Fransız ihtilaliyle ortaya çıkan milliyetçilik akımı Osmanlı İmparatorluğunda^ azınlıkları da etkilemiş ve İmparatorluk içindeki çeşitli kavimler bağımsızlıklarını ilan etme yoluna gitmişlerdir. Bu durum, Osmanlı devletinde geniş bir yankı uyandırmıştır.
1908’de II. Meşrutiyetin ilan edilmesi, edebiyatta millî kaynaklara yönelme konusunda çok önemli bir ortam hazırlamıştır. Tam meşrutiyeti izleyen yıllarda 31 Mart Vakası, Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı, İmparatorluğu derinden etkilemiş, devletin kurtarılması konusunda aydınların farklı fikirler üretmesini sağlamıştır. Bu düşünce akımları, Osmanlıcılık. Batıcılık, islamcılık ve Türkçülük olarak özetlenebilir. Yaşanan acı olaylar, yenilgiler, toprak kayıpları Türkleri millî benliklerini bulma ve korumaya itmiştir. Milliyetçilik, daha doğrusu Türkçülük bu yönelişin bir sonucudur
Genelde milliyetçilik, özelde de Türkçülük fikri ilk kez Tanzimat döneminde seslendirilmeye başlanmış; ancak bu düşüncenin bir sistem hâline getirilmesi, iyiden iyiye benimsenip yaygınlaşması I. Dünya Savaşı yıllarında gerçekleştirilebilmiştir. Henüz Türk-Yunan Savaşı sırasında Mehmet Emin Yurdakul, “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiirine “Ben bir Türk’üm, dinim cinsim uludur” dizesiyle başlar. Onun bu çıkışı, “Yeni Lisancılar” olarak bilinen sanatçıların çabalarıyla daha belirgin bir akım olarak ortaya çıkmıştır
]]>1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla “Milli Edebiyat” akımı başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Dergi yazarları ilk olarak dilin millileştirilmesiyle işe başlarlar. Sade Türkçenin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk kez bu dergide kullanılmıştır.
Amaçları:
1. Dil sade olmalıdır.
2. Ulusal kaynaklara ve yurt sorunlarına eğilmek gerekir.
3. Şiirde yalnız hece vezni kullanılmalıdır.
Genel Özellikleri:
1. Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere yönelmişlerdir. Milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş Savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkması en belirgin özelliklerdendir.
2. İstanbul halkının günlük konuşma dili esas alınmıştır. Arapça ve Farsça sözcükleri Türkçede söylendiği gibi yazmayı tercih etmişlerdir.
3. “Aşk” bu dönem roman ve hikâyesinin en önemli teması olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir.
4. Milli Edebiyat ile birlikte yeni ve halka dönük, halk diline önem veren yeni bir edebiyat akımı doğmuştur.
5. Milli Edebiyat Akımı Türk edebiyatında toplum ve ülke meselelerine geniş yer veren sade Türkçeyi ve hece veznini kullanma yoluna giden bir edebiyat akımdır.
6. Milli Edebiyatçılar, dili sadeleştirme konusunda birtakım ilkeler belirledikten sonra edebiyatta da taklitçilikten kaçınılmasını, sanatçıların Türk halkının hayata yönelerek yaratıcı nitelikler kazanmalarını ve yapıcı eserler vermelerini istediler.
7. “Hikâye, roman, tiyatro konularını, kahramanlarını yerli hayattan almalıdır.” İlkesini benimsediler.
8. Türkiye’de cumhuriyet ilan edilirken Milli Edebiyat temsilcilerinin büyük çabalarıyla konuma dili edebiyat dili olarak yaygınlaşmıştır.
1911 yılında, Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla Milli Edebiyat akımı başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Dergi yazarları ilk olarak dilin millileştirilmesiyle işe başlarlar. Sade Türkçenin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.
“Yeni lisan” adını verdikleri davalarını gerçekleştirmeye çalıştılar. Bu konudaki başlıca amaçları şunlardır:
– Dil sade olmalıdır.
– Ulusal kaynaklara ve yurt sorunlarına eğilmek gerekir.
– Şiirde yalnız hece vezni kullanılmalıdır.
Bunların olması için de:
* Arapça ve Farsça dilbilgisi kuralları ile bazı istisnalar dışında bu kurala göre yapılmış tamlamalar kullanılmamalıdır. Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapça, Farsça ad ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.
* Arapça ve Farsça kelimeler Türkçedeki kullanılışlarına göre değerlendirilmeli, Arapça ve Farsça kelimeler Türkçe telaffuzlarına göre yazılmalıdır.
* Arapça ve Farsça kelimeler yerine mümkün olduğu kadar Türkçeleri kullanılmalıdır.
* Terimler bilimle ilgili oldukları için bilim dilinde kullanılan Arapça ve Farsça terimlerin kullanılmasına aynen devam edilmelidir.
* Türkiye Türkçesine öteki Türk lehçelerinden kelime alınma yoluna gidilebilir.
* İstanbul halkının günlük konuşma dili esas alınmalıdır.
* Arapça kelimeler, gramerce, asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanışlarına göre değerlendirilmelidir.
* Arapça ve Farsça kelimeler Türkçede söylendikleri gibi yazılmalıdır.
* Arapça ve Farsçadan gelen sözcüklerden, konuşma diline girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.
* Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.
]]>