Edebiyat ve Edebiyatın Güzel Sanatlarla İlişkisi
Güzel Sanatlar İçindeki Edebiyatın Yeri
Edebiyatın Diğer Bilimlerle İlişkisi
Edebiyat Sosyoloji İlişkisi
Dilin Kullanımından Doğan Türleri (Ağız, Şive , Lehçe, Argo,Jargon)
Paragrafta Düşünceyi Geliştirme Yolları
İletişim ve Dilin İşlevleri
Ses Bilgisi
Yazım Kuralları
Noktalama İşaretleri
ÜNİTE-2: HİKÂYE
Hikâye (Hikayenin Özellikleri, Yapı Unsurları, Hikayede Olay, Hikayede Plan, Hikayede Konu, Çeşitleri)
Dil Bilgisi (İsim] – Sözlü İletişim
ÜNİTE-3: ŞİİR
1)Nazım Birimi
2)Nazım Biçimi (Şekli )
3)Ölçü
5) Redif
6)Kafiye Örgüsü
7) Armoni
8) Ritim
ÜNİTE-4: MASAL/FABL
Masal
Fabl
Fabl-2
Dil Bilgisi (Edat-Bağlaç-Ünlem)
Sözlü İletişim (Dinleme Türleri)
ÜNİTE-5: ROMAN
Roman
Romanda Anlatım Tekniği
Konularına Göre Romanlar
DiI Bilgisi (Zamir)
Sözlü Anlatım (Hazırlıklı Konuşma)
ÜNİTE-6: TİYATRO
Tiyatro – Öğeleri- Çeşitleri
Geleneksel Türk Tiyatrosu (Ortaoyunu, Karagöz, Meddah, Köy Seyirlik Oyunu)
Dil Bilgisi (Zarf)
ÜNİTE-7:
BİYOGRAFİ/OTOBİYOGRAFİ
Biyografi/Otobiyografi
Biyografi / otobiyografi-2
Dil Bilgisi (Fiil,
Ek Fiil
Yapısına ve Çatısına Göre Fiiller)
ÜNİTE-8: MEKTUP/E-POSTA
Mektup ve E-posta
ÜNİTE-9: GÜNLÜK/BLOG
Günlük – Blog
Acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir türüdür. Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Bu şiirin konusu olaydır. Konuyu tiyatro gibi canlandıran bu şiirler Eski Yunan’daki tragedyalar ile başlamıştır. Günümüzde ise manzum tiyatrolarla varlığını sürdürmektedir. Bizim edebiyatımızda dramatik şiir türüne pek önem verilmemiştir. Batı edebiyatında Cornaille, Racine, Sahkespeare; bizim edebiyatımızda Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan bu türün örneklerini vermiştir.
Halketsem esirlerle leşker
Mahveylesem ordularla asker
Olsa bana hep mülûk çâker
Cinsince o iktidar münker
evkimde uçar tuyûr-u kemter!
Âvâze-i dehr ikentanînim
]]>Toplumsal yaşamdaki bozuklukların, insanların zaaflarının güldürü unsuru da katılarak dile getirildiği şiir türüdür. Satirik şiirlere divan edebiyatında hiciv, halk edebiyatında taşlama yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.
Satirik şiirlerde didaktik özellikler de görüldüğünden bu şiir türü didaktik şiir içinde de incelenebilir.
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Serdari
Dinleyin dostlarım başa geleni
Ekmek çama çıktı, tuz firar etti
Artık siz düşünün geri kalanı
Çoğu bekliyorduk azı firar etti
Aşık Hüseyin
]]>Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek ahlâki bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan duygu yönü zayıf, kuru anlatımlı şiirlerdir. Kafiye ve ölçülerden dolayı akılda kolay kaldığından bilgiler bu şiir türüyle verilmiştir. Eski Yunan edebiyatında Hesiodos, bu türün ilk örneklerini vermiştir. Fabllar, manzum hikâyeler didaktik şiir grubunda değerlendirilir.
Tembellikten vazgeçelim
Okumayı yol seçelim
Okumak, bilmektir derim
Daha çok okumak gerek
Hiç işsiz oturmamalı
Bu geçit pek korkuludur.
Öğrenmezsek yolu izi,
Yolda kurtlar kapar bizi
Okumalı, oynamalı
]]>Kır ve doğa güzelliklerini, çobanların doğadaki yaşayışını anlatan şiirlere denir. Özentiden, süsten uzak bir dil kullanılır. Bu tür şiirlerde okuyucuda doğaya karşı bir imrenme uyandırma amaçlanır. Edebiyatımızda Batılı anlamdaki ilk örneği Abdülhak Hamit’in “Sahra” adlı şiiridir.
Pastoral şiirin türleri şunlardır:
a) İdil: Şairlerin doğa karşısındaki duygulanmasının anlatıldığı kır hayatının güzelliklerinin kaleme alındığı şiirlerdir.
b) Eglog: Birkaç çobanın kır hayatı, aşk gibi konular üzerinde karşılıklı konuşmaları tarzında yazılan pastoral şiirlerdir.
Zerdali Ağacı
Havalar güzel gidiyor
Sen de çiçek açtın erkenden
Küçük zerdali ağacına
Aklın ermeden
Yayla Dumanı
Gümüş bir dumanla kaplandı her yer
Yer ve gök bu akşam yayla dumanı
Sürüler, çeşmeler, sarı çiçekler
Beyaz kar, yeşil çam yayla duman
]]>Aşk, ayrılık, hasret, özlem gibi konuları işleyen duygu yüklü şiirlerdir. Okurun kalbine seslenen bu şiir türü eskiden Yunanlarda “lyra” (lir) adı verilen sazlarla söylendiği için bu adı almıştır. Tanzimat Dönemi‘nde rebab adı verilen bir sazdan dolayı bu tür şiirlere “rebabi” adı verilmiştir.
Halk edebiyatında semai, koşma (güzelleme); divan edebiyatında gazel, şarkı lirik şiiri örnekler. Karacaoğlan halk edebiyatında, Fuzuli, Nedim divan edebiyatında, Yahya Kemal, Cahit Külebi, Necip Fazıl, Ahmet Muhip gibi şairler ise Batı etkisindeki Türk edebiyatındaki lirik şiir yazan şairlerdir.
Serenad
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkınla bahar getirdim sana
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana
A. Muhip DIRANAS
Geçmiş Yaz
Rü’ya gibi bir yazdı yarattın hevesinle
Her anını her rengini, her şi’rini hazdan
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle
Bir gün, bir uzak hâtıra özlersen o yazdan
]]>Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Bu şiirlerde kahramanlık, savaş, yiğitlik konuları ele alınır. Divan edebiyatında kasideler, halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı gibi türler epik özellikler gösterir.
Dadaloğlu, Köroğlu halk edebiyatında önemli temsilcileridir.
Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölün ölür kalan sağlar bizimdir

Üç Şehitler Destanı
Durduk, süngü takmış kafir ayakta
Bizde süngü yok
Bir hayret kızıllığı akardı üstümüzden
Dehşetten daha çok
Durduk, süngüsü düşmanın pırıl pırı
Önümüze çıktı bir gündüz bir gece
Korku değil haşa Bir büyük düşünce
]]>Bu tekniğin temel özelliği, anlatılan her şeyi okuyucu anlatıcı kanalıyla görür ve öğrenir. Bu nedenle okuyucunun dikkati, anlatan üzerinde yoğunlaşır. Anlatma tekniğinde yazar, sürekli okuyucu ile eser arasına girer. Anlatıcı her şeyi kendi bakış açısı ve yorumuyla sunar, okur da olayları, kişileri ve çevreleri anlatıcının gözüyle görür ve yorumlar.

Örnek 1
“Doktor Salman Sami’nin soyu Kafkas sürgünlerindendi. Üç kuşaktır Kafkasya daha dillerinden düşmüyordu. Kafkasya’nın suyu toprağı, karlı dağları üstüne çok şey biliniyor, evde herkes, şimdiye kadar Çerkezce konuşuyordu. Evin içinde bir tek sözcüğü bile yanlış konuşanla alay ediliyor, o kişi aşağılanıyor ve Kafkas destanları Anadolu’nun birçok yerine iskan edilmiş Çerkez oymaklarında İstanbul’da söyleniyordu. Şimdilerde destanlar, türküler birçok oymakta bitmişti. Belki Anadolu’nun kalabalıkça Çerkez yerleştirilmiş yörelerinde o destanlar, o türküler daha söyleniyordur. İstanbul’da doğmuş, büyümüş, doktor çıkmış, uzmanlığını Fransa’da yapmış ama hiçbir zaman Kafkasya’yı, anayurtlarını ona kimse unutturamamıştı. Musevilere hiç şaşmıyordu. Mevud (vaat edilmiş) toprak özlemi binlerce yıl süren bir özlemdi. Kafkas dağlarının pınarlarından da daha süt ve bal akıyordu. Son soluğunda, aaah!
Dağıstan demeden ölen hiçbir Çerkez görmemişti. Burada, bu kilisede ölen yaralı Çerkez delikanlıları, Dağıstan, aaah! Dağıstan, diye can vermişlerdi. Dağıstan o kadar iliklerine işlemişti ki son solukta o da aaah Dağıstan diye ölecekti.
(Yaşar Kemal- Karıncanın Su İçtiği)
Örnek 2
“Muhittin tramvaydan indi. Helaların önünden geçerken yavaş yavaş meydana dönmesi gerekiyordu. Yavaş yavaş meydana döneceğini ve keyifli adımlarla insanlara bakarak meydanı dönerken şimdi yaptığı gibi, sigara içeceğini, ağzında sigaranın zehriyle birlikte keyif verici bir acı bulacağını, bütün gün inşaat mühendisliği yaptığı yazıhanede akşam Beyoğlu’na gideceğini, Beyoğlu’nda yürüyeceğini, ayaküstü bir şeyler içeceğini, sonra da sinemaya gideceğini düşünmüştü.
(Orhan Pamuk-Cevdet Bey ve Oğulları)
Bu teknik çoğu kez anlatma tekniği ile bir arada kullanılır. Diyaloglar ve tasvirler yoluyla olaylar, kişiler ve çevreler sahnelenerek okuyucunun bunları doğrudan görmesi ve yaşaması sağlanır. Gösterme tekniği, romanda anlatılanların görünür ve somut hale getirilmesinde sık sık kullanılır. Gösterme tekniğinde olay tamamen okuyucuya aktarılır, araya anlatıcı girmez.
Anlatma tekniğinde okuyucunun dikkati “anlatan” üzerinde, gösterme tekniğinde ise eser üzerinde yoğunlaşır.
Örnek 1
Kendimden iğreniyorum. Niçin böyleyim? Böyle olmamak elimde mi? Samim… Samim… Gelmeyecek. Bir daha buluşmak istemez benimle. İstemez mi? Benim nem o? Niçin vardı hayatımda o? Şimdi bir dağ gözümün önüne geliyor. Samim… Şimdi çok iyi hisseder gibi oluyorum. O benim yükselişim…”
“… Nasıl? Ben bu mahlûku anlamakta nasıl bu kadar geciktim? Nasıl, evvelâ onu nasıl en seçme hislerimin mevzuu olmaya lâyık görebildim? Nasıl ve ne biçim bir körlükle, nasıl nasıl, hangi zaaflar tarafından itilerek, nasıl, hangi idraklerin felci içinde, nasıl, derece derece ve birçok uyandırıcı işaretlere rağmen nasıl, zaman zaman içimi alt üst eden keder fırtınalarının manasına karşı tasasız kalabildim? Ve nasıl haykırmak istiyorum, nasıl, fakat nasıl… Canım benim, Samim, Samim’ciğim, benim bir tanem çıldıracağım, nasıl, nasıl ona kadar yuvarlandım? Bu kız, Yarabbi, bu kadın, nasıl, bu karı, of, bu mahlûk nasıl beni hislerimin tarihine ve içimin en mahrem galerisine, sonunda kovulmak için bile olsa, nasıl, nasıl girebildi?(…) Ve nasıl hayvan! Nasıl Affet beni, ey aziz içim, affet nasıl fakat, ruh radarlarının ve sayısız his intikallerinin ince delaletlerine ve hele nasıl bazen en haykıran işaretlerin şakağımdan itercesine ihtarına rağmen, şüphesiz derinden derine anlamadığım, anlar gibi olduğum halde, nasıl ve niçin ona düştüm?”
(Peyami Safa-Yalnızız)
Örnek 2
(Aşağıdaki metinde koyu bölümler anlatma tekniği, açık bölümler de gösterme tekniğiyle yazılmıştır.)
Ferhat babasına en yakın sandalyeye oturdu. Bacaklarını açtı, iki elini kalçasına koyarak öne doğru eğildi:
-Meral dün gece kaçta geldi, biliyor musun?
-Kaçta?
Ferhat iki elini birden havaya kaldırdı:
-Bir buçuğu geçiyordu.
Nail Bey ağır aile ve ahlak münakaşalarına hiç tahammül edemeyeceği bir an içinde olduğunu gösteren bir gevşeklikle başını sallayarak yorgun bir nefes bıraktı:
-Ben müsaade ettim.
-Park Otel’e, Feriha’ya gitti, değil mi?
-Evet.
Ferhat ayağa kalktı; elleri arkasında, ayrık bacaklarla iki tarafa sallanarak birkaç adım yürüdü, sonra babasına döndü:
-İyi yapmadın ekselans, dedi, bu kız bir felakete doğru gidiyor, Paris’e değil…”
“Samim kaşlarını çattı. Masumiyet ihtimali kalmamıştı. Şimdi cumartesi için sıkı bir soruşturmanın şaşkınlıklarında mutlak bir delil aramak lazımdı. Birdenbire dedi ki:
-Şimdi Meral, sana tekrar soruyorum, iyi düşün ve cevap ver. Cumartesi evden çıkmadın mı? Hiç, hiç çıkmadın mı?
Meral şaşırdı. Evvelâ önüne, sonra etrafına baktı. Sonra küçük hareketlerden sızabilecek hakikatleri ele vermemek için hareketsiz durdu ve mırıldandı:
-Cumartesi… Cumartesi… Ne zamana düşüyor o?
-Gayet basit. Dün pazardı. Evvelki gün cumartesi. Daha evvelki gün biz seninle beraberdik. Benden ayrıldın ve Feriha’ya gittin. Geceyi otelde geçirdin. Onun ertesi günü.
Meral kaşlarını kaldırdı ve bir hatırlama zorluğunun taklidini yaparak cevap verdi.
– Çıkmadım galiba.
Yataktan indi, terliklerini ve kimonosunu giydi. Aynaya baktı. Saçları dağılmış ve kabarmıştı. Tarağını aldı, fakat hemen bıraktı. Oda kapısına doğru yürüdü, durdu. Başı kazan gibiydi.
(Peyami Safa-Yalnızız)
Özetleme tekniğinde anlatıcı kendisini tam olarak hissettirir. Anlatıcı bir olayı, kişiyi ya da çevreyi veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi okura özetleyerek aktarır. Daha çok eski romanlarda görülen bu teknik günümüzde pek kullanılmamaktadır. Çağdaş romancılar bu yöntemi “biliç akımı”, “tahlil”, ve “iç monolog”lardan yararlanılarak kullanırlar.
Örnek 1
Sonra, günlerce hayatın akışına kapıldı. Önemsiz gördüğü olayları tekrar yaşadı. Selim’i düşünmeden günler geçti. Yatakta karısının sıcaklığıyla, gecelerce uyudu. Yıkandı… tıraş oldu… tekrar kirlendi. Yeni bir paket jilet aldı. Evde birkaç kere ‘umumi temizlik’ yapıldı. Dostlarıyla geceler yaşadı: Selim’in tanımadığı dostlarla, aile ve iş çevresinin arkadaşlarıyla. Birbirlerine benzeyen günler, yaşarken nasıl geçtiği anlaşılmayan günler, tarih düşürülmesi imkânsız günler… Günler birbirini kovaladı. Pazartesi oldu, sonra pazar, sonra gene pazartesi. Sonra gene pazar oldu. Geç kalkıldı. Kahvaltı, büyük kahvaltı, geç yapıldı. Pazar gazeteleri okundu, bilmeceler çözüldü: geçen hafla çözülen aynı bilmeceler. Evde yemek verildi, başka evlere yemeğe gidildi.
(Oğuz Atay-Tutunamayanlar)
Örnek 2
Canının yemek istemediği günler oluyordu. Böyle günler, şehrin lokantalarını dolaşır, bir çeşit yemek arardı. Çoğu zaman bunun ya mevsimi geçmiş ya gelecek bir yemek oluşu tuhaftı. Yorgun, umutsuz girdiği bir lokantada onu bulunca oturur; önüne koydukları tabaktan bir iki lokma alır; sanki aradığı o değilmiş, ondan daha başka bir tat bekliyormuş gibi bezgin tabağı iter, şarap isterdi. Çok içiyordu. Bazı geceler bardağını doldururken şişeyi elinden bırakıp kalkar, şaşıran garsona borcunu öder, gideceği bir yere geç kalmış gibi sokağa çıkardı. Yürüyen, oturan kalabalığın arasında onu arardı.
(Yusuf Atılgan – Aylak Adam)
]]>1)Nazım Birimi
2)Nazım Biçimi (Şekli )
3)Ölçü
5) Redif
6)Kafiye Örgüsü
7) Armoni
8) Ritim
ŞİİRİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ (ŞİİRİN UNSURLARI)
NAZIM BİRİMİ
1. Dize (Mısra)
Mısra sözcüğü Arapça kökenlidir. Sözlük anlamı olarak “kapı kanadı, çadır kapısının iki yan parçası” anlamlarına gelir. Edebiyat terimi olarak ise mısra, şirin her satırına verilen isimdir.
“Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan”
(Nedim)
‘Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden”
Ahmet Haşim
“İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı’
Orhan Veli Kanık
Bu sözler birer mısradır.
Mısra-ı âzâde: Divan şiirinde tek mısra olarak bir anlam ifade eden, anlamı tamamlayıcı başka mısraya ihliyaç olmayan mısralara “mısra-ı âzâde” denir. Aslında mısra-ı âzâde tek dizelik şiirdir.
Hatırından çıkmasın dünyâya üryan geldiğin
Baki
Türkçe ağzımda annemin ak sütüdür.
Yahya Kemal Beyatlı
Devlet ol kimsededir olmaya devlet ona yâr
La Edri
Elimizden ne gelir tâliimiz yâr değil
Bağdatlı Ruhi
“Müdhikât-ı dehre ben ölsem de tasvirim güler”
Muallim Naci
“Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar”
Kırımlı Rahmi
Divan şiirinde bir beyitin anlam bakımından birbirine bağlı olmayan ya da çok uzak bir anlam ilişkisi bulunan iki mısrânın her birine de âzâde denmiştir.
“Fikret-i hatt-ı yâr var serde”
“Arzu-yı bahar var serde””
Nazim
Şiir içinde göze çarpan güzelliği ve anlam olgunluğu ile dilden dile dolaşan ve bir atasözü gibi kullanılmaya başlanan dizelere “mısra-ı berceste (sıçramış, fırçalanmış mısra)” adı verilir.
Âvâzeyı şu âleme Davud gibi sal
“Baki kalan bu kubbede bir hoş sâda imiş.”
Baki
Miyân-ı güft-gûda bed-meniş îhâm eder kubhun
“Şecâ’at arzederken merd-i kıptı sirkatin söyler”
Koca Ragıb Paşa
Çeşm-i insaf kadar kâmile mîzân olmaz
“Kışı noksanını bilmek gibi irfan olmaz”
Bursalı Talip
Bu beyitlerde tırnak içinde gösterilen dizeler, mısra-ı bercestedir. Bu dizeler, bir atasözü gibi yaygınlaşmış, halkın belleğinde yer etmiştir.
2. Beyit
Aynı ölçüyle yazılmış, aralannda anlamsal bağ bulunan iki dizelik birime “beyit” denir. Beyit sözcüğü Arapça “çadır, ev, oda” anlamına gelen “beyitten gelir. Beyit, divan şiirinde sık olarak kullanılmış bir nazım birimidir. Beyitin ilk mısrasına “sadr”, İkinci mısrasına da “acûz” denir. İki mısrası birbiriyle uyaklı olan beyitlere “mukaffa”, “musarrâ” veya “matla“; mısraları uyaklı olmayan beyitlere de “müfred” veya “ferd” denir.
“Sinede evvel ne muhrik arzular vâr İdi
Lebde ser-keş ahlar ateşli hûlar vâr İdi”
Nedim
“Benî candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı ânımdan muradım şem’i yanmaz mı”
Fuzulî
“Meyhane mukassi görünür taşradan amma
Bir başka ferah, başka letafet var içinde.”
Nedim
Yukarıdaki beyitlerden ilk İkisi “malla”; üçüncüsü ise mısraları uyaklı olmadığı için “müfred”dir.
3. Dörtlük
Dört dizeden oluşan nazım birimine “dörtlük” denir. HaIk şiirinde, nazım birimi olarak genelde dörtlük tercih edilmiştir. Dörtlük Türklerin, İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki şiirlerinde de kullandıkları bir nazım birimidir.
RUBAİ
Bilmem kime yahut neye uyduk gittik
Gâhi meye gâhı neye uyduk gittik
Erbâb-ı zekâ riyayı meznep bildi B
izler dili divâneye uyduk gittik
Yahya Kemal Beyatlı
KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara lopraktır
Aşık Veysel Şatıroğlu
4. Bent
Bent, “bağ, bağlanan şey, kuşak, su bendi” gibi anlamlara gelir Bir şiir terimi olarak ise bent, birbirine ölçü ve uyakla bağlanmış ikiden fazla dizeden oluşan mısralar topluluğudur. Bir şiirde bentler 3-30 mısra olabilir. Bentlere parça anlamında “kıta” da denir.
SİVAS YOLLARINDA
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller.
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sivas yollarında gecelen
Ağır ağır kağnılar gider.
Cahit KÜLEBİ
Cahit Küleöi’nin bu şiiri dize sayılan farklı olan iki bentten meydana gelmiştir.
NAZIM BİÇİMİ (NAZIM ŞEKLİ)
Şiirlerin uyak örgüsü, nazım birimi ve ölçülerine göre kazandığı dış yapıya genel olarak “nazım biçimi” veya “nazım şekli* denir. Her edebiyatın kendine özgü nazım biçimleri vardır.
Türklerin, İslamiyet’i kabul etmelerinden önceki edebiyatlarında sagu, koşuk, destan gibi nazım biçimleri vardı. İslamiyet’in kabulünden sonra divan edebiyatı ve halk edebiyatı olarak iki ana kolda gelişen Türk edebiyatında farklı nazım biçimleri kullanılmıştır. Halk edebiyatında destan, koşma, semai, mani, türkü; divan edebiyatında gazel, kaside, mesnevi, rubai, tuyuğ gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
Halk edebiyatı nazım şekilleri, bütünüyle bize özgüdür, yerlidir. Divan edebiyatında ‘tuyuğ ve şarkı’ gibi bize özgü nazım biçimleri kullanılsa da daha çok, Arap ve İran edebiyatlarına dayanan nazım şekilleri kullanılmıştır. Tanzimat sonrası Türk edebiyatında ise Batı edebiyatı kaynaklı sone, terzarima gibi nazım şekilleriyle de şiir yazıldığı görülür.
ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTİM)
Ahenk, uyum demektir. Şiirde ahenk, birbiriyle uyumlu seslerin belli bir ritimle bir arada kullanılmasıyla sağlanır. Şiirde ahengi sağlayan ses ve ritim unsurları, ölçü, uyak, redif, aliterasyon ve asonanstır.
1. Ölçü (Vezin)
Bir şiirdeki dizelerin hece sayısı ya da hecelerin uzunluk kısalık bakımından denk oluşuna “ölçü” denir. Şiiri düz yazıdan ayıran özelliklerden biri de gene olarak şiirin belli ölçüyle yazılmasıdır. Türk şiirinde hece ölçüsü ve aruz ölçüsü olmak üzere iki ölçü birimi kullanılmıştır. Cumhuriyet Döneminde her iki ölçü birimine bağlı kalınmadan, ölçüsüz şiirler de yazılmıştır. Bu tür şiirlere serbest şiir denir.
a. Aruz ölçüsü (vezni): Aruz, “çadınn ortasında bulunan ve onu ayakta tutan direk” anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak ise aruz, dizelerdeki hecelerin uzunluk (kapalılık) – kısalık (açıklık) bakımından denk oluşuna dayanan ölçü birimidir. Arap edebiyatı kaynaklı bir ölçü çeşidi olan aruz ölçüsü. Araplardan İranlılara onlardan da bize geçmiştir.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte tanıştıkları aruz ölçüsü, divan edebiyatında uzun yıllar kullanılmıştır. Bu ölçü türü, edebiyatımızda Tanzimat ve Servet-i Fünun Dönemlerinde de etkinliğini sürdürmüştür. Yeni Lisancılarla birlikle hece ölçüsüne yöneliş bir akım olarak benimsenmiş, bu tarihten sonra aruz ölçüsü etkinliğini yitirmiştir.
MURABBA
Perişan-hâlin oldum sormadın hâl-i perişanım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbîri dermanım
Ne dersin rûzganm böyle mi geçsin güzel hânım
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultânım
. – – -/. – – -/. – -./.—
mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün
Fuzuli’ye ait bu murabba, aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
Aruz ölçüsundeki hece türleri:
Açık (kısa) hece: Ünlü ile biten heceye “açık (kısa okunan) hece” denir. Dizeyi kalıplarına ayırırken genelde nokla (.) ile gösterilir. Yanm ses değerindedir. İki türlü açık hece bulunur:
Yalnızca bir ünlü olan heceler:
E-lek, u-zun, ü-züm, ö-lüm, İ-zin…
Bir ünsüz ve bir ünlüyle kurulmuş heceler;
De-niz, ka-ra. su-lu, ya-ya, ça-mur, de-mir, ke-mik…
Kapalı (uzun) hece: Ünsüz ile ya da uzun ünlü ile biten heceye “kapalı (uzun okunan) hece” denir. Dizeyi kalıplarına ayınrken genelde (-) işareti ile gösterilir. Tam ses değerindedir. Kapalı heceler değişik şekillerde oluşur:
Bir ünlü ve bir ünsüzle kurulmuş heceler:
Es-mer. ak-mak, iz-ci. or-man. aç-lık. ür-kek, er-ken…
Bir ünsüz, bir ünlü ve bir ünsüzle kurulmuş heceler:
Tok, gez-mek. bul-mak. ger-gin, seç-kin, vur-gu…
Bir ünlü ve yan yana iki ünsüzle kurulmuş heceler:
Art, üst, ört-mek, ast, alt-mıg…
Yalnız bir uzun ünlüden oluşan heceler:
Â-(et, â-şık, â-lâ, î-câb
Bir ünsüz ve bir uzun ünlüyle kurulmuş heceler:
Bâ-de, di-dâr, sû-ret sâ-de…
Birleşik hece: Arapça ve Farsçadan gelme uzun ünlülerle kurulan “âb”, “ûl, ûd” gibi iki sesli, “bûy, hâl, aşk, yâr, rûz, şîr, bâb” gibi üç sesli ya da”, renk, çeşm” gibi dört sesli hecelere “birleşik hece” denir. Birleşik heceler bir buçuk hece kabul edilir ve dize aruz kalıplarına aynlırken (-.) işareti ile gösterilir.
Dize sonlarındaki hecelet açık da olsa kapalı sayılır.
Süzme çeşmin gelmesin müjgân müjgân üstüne Urma zahm-ı sîneme peykân peykân üslüne
‘Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’İlâtün fâ’İlün” kalıbıyla yazılan bu beyitte dize sonlarında yer alan “üstüne” sözcüklerinin son hecelen açık hece olmasına rağmen kapalı hece sayılır.
Aruz ölçüsüyle ile ilgili bazı terimler:
Ulama (Vasl): Divan şiirinde vezin gereği art arda gelen kelimelerden birincisinin sonundaki ünsüzün, İkincisinin başındaki ünlüye ses bakımından bir hece oluşturacak biçimde bağlanmasına “ulama” denir. “Ulama” divan şiirinde vasıl sözcüğüyle karşılanmıştır. Vasl, “başlama, bağlayış, ulama” demektir. Ulama, ölçüde yan yana İki açık hece gerektiğinde yapılır. Ulama yapılan sözcükler aralanna yay ( ͜ ) işareti konularak belirtilir.
Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik
Tenhâca varıp Göksu’ya işret var içinde
Bu beyitin ölçüsü “mefûlü, mefâîlü, mefâ’îlü, fa’lün’dür. Beyitteki “seyrin işittik” ve “var içinde” sözcükleri arasında iki açık heceye gereksinim vardır. Bu sözcükler ulama yapılmadan okunursa ölçü bozuk olur. Ölçüyü düzeltmek için bu sözcükleri “sey-ri-ni-şit-ök”, “va-ri-cin-de” biçiminde birbirine bağlayarak okumak gerekir.
İmale (Uzatma): “Çekme” demektir. Kısa bir hecenin ölçü gereği uzun okunmasına “İmale” denir, imale aruzda bir kusur sayılır.
Kamu bimânna. cânân devâ-yı derd eder ihsan
Niçin kılmaz bana derman beni bîmâr sanmaz mı
Fuzuli
Aruz ölçüsünün “ mefâ’îlun, mefâ’îlun, mefâ’îlün, mefâ’îlun ” kalıbıyla yazılan bu beyine ölçünün doğru olabilmesi için altı çizilen hecelerin uzun okunması gerekir.
Zihaf (Kısaltma): “Kısma” demektir. Uzun bir hecenin ölçü gereği kısa okunmasına “zihaf” denir. Zihaf, güzel kullanılmadığı zaman bir aruz kusuru sayılır.
Canan gide rindan dağıla mey ola rîzân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Ziya Paşa
Aruz ölçüsünün “mef’ûlü, mefâ’îlü, mefâ’îlü, fa’ûlün” kalıbıyla yazılan bu beyitte “cânân” ve “rindan” sözcüklerinin ikinci heceleri aslında uzun hecedir Ancak ölçü, bu hecelerin kısa okunmasını gerektirir. Uzun okunduğunda hem ölçü bozulur hem de cümle vurgusu kaybolur.
Med: “Uzatma” demektir. İki uzun hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde, sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaya “med” denir. Med aslında bir ses sanatıdır ve şiirde iç ahengi oluşturan en önemli öğelerden biridir.
Ya bir nigâha dahi tâo yok mu çeşminde
O nâz hasıası tâ böyle bî-meçjl midir
Nedim
Aruzun “mefâ’ilün fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün” kalıbıyla yazılan bu beyitte altı çizili heceler uzun okunduğunda hem ölçü sağlanmakta hem de bir iç ahenk oluşmaktadır.
Med, son iki harfi ünsüz olan sözcüklerde de yapılabilir.
Dost bî-perva, lelek bi-rahm devran bî-sükûn
Dert çok hem dert yok düşman kavî tâli’ zebûn
Fuzuli
“Fâ’ilâtlin fâ’ılâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” ölçüsüyle yazılan bu beyitte altı çizili sözcüklerde med yapılmıştır.
Kasr: Kasr sözcüğü “kısa kesme, kısaltma” anlamlarına gelir. Edebiyatta İse kasr, uzun okunan bir sözcüğü “hafifleştirerek” okumaktır. “Şâh” yerine “şeh“, “nigâh” yerine “nigeh“, “mân” yerine “meh“, denmesi gibi.
Hakka ki zîb ü zînet-i İkbâl ü câh idi
Şâh-ı Skender-sefer ü Dâra-sipâh idi
Bakî
“Mef’ûlü fa’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün” kalıbıyla yazılan bu beyitin ikinci dizesinde geçen “Skender” sözcüğü aslında “İskender’dir. Bu sözcük, kısaltılarak “Skender” biçiminde okunmalıdır.
Ol şeh-suvâr-ı mülk-i saadet ki rahşına
Cevlan deminde arsa-i âlem gelirdi teng
Baki
“Mefûlü fa’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün” ölçüsüyle yazılan bu beyitin ilk dizesinde geçen “şeh-suvâr” sözcüğünün aslı “şâh-suvâr” biçiminde uzundur. Bu sözcük, inceltilerek “şeh-suvâr” biçiminde okunur.
Aruz kalıplarının oluşumu:
Aruz kalıpları Arapça “feale” fiilinin farklı çekimlerinin belli sıralarla bir arada kullanılmasıyla oluşur. “Fa’lün, fe’ûlün, fa’ilâtü, fâ’ilâtün, mefâ’ilün, mefûlün, mefâ’îlün, mefâ’îlün,”gibi sözcüklerin belli bir düzen için bir araya getirilir. Örneğin,
Nedim’in bir gazelinden alınan
Tahammül mülkünü yıktın Hulâgû Han mısın kâfir
Aman dünyâyı yaktın âteş-i sûzan mısın kâfir
dizeleri aruzun,
Mefâ’ilün mefâllün mefâ’îlün mefâ’ilün kalıbıyla yazılmıştır.
Takti: Aruz ölçüsüyle yazılmış şiirleri kalıplarına ayırmaya “takti” denir. Takti, dizelerdeki sözcüklere göre değil, hecelere göre yapılır. Kalıbın bir parçasına birden fazla sözcük rastlayabileceği gibi, kalıba göre sözcükler baştan, ortadan, sonlarından bölünebilir.
Haddeden geç / miş nezâket / yâl ü bâl ol / muş sana
Mey süzülmüş / şîşeden rûh/ sâr-ı âl ol / muş sana
Fâ’ilâtün / fâ’İlâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün
Nedim’in bir gazelinden alınan bu dizeler, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazıldığı için parçalarına bu şekilde ayrılır.
b. Hece ölçüsü: Dizerlerdeki hece sayısının eşit olmasına dayanan bir ölçü birimidir. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denmiştir. Türklerin, İslamiyet’i kabul etmelerinden önce de kullandıkları bir ölçü biçimidir. Hece ölçüsü bizim ulusal ölçü birimimızdir.
Hece ölçüsünde dizenin kendi içinde anlamlı bölümlere ayrılmasına “durak” denir. Durak şiirde uyumu, ahengi sağlar. Hece ölçüsünde şiir, duraklarına ayrılırken sözcükler bölünmez. Şiirde sözcüğün bu duraklarda bitmesi gerekir. Duraklar sözcük ortasında bitmez.
Dizedeki hece sayısı çift ise durak genellikle heceleri eşit böler: 8 = 4+4.
Dizedeki hece sayısı tek ise genellikle hece sayısı çok o:an durak ya da duraklar önde, hece sayısı az olan durak sonda bulunur: 7 = 4+3,11 =6+5, 11 =4+4+3.
Beşli, altılı, yedili kimi zaman da sekizli kalıplarda durak olmadığı da olur.
Bahçelerde saz olur 7 hece
Gül açılır yaz olur 7 hece
Ben yârime gül demem 7 hece
Gülün ömrü az olur 7 hece
Bu dizeler hece ölçüsünün 4+3=7’li kalıbıyla söylenmiştir.
Ela gözlüm ben bu ilden gidersem (11 hece)
Zülfü perişanım kal melil melil (11 hece)
Kerem et aklından çıkarma beni (11 hece)
Ağla gözyaşını sil melil melil (11 hece)
Bu dörtlüğü oluşturan dizelerde hece sayısı eşittir. Her dize 6+5=11 heceden oluşmakladır.
c. Serbest ölçü: Şiirde hiçbir ölçüye bağlı kalmamaktır. serbest ölçü aslında şiirde ölçüsüzlüktür. Edebiyatımızda Cumhuriyet Döneminde Orhan Veli ve arkadaşları serbest tarzda şiirler yazmışlar, bunun öncülüğünü yapmışlardır.
| ARACI |
|
|
Denize inerdik |
(6 hece) |
|
Ben yüzerdim o girmez |
(7 hece) |
|
Rıhtımdan suya bakardı |
(8 hece) |
|
Denizden çıkardım |
(6 hece) |
|
Yok |
(1 hece) |
|
Oktay Rıfat Horozcu |
|
|
AĞACIM |
|
|
Mahallemizde |
(5 hece) |
|
Senden başka ağaç olsaydı |
(9 hece) |
|
Seni bu kadar sevmezdim |
(8 hece) |
|
Fakat eğer sen |
(5 hece) |
|
Bizimle beraber |
(8 hece) |
|
Seni daha çok severdim |
(8 hece) |
|
Orhan Veli Kanık |
|
Bu dizelerin, hece sayısı ya da uzunluk kısalık bakımından denkliğinden söz edilemez.
2. Uyak (Kafiye)
En az iki dizenin sonunda tekrarlanan yazılışları aynı, anlamlan ve görevleri farklı ses ya da sözcüklere “uyak (kafiye)” denir. Kafiye aranırken, sözcüklerin sonuna gelen ortak ekler dikkate alınmaz.
a. Yarım uyak (kafiye): Dize sonlarındaki tek ses benzerliğine “yarım uyak (kafiye)” denir.
Bin bir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Aşık Veysel Şatıroğlu
Bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonunda yer alan “tut”, “at”, “git” sözcüklerinin sonunda yer alan “t” sesleri yan m uyaktır.
Dağdan yürü. kırdan git
Altın Köşke çabuk yet
Ziya Gökalp
Bu dizelerin sonunda yer alan “git” ve “yet” sözcüklerinde sadece u-t” sesi benzeştiği için burada yarım uyak vardır.
b. Tam uyak (kafiye): Dize sonlarındaki İki ses benzerliğine “tam uyak (kafiye)” denir.
Arlık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Faruk Nafiz Çamlıbel
Bu beyiti oluşturan dizelerin sonundaki “arkadaş” ve “savaş” sözcüklerinde “-aş” sesleri tam uyaktır.
c. Zengin uyak (kafiye): Dize sonlarında ikiden fazla sos benzerliğine dayanan uyak çeşidine “zengin uyak” denir.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bu dizelerin sonundaki “-eri” sesleri zengin uyaktır.
Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan
Sihirli rüzgâr eser dâima bu topraktan
Bu dizelerin sonundaki “-tan” sesleri zengin uyaktır.
Uyaklanan sözcüklerden birinin, diğer sözcük içinde yer almasıyla oluşan uyak biçimine ‘tunç uyak (kafiye)* denir. Tunç uyak, iki veya daha fazla ses benzerliğinden oluşabilir.
Bursa’da eski bir cami avlusu
Küçük şadırvanda sakırdayan su
Ahmet Hamdİ Tanpınar
İkinci dizenin sonunda yer alan “su” sözcüğü, birinci dizenin sonundaki “avlusu” sözcüğünün içinde yer almaktadır. Bu nedenle burada tunç uyak vardır.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık
Faruk Nafiz Çamlbel
İkinci dizenin sonunda yer alan “ılık” sözcüğü, ilk dizenin sonundaki ayrılık kelimesinin içinde geçmektedir, Dolayısıyla dizelerin sonunda yer alan “ılık* sesleri tunç uyak oluşturmuştur. İkiden çok ses benzerliği olduğu için bu aynı zamanda zengin uyaktır.
Her suçlunun başında hayalı cezâsıyız
Her aşık aldatan kadının kalp ezâsıyız
Yahya Kemal Beyatlı
Bu dizelerin sonunda yer alan “ezâ” sözcüğü “ceza” sözcüğünün içinde yer almaktadır. O hâlde dizelerin sonlannda yer alan “ezâ” sesleri tunç uyak oluşturmuştur. Su, aynı zamanda zengin uyaktır.
Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık
Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Bu dizelerin sonunda yer alan “çık” sesleri de tunç uyak oluşlu rmuştur.
d. Cinaslı uyak (kafiye): Yazılışları veya söylenişleri aynı. anlamları farklı sözcüklerin dize sonlarında uyaklanmasına “cinaslı uyak” denir.
Yarmadan
Pilav yapsa yarmadan
Tokum diye kaçarım
Yâr başımı varmadan
Bu manide “yarmadan” sözleri cinaslı uyak oluşturmuştur. Çünkü bu sö2lerin yazılışları ve söylenişleri aynı, ancak anlamları farklıdır.
Baş kadere
Boyun eğ baş kadere
Sevdası ılgın olur
Bu dere başka dere
Bu manide “baş kadere” ve “başka dere” sözlerinde cinaslı uyak vardır. Bu sözlerin söylenişleri aynı, ancak anlamları farklıdır.
Gül ermiş de gülermiş
Gül dalında gülermiş
Dünyada tek murada
Bülbül ile gül ermiş
Bu manide “gülermiş” ve “gül ermiş” sözleri cinaslı uyak oluşturmuştur Çünkü bu sözlerin söylenişleri aynı, ancak anlamları farklıdır.
Dostu etme latifeyle feda
Hakkın nân-ı nemeki etme heba
Bu dizelerin sonunda yer alan “-â” sesleri tam uyak sayılır.
3. Redif
Sözlük anlamı “yedek, arkadan gelen”dir. Şiirde, dize sonlannda tekrarlanan, aynı anlam ve görevdeki ek. sözcük ya da sözcük gruplarına “redif” denir. Redif, dizelerin en sonunda yer alır. Kafiyeden sonra gelir. Kimi şiirlerde kafiye yoktur, ahenk sadece redifle sağlanır.
Bağından her güzel bir gül seçerdi
Bundan mı sarardın soldun, ey gönül
Kadınlar geçerdi, kızlar geçerdi
Bir zaman aşk için yoldun, ey gönül
Bu dörtlüğün 1, ve 3. dizelerinin sonundaki sözcüklerde geçen “-erdi” sesleri geniş zaman eki ve hikaye eki olduğu için rediftir. Aynı sözcüklerdeki “-eç” sesleri ise sadece ses benzerliği olduğu İçin tam uyaktır. 2. ve 4. dizelerin sonunda yer alan “-dun, ey gönül” rediftir. Çünkü burada eklerin ve sözcüklerin görevi ve anlamı aynıdır, “yol” ve “sol-” sözcüklerin deki “-ol” sesleri ise sadece ses benzerliği olduğu için tam uyaktır.
Redif, çeşitli biçimlerde karşımıza çıkabilir.
Ek hâlinde redif: Aynı görevdeki eklerin dize sonunda bulunmasıyla oluşur.
Kimisi dağlarda gezer
Kimisi İncisin dizer
Al giyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili
Köroğlu
Bu dörtlükte “gez-“, “diz-” ve “ez-” sözcüklerine gelen “er” eki geniş zaman ekidir. Bu ekler her üç dizenin sonunda da aynı anlam ve görevde kullanılmıştır. O hâlde burada ek hâlinde bir redif vardır.
Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ilen doldu
Harekete kimse mani olamaz
Aşık Veysel Şatıroğlu
Bu dörtlükte “ol-“, “sol-” ve “dol-” sözcüklerine gelen “-du” eki görülen geçmiş zaman ekidir Bu ekler her üç dizenin sonunda da aynı anlam ve görevde kullanılmıştır. O hâlde burada ek hâlinde bir redif vardır.
Sözcük hâlinde redif: Aynı anlam ve görevdeki sözcüklerin dize sonlarında bulunmasıyla oluşur.
Yâr kolunda burma olsam
Yedikleri hurma olsam
Alçım alçım sürme olsam
Yâr kaşına sürse beni
Karacaoğlan
Bu dörtlüğün İlk üç dizesinin sonunda yer alan “olsam” sözcükleri aynı anlam ve görevdedir. Bir başka deyişle aynı sözcük üç dizenin de sonunda tekrar etmiştir. Burada sözcük hâlinde redif vardır.
Ek ve sözcüğün birlikte oluşturduğu redif: Dize sonlannda aynı görevdeki bir ekin ardından gelen aynı anlam ve görevdeki bir sözcükten oluşur.
Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye
Yollarını bekledim görüneceksin diye
Faruk Nalız Çamlıbel
Bu dizelerin sonundaki “diye’ sözcükleri aynı sözcük olduğu için rediftir. “Meleksin” ve “görüneceksin” sözcüklerinin sonundaki “-sin”‘ eki de II. tekil şahıs eki olduğu için aynı anlam ve görevdedir. O hâlde burada redif, “-sin diye” biçiminde bir ek ve bir sözcükten oluşmuştur.
Söz öbeğinden oluşan redif: Dize sonlannda bulunan aynı anlam ve görevdeki söz öbeklerinden oluşur.
Çektiğim cefalar yar senden çeldi
Bana bu sitemler kar senden geldi
Basımdaki duman kar senden çeldi
Ben kara bağlayım ala kendine
Aşık Veysel Şatıroğlu
Bu dörtlüğün ilk üç dizesinin sonunda yer alan “senden geldi” sözü bir söz öbeğidir ve redif olarak kullanılmıştır.
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar
Faruk Nalız Çamlıbel
Bu dizelerin sonunda yer alan “yaslı yollar” rediftir. “Bağlayan” ve “ağlayan” sözcüklerindeki “-an’ eki sıfat tül eki “-y-” de kaynaştırma ünsüzüdür. Dolayısıyla burada redif, “yan yaslı yollar” biçimimde bir ek ve söz öbeğinden oluşmuştur.
4. Uyak (Kafiye) Örgüsü
Bir nazım biriminde dizelerin belli bir düzen içerisinde uyaklanmasma “uyak örgüsü” denir.
a. Düz uyak (kafiye): Bütün dizelerin kendi aralarında uyaklanmasıyfa oluşan uyak örgüsüne “düz uyak” denir. Düz uyak “aa”, “aabb”, “aaaa” ya da “aa-ab” biçiminde görülebilir.
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar a
Gecenin ardında yine gece var a
Çocuklar hıçkınr, anneler ağlar a
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim b
Necip Fazıl Kısakürek
Bu dizelerde 1. dizedeki “karanlıklar”, 2. dizedeki “var” sözcüğü ve 3. dizedeki ‘ağlar” sözcüğü kendi arasında uyaklı olduğu İçin bu dörtlük düz uyak düzeniyle yazılmıştır.
b. Sarma uyak (kafiye): 1. dize ile 4. dizenin, 2. dize ile 3. dizenin kendi aralarında uyaklanmasıyla oluşan uyak örgüsüne “sarma uyak” denir. Sarma uyak “abba” biçiminde görülür.
Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber a
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun b
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun b
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler a
Bu dizelerde 1. dizedeki “beraber” sözcüğü ile 4. dizedeki “güvercinler” sözcüğü; 2. dizedeki “yosun” sözcüğü ile de 3 dizedeki “susun” sözcükleri kendi arasında uyaklı olduğu için bu dörtlüğün uyak örgüsü sarma uyaktır.
c. Çapraz uyak (kafiye): 1. dize ile 3. dizenin 2. dize ile 4. dizenin kendi aralarında uyaklanmasıyla oluşan uyak örgüsüne “çapraz uyak” denir. Çapraz uyak “abab” biçiminde görülür.
Güzeller güzeli çarşıya çıkma a
Çok sağlar mezara sokar gözlerin b
Allah’ın seversen hışm ile bakma a
Korkarım cihanı yakar gözlerin b
Aşık Ali İzzet Özkan
Bu dizelerde 1. dizedeki “çıkma” sözcüğü ile 3. dizedeki “bakma” sözcüğü; 2. dizedeki “sokar” sözcüğü ile de 4. dizedeki “yakar” sözcükleri kendi arasında uyaklı olduğu için bu dörtlüğün uyak örgüsü çapraz uyaktır.
5. Armoni
Türlü seslerin uyumuna armoni denir. İki veya daha çok sesin aynı anda kulağa hoş gelecek bir biçimde uyumlu olarak söylenmesi şiirde ahenk sağlayıcı bir yöntemdir.
a. Aliterasyon: Aynı ünsüzlerin bir veya birkaç dizede tekrarlanmasıyla sağlanan uyumdur.
Eylül melûl oldu gönül soldu da lâle
Bir kakule meyletti gönül geldi bu hâle
Gelmez bu elem neyleyelim fazla suâle
Bir hâile ömrüm ki alınmaz bir kale…
Edip Ayel
Edip Ayel, bu dizelerde “I” sesinin tekrarıyla aliterasyon oluşturmuştur. Bu dizeler oluşturulurken özellikle içerisinde “I” sesinin bulunduğu sözcüklerin seçildiğini görüyoruz. Şairin bunu yapmaktaki amacı şiirde bir ahenk oluşturmaktır.
Tak, tak ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zaler takı. gölgeden taş kemerler.
Necip Fazıl Kısakürek
Bu dizelerde “k” ve “t” sesleri yinelenerek bir aliterasyon oluşturulmuştur.
b. Asonans: Aynı aksanı veren ünlüyü ondan sonra veya önce gelen ünsüzü dikkate almadan her dizenin sonunda tekrarlama biçiminde yapılan uyağa asonans denir. Bir başka ifadeyle asonans, şiirdeki ünlülerin benzer seslerden seçilmesiyle sağlanan uyumdur.
İpekler tel tel bir araya geldiler dokunmak üzere
Lâle nerdeyse menekşeye, gül suya dokunmak üzere
Turgut Uyar
Bu dizelerde “e” sesiyle asonas sağlanmıştır.
6. Ritim
Hecelerdeki vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özelliklerinin, durakların düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan ses uyumudur.