylu şiiri yapacak zenginlikte ve güzellikte kelime hazinesidir.Ayrıca kendine has bir şiir dili olgunluğu vardır.Şiirlerinde manzara,geçmiş zaman ve aşk insanları ile şair arasındaki düşünce,duygu,özleyiş veya isteksizlik bağlarını da (kimi zaman sembollerle)sezdirmektedir.
ESERLERİ: Dönüşü Olmayan Yol(1973)
DÜŞÜNCE GÖLÜNDE
Bir sabah vakti
Düşünce gölünde
En kaygısızı mavilerin eriyen.
İnce bir kadın gibi rüzgar
Anlayışlı
Parmak uçlarında yürüyen
…………………………
Anlamak güç: Başlıyor mu fırtına
Yoksa bitti mi?
Şimdi mahzun ve yorgun
Düşünce gölü, “Ophelia”gibi.
Boyun eğdi aydınlık
İnatçı gölgelere
Korku asılıverdi havaya ağır,durgun
Şüphe
Çiçeklerini açtı düşüncelere
Şimdi düşünce gibi
Korkulu rüya gibi.
Elbistan’lı olan sanatçı Hasanoğlan Köy Enstitüsünü bitirmiştir.Maraş’da sağlık memurudur. Şiirlerinde değişik serbest vezinleri ve kapalı,yoğun söyleyişleri denemiştir ayrıca yeni(milli)destan denemeleri yapmıştır.
Çok ısrar ettiği 4+4 şiirleri,çağdaş ve yeni muhtevalı “ilahi”leri andıran sanatçı,zaman zaman da Yunus Emre havasına bürünmektedir. Zaten Yunus Emre,İslam inancı, tasavvuf olgunluğu ve mistik lisanı ile Karakoç’u derinden kavramıştır.Onun bütün şiirlerinde İslami-Milli iman ile birlikte bir dil sanatı da göz doldurmaktadır. Söyleyiş gücü üstün ve bir hikaye fonuna dayalı şiirleri de olan sanatçı halktan kopmadan ve özentiye düşmeksizin halkımızın dünyasını anlatabilen ilk şairlerdendir.
ESERLERİ:Mevsimler ve Ötesi(1962),Seyran:(1973).
SIKINTI
Sıkıntı bir yeşil-kara
İrinle karışmış kanı
Kilit vurulmuş yollara
Durmuş saatin kadranı
Ve durmuş nabzını atmıyor.
Dışarıda cama tırmanır
O çok düşman yüzlü kedi
Külden serçe düğümsüz sır
Katil kim,ele geçmedi
Kovalamalar bitmiyor.
Orman oldu tüm aynalar
Yuvasına dönemez kuş
Yordamsız domino oynar
İki er bir de başçavuş
İçteki kuşku gitmiyor.
Hiç durmadan yağmur yağar
Kızın ölüsü tarlada
Sessizce bir erkek ağlar
Neler olmuyor dünyada?
Dünyaya aklım yetmiyor.
]]>