Türk edebiyatında ilk eleştirinin Tanzimat Dönemi’nde yazıldığını söylemek doğru değildir ancak Batılı anlamada eleştiri, yanı edebî eleştirinin ilk örnekleri bu dönemde verilmiştir. Tanzimat’tan önceki eleştiriler İslami edebiyatın sadece yazı tekniğinden söz eden eserlerden oluşmaktaydı
Tanzimat Dönemi‘nde eleştiri, öncelikle divan şiir aleyhinde birtakım düşünceleri taşır. Bunların başında Namık Kemal‘in eleştirileri gelir Namık Kemal; 1866’da “Tasvir-i Efkâr” gazetesinde yazdığı “Lisân-ı Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şâmildir” adlı uzun makalesinde edebiyatımızın gerçek sorunlarını dile getirir ve divan edebiyatını eleştirir Bunun dışında Namık Kemal’in, zamanında yayımlanmamış olan “Talim-i Edebiyat Risalesi” ile “Celalettin Harzemşah Mukaddimesi” vardır.
Divan edebiyatına yapılan eleştiriler bakımından aynı daire içine girebilecek yazılardan biri de Ziya Paşa‘nın “Şiir ve İnşa (1868)”makalesidir.
Ziya Paşa’nın, yeni devrin ilk antolojisi olan “Harabat” uzun manzum mukaddimesi ile tekrar divan şiirine dönüşünü, ona sempatisini göstermesi, hatta divan şiirinin kısa bir muhasebesini yapması üzerine Namık Kemal, Ziya Paşa’nın “Harabat” adlı eserini, “Tahrib-i Harabat”ve “Takip” adlı eserleriyle eleştirir.
Recaizade Mahmut Ekrem, edebiyatta genç nesle onculuk eden hocalığı ve teorik yazılarıyla önem kazanır Recaizade’nin; konuları yeni kategorilere yerleştirmesi, edebiyattan estetiğe ve psikolojiye doğru bir çıkış araması bakımından önemli olan “Talim-i Edebiyat” adlı eseri büyük ilgi görmüştür Özellikle yeni şiir için bir beyanname sayılabilecek “Takdir-i Elhan”ı ve “Zemzeme” mukaddimesi devrin teorik kitaplarının önemlilerindendir.
Edebiyat tarihlerine genelde eski edebiyat taraftarı olarak geçen ancak yenileşen edebiyatımızın temsilcileri arasında bulunan Muallim Naci‘nin Recaizade Mahmut Ekrem‘le giriştiği, daha sonra taraftarlarının devam ettirdiği tartışmalar, şiirin gelişmesi ve eleştiri turu açısından çok önemlidir. Muallim Naci, bu konudaki düşüncelerini, Ekrem’in “Zemzeme“sine karşılık olarak “Demdeme” adı altında toplar. “Istılahat-ı Edebiyye“sı ise eski geleneğin son belagat (düzgün anlatma) kitabı olarak kalacaktır. Fakat onun eleştiri alanında asıl dikkati çeken görüşleri Beşir Fuat’ı tanıdıktan sonra başlar Edebiyat üzerine karşılıklı yazışmalarından oluşan “İntikad”, birbirinden çok farklı dünya görüşlerinin sahibi olan iki kışının, medenî bir çerçevede tartışmalarını göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken bir eserdir.
]]>Bir edebiyat veya sanat eserini iyi ve kötü yönleriyle değerlendirerek anlaşılmasını sağlamak amacıyla yazılan yazı türüne eleştiri denir. Eleştiri, kendine özgü yasaları, ilke ve kuralları olan yazınsal bir türdür.
Eleştiri yazarına eleştirmen denir. Her okur, okuduğu yapıtı “sıkıcı”, “sürükleyici”, “etkileyici”, “iç açıcı”, “kuru”, “çarpıcı”… gibi nitelendirmelere bağlarken eleştirel bir etkinlik içindedir. Bu tür yüzeysel değerlendirmeler yapana eleştirmen denmez.
Bu işi yapanlara eleştirmen denmesi için onun, bunu sürekli iş edinmesi, eserleri değerlendirmek ve açıklamak için gösterdiği etkinliği yaklaştırmasına bağlıdır. Herkes eleştiri yazamaz. Eleştiri yazan kişi, eleştiri yazabilmek için gerekli bilgilere ve donanıma sahip olmalıdır.
Eleştiride bir sanat ya da edebiyat eseri üzerinde yorum ve değerlendirmeler yapılır. Bu değerlendirmeler olumsuz olabileceği gibi olumlu da olabilir. Hatta aynı eserle ilgili hem olumlu hem de olumsuz eleştiriler yapılabilir.
Eleştiri yalnız bir esere yönelik olabileceği gibi bir yazarın bütün eserlerine yönelik de olabilir.
Eleştiri, öznel ve nesnel olabilir fakat öznel eleştiriler sanat dünyasında pek hoş karşılanmaz. Eleştiriden asıl beklenen nesnel, tarafsız olmasıdır. Yazar, eleştiride “beğendim, hoşuma gitti, beğenmedim…” gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır.
Eleştirmen; eleştirdiği eseri, bütün yönleriyle değerlendirmeli, eserin olumlu veya olumsuz yönlerini belirledikten sonra eseri diğer eserler içinde bir yere oturtmalıdır. Eseri diğer eserlerle karşılaştırarak eserin değerini belirlemelidir. Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı kalmalıdır. Eser ile ilgili olumlu veya olumsuz yargılar verilirken bu, eserden alınan örneklere dayandırılmalıdır.
Eleştiride yazar; tarafsız olmalı, eleştiriye tabi tuttuğu eseri dikkatle incelemeli; edebiyatın, sanatın genel ölçülerine göre eseri yorumlayarak eserle ilgili görüşlerini ortaya koymalıdır. Bu şekilde yapılan eleştiri hem yazarı geliştirir hem de okurun kitapla ilgili sağlıklı bilgiler elde etmesini sağlar.
Eleştirmenin görevi güzel bir eser ortaya koymak değil, ortaya konmuş olan eseri değerlendirerek eser ile okur arasında bir köprü olmaktır. Eleştirmenler yapıcı eleştiri ile yazarların eksiklerini veya başarılı oldukları yönlerini göstererek onların gelişmesine katkı sağlar. Bu katkı aynı zamanda edebiyatın gelişmesini de sağlar.
a- Tarihsel eleştiri: Eleştirmenin, eleştirdiği eseri yazın tarihinin verilerinden yararlanarak, yazarının yaşam öyküsünü, o dönemin başka yapıtlarını göz önünde bulundurarak değerlendirdiği bir eleştiri türüdür.
Eleştirmen bunu, eseri yazıldığı zaman diliminin, çağ ya da dönemin içine yerleştirmekle gerçekleştirebilir. Yapılacak iş, eserlerin oluşturulduğu dönemlerle ilgili birtakım araştırmalar, incelemeler yapmak ve eseri bunların doğrultusunda değerlendirmeye tabi tutmaktır.
b. Toplumbilimsel eleştiri: Eser, toplumsal bir olgu olarak düşünülür. Eser, yazıldığı dönemi toplumsal boyutlarıyla yansıtıp yansıtmadığı açısından değerlendirir.
Eserde toplumdan izler aranır, eserin toplumu yansıtmadaki başarısı veya başarısızlığı değerlendirilir.
Bu eleştirilerin ortak yanı eserlerin dışa göre değerlendirilmesidir.
Sanatçının kendisi, hayatı bir çıkış noktası kabul edilerek sanatçının eserlerinin bu noktadan değerlendirildiği de olmuştur.
a. Yaşamöyküsel eleştiri: Eserle yazarın yaşamı arasında güçlü bağlar vardır. Yaşamöyküsel eleştiri bu görüşten yola çıkar. Bunun için de sanatçının yaşamını inceler ya da sanatçının ruhsal durumunu, kişiliğini belirleyebilmek için eserlerini irdeler. Yazarın yaşamından esere yansıyan izleri belirler. Bu eleştiri türü, değerlendirimci ya da yargılayıcı değil, betimleyicidir. Bu tür eleştiri yazarın ne anlattığını, anlattıklarının kişiliğini oluşturan koşullardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını araştırır.
b. Ruhbilimsel eleştiri: Ruhbilimsel eleştiri, eseri açıklamada yazarın özellikle ruhsal yaşantısını, bilinçaltı dünyasını değerlendirmeyi amaçlayan eleştiridir. Sadece sanatçıyı değil, eserdeki kişileri de bu açıdan ele alır. Bu eleştirilerde özellikle davranışların belirlenmesine, içgüdüsel yönelimlerin sergilenmesine, kişiliğin gelişiminde ilk çocukluk gibi, payı olan etkenlerin ortaya konmasına ağırlık verilir. Eleştirmen, eserlerin gizli içeriklerini bulup ortaya çıkarmaya çalışır.
c. İzlenimci eleştiri: Bu tür eleştiride eleştirmen kural ve ölçüt tanımaz. Tek ölçüt, eleştirmenin kendi beğenişidir. Yazınsal yaratı ya da yapıttan tat almışsa onu beğenir, yüceltir. Tat almamışsa yerer. Bu şekilde yazılan eleştiri yazıları daha çok, deneme türü içinde düşünülmektedir.
Batı edebiyatında, Boileau ve Anotole France eleştiri türünün önemli temsilcileri olarak bilinmektedir.
Edebiyatımızdaki ilk eleştiri Namık Kemal‘in Ziya Paşa‘nın “Harabat” adlı eserini eleştirdiği “Tahrib-i Harabat” adlı eseridir. Edebiyatımızda eleştiriyi bir tür hâline getiren Servet-i Fünûnculardır. Ahmet Şuayp eleştiride öncülük etmiştir. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit dönemin eleştiricileridir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim‘le başlar. İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar. Nurullah Ataç ve Suut Kemal Yetkin, izlenimci eleştirmendir.
]]>
Eleştiri de temeli düşünce olan yazı türüdür. Konu sınırlaması yoktur. Sanat, edebiyat ya da düşünce yazılarının içeriği ile bu içeriğin işlenişini, değerli ve değersiz yönlerini ortaya koyan bir yazı türüdür. Yazarın yazıyı kendine göre, yazıyı ilgilendiren topluma göre, kendi alanındaki diğer çalışmalara göre değerlendirdiği yazılardır.
Eleştirinin belirleyici özellikleri:
• Düşünsel plânla yazılır.
• Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı kalmalıdır. Eser ile ilgili, değerli ve değersiz diye gösterilen yargılar, eserden alınacak örneklere dayandırılmalıdır.
• Yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı, “beğendim, hoşuma gitti”… gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır. Bunun yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi, kendine özgü yorumlayışı ve anlatımındaki üslûbudur.
• Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi türü içindeki bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır. Alanındaki diğer çalışmalarla karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla, kendisinden beklendiği halde katamadıklarıyla ele alınmalıdır.
Bu da gösteriyor ki eleştiri yazarı, her konuda eleştiri yazısı yazamaz, ancak uzmanı olduğu alanda yazabilir. Eleştiri yazarının alan bilgisi, eleştirdiği çalışmayı yapanın alan bilgisi ile en azından aynı düzeyde olmalıdır.
Eleştiri Örneği
Yazınsal Yaratmada Bireyin İşlevini Nasıl Anlamalı?
Bir yapıtın açıklanmasında yazarın yaşamöyküsü, yapıtın anlaşılmasında temel bir öğe değildir; yazarın düşünce ve niyetlerinin bilinmesi de bu yapıtın anlaşılmasında temel bir öğe olamaz. Yapıt, önemli bir yapıt olduğu ölçüde, kendi gücüyle yaşar ve anlaşılır ve çeşitli toplumsal sınıfların düşüncelerinin çözümlenmesiyle de doğrudan doğruya açıklanabilir.
Bir yazın ya da felsefe yapıtında bireyin işlevini yadsımak, yadsımak mı demektir? Kuşkusuz hayır. Ne var ki, bütün gerçekler gibi bu işlev de eytişimseldir (diyalektiktir), dolayısıyla onu neyse öyle anlayıp kavramaya çalışmak gerekir.
Yazın ya da felsefe ürünlerinin, yazarlarının yapıtları olduğunu yadsımayı kimse düşünemez; ne ki bunların da kendi mantıkları vardır, dolayısıyla keyfe bağlı yaratmalar değillerdir hiç de. Yazınsal bir yapıtta hem kavramsal bir dizgenin iç bağlantısı, hem de bir canlı varlıklar dizgesinin iç bağlantısı vardır; bu bağlantı, bunların birtakım bütünler oluşturduğunu gösterir; bu bütünlerin parçaları, birbirlerine göre, birbirlerinin yardımıyla, özellikle temel özleri yardımıyla anlaşılıp kavrayabilirler. Böylece, bir yandan şu sonuç çıkar ortaya: Yapıt ne denli büyük olursa o denli de kişisel olur; çünkü, ancak çok zengin ve güçlü bireylik, henüz oluşmakta bulunan ve topluluğun bilincinde pek az belirlenmiş olan bir evreni düşünüp görebilir ve son ayrıntılarına dek bunu yaşayabilir. ama bir yandan da şu sonuç çıkar ortaya:
Bir yapıt ne denli büyük bir düşünür ya da yazarın kaleminden çıkmışsa o denli de kendi gücüyle kendini anlatabilir; dolayısıyla tarihçinin, yapıtı yaratanın yaşam öyküsü ya da düşüncelerine baş vurmasına hiç gerek kalmaz. En güçlü kişilik, düşünsel yaşamla en iyi özdeşleşen kişiliktir, toplumsal bilincin etken ve yaratıcı bütün temel güçleriyle en çok özdeşleşen kişilik. Bir yapıtın güçsüz ve tutarsız yanlarını anlamak söz konusu olduğunda ancak, yazarın kişiliğine ve yaşamının dış koşullarına baş vurmak zorunluluğu doğar çok kez.
Böylece, Goethe’nin pek yazınsal bir değer taşımayan bir sürü benzetme oyunları, hatta Faust’un birtakım cılız, güçsüz yanları, yazarın Weimar sarayında karşı karşıya bulunduğu zorunluluklarla açıklanabilmektedir. Ama Goethe artık kendine yaraşır düzeyde bulunmadığı andadır ki Weimar bakanı yapıtta ön sıraya geçip varlığını duyurur.
Demek, toplumla bireyi, tinsel değerlerle toplumsal yaşamı birbirine karşıt görmek şöyle dursun, gerçek, bunun tam tersidir. Toplumsal yaşam, yaratma gücünün en son noktasına eriştiğinde, her ikisi de, en yüce biçimleri içinde birbirleriyle kaynaşmış olurlar; yazın alanında bu böyledir, felsefede, siyasal alanında da böyle. Racine ya da Pascal’ı Port-Royal’dan nasıl ayırabilirsiniz. Munzer’i Köylüler Savaşından, Luther’i din devriminden, Napoléon’u imparatorluktan ve Fransız Devrimiyle eski rejim arasındaki sürekli kavgadan?
Tersine, topluluk ortaklığa dönüştüğünde, birey güçsüzleşip göze batar duruma geldiğinde aradaki karşıtlık iyice derinleşir. Ama o zaman da, yazınsal yaratma tarihinde, derin bilginleri çok ama yazınsal düşünce tarihçisini pek az ilgilendirebilecek olan yazılarla karşı karşıya bulunuruz artık..
]]>