Soru 1 |
I | |
II | |
III | |
IV | |
V. |
Soru 2 |
Destan | |
Koşma | |
Nefes | |
Varsağı | |
Semai |
Soru 3 |
Aşık edebiyatı biçim özelliklerini taşımaktadır. | |
Bir ilahiden alınmıştır. | |
Dünyanın geçiciliğini konu almaktadır. | |
Açık, anlaşılır bir dille oluşturulmuştur. | |
Ait oldukları şiirin son dörtlüğünden alınmamıştır. |
Soru 4 |
Tekke edebiyatı ürünlerinden olduğu için anonim özellik taşımaz. | |
Tanrı'yı övmek, ona yalvarmak, onun güç ve kudretini anlatmak için yazılır. | |
Tarikatlara göre "nefes, deme, ayin" gibi adlar alır. | |
Dini gecelerde özel bir ezgiyle söylenir. | |
Düz uyakla ve beyitlerle oluşturulur. |
Soru 5 |
Destan | |
Mani | |
Koşma | |
Varsağı | |
Semai |
Soru 6 |
Mani - gazel - şarkı - koşma - semai | |
Semai - tuyuğ - destan - varsağı - kaside | |
Koşma - türkü - mani - kaside - şarkı | |
Destan - semai - ağıt - devriye - ninni | |
Gazel - mani - koşma - semai - destan |
Soru 7 |
Koşma | |
İlahi | |
Semai | |
Varsağı | |
Mani |
Soru 8 |
Hecenin 8'1i ölçüsüyle oluşturulması | |
Yiğitlik, kahramanlık temalarını işlemesi | |
Hey, bre, behey gibi ünlemlere yer verilmesi | |
Uyak ve redife yer verilmesi | |
Yiğitçe bir eda ile söylenmesi |
Soru 9 |
Gazel, aruz ölçüsü; koşma ise hece ölçüsü ile yazılır. | |
Gazel aşk, güzellik, sevgili, zevk; koşmalar tasavvufi konuları içermektedir. | |
Gazel divan edebiyatı, koşma ise halk edebiyatı nazım biçimlerindendir. | |
Gazelin uyak örgüsü aa-ba-ca; koşma xaxa-bbba-ccca biçiminde uyaklanır. | |
Gazel 5-15 beyitten; koşma ise 3 - 5 dörtlükten oluşur. |
Soru 10 |
I | |
II | |
III | |
IV | |
V |
Soru 11 |
I | |
II | |
III | |
IV | |
V |
Halk hikâyeleri de destanlar gibi âşıklar (ozanlar) tarafından saz eşliğinde anlatılır.
Destanlar gibi, halk hikâyeleri de yaşanmış olaylardan alınır.
Her iki tür de sözlü edebiyat ürünüdür.
Halk hikâyeleri destanlar gibi tamamen manzum değillerdir.
Halk hikâyelerinde manzum bölümler de vardır.
Halk hikâyelerinde de doğaüstü kuvvetlere ve olağanüstü olaylara geniş ölçüde yer verilir.
Halk hikâyesi, milli olması, tarihle yakın olması gibi niteliklerle destanlara yaklaşmaktadır.
Halk hikâyeleri tarihi bir olaya dayanmaması, nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve olayların anlatımının gerçekçi oluşu, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer vermesi gibi hususlarda destanlardan ayrılmaktadır.
Destanlardaki soylu kişilere karşılık, halk hikâyelerinde halktan kişiler, din adamları vb. olayların kahramanı olabilir.
Destanlara kıyasla hikâyelerde olağanüstü özellikler epeyce azdır.
Destanlarda bütün toplumun temsilcisi olan kahraman, düşmanlar ve olağanüstü güçlerle savaşırken, halk hikâyelerinde anlatılan kahramanın ilişkiler toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında oluşur.
]]>Türklerin 10. yüzyıldan itibaren İslâmiyet’i kabul etmesiyle birlikte din, dil ve kültür hayatlarında önemli değişiklikler olmuştur. Bu dönemde bilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmaya başlanmıştır. Dil ve kültür alanındaki bu etkilenme sonucu Arapçadan Farsçadan dilimize pek çok sözcük ve kavram girmiştir. Ancak Türkçe bir taraftan da varlığını sür dürmüştür. Özellikle Karahanlılar Dönemi’nde, dil ve edebiyatımız açısından önemli sayılan eserler ortaya konmuştur.
Hikayeci âşıkların köy odalarında, düğün meclislerinde, kasaba ve kentlerin kahvehanelerinde saz eşliğinde anlattıkları hikâyelerdir. Bu hikayeci âşıklar, okuryazar, az çok kültürlü kişilerdir. Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikâyeleridir. Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikâyelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dinî konuların işlendiği de görülmüştür.
Halk Hikâyelerinin Oluşumu ve Gelişimi Türklerin göçebe-bozkır hayatından, yerleşik hayata geçmeleriyle birlikte toplum içi çatışmalar başlamış ve bireyin kendi problemleri ortaya çıkmıştır. Halk hikâyeleri, bu dönemde oluşturulmaya başlanmıştır. Belli bir zamanda ve belli bir yerde, çoğunlukla bir müzik aleti eşliğinde, profesyonel anlatıcılar tarafından icra edilir ve bu anlatıcılar, usta-çırak ilişkisi içinde yetişmektedir. Sonraki dönemlerde meddahlar tarafından anlatılan hikâyelerde müzik aleti kullanılmıştır. Yerleşik hayata geçtikten sonra ortaya çıkan birtürdür. Bu nedenle hikâyelerde olayların geçtiği mekânlar çoğunlukla bellidir.
Halk dilinde anlatılarak oluşmuş, bir sanatçı tarafından sonradan yazıya geçirilmiş, olağanüstü olayların anlatıldığı sözlü edebiyat ürünüdür.
Olaylar, bütünüyle hayal ürünüdür.
Tekrar edilen kalıplaşmış bölümler (tekerleme) vardır.
Masal kahramanları, belli bir toplumun bilinen bir zamanda yaşamış kişileri değildir. Her ülke ve zamanda olabilecek padişah, vezir, bezirgan, köylü, kadı, derviş, ırgat, harami gibi sembol tiplerdir. Kahramanlar arasında genellikle cüceler, gulyabaniler, periler, devler, alev püsküren ejderhalar, cadılar da yer alır.
İyi kahramanlar hep iyi, kötü kahramanlar hep kötüdür. Masalın sonunda iyi kahramanlar ödüllendirilirken kötü kahramanlar cezalandırılır. Masallarda her şey tatlıya bağlandığı için kötü tiplerin kötülükleri ve hainlikleri üstünde fazla durulmaz. Kötüler, korkunç olmaktansa gülünç edilirler. Eşkıyalar, iyi yüreklidir, hırsızlar bile masumdur. Bunlardan çok zalim olanlar, hemen sert cezalara çarpılıp yok edilirler. İyiler, en sona kadar yaşayıp mutlu olurlar.
Masallarda mekân büsbütün gerçek dışı ülkelerdir. Masal çevreleri hiçbir coğrafi mekâna bağlanamaz. “Kaf dağı”, “Yedi Derya Adası”, “Çin-Maçin” gibi haritada bulunmayan ülkeler veya “iki memleket arası”, “yedi kat yerin altı”, “yerin yedi kat üstü” gibi hayalde tasarlanan yerler, masal kişilerinin sırf gerçek dışı çevrelerde yaşatılmış timsaller olduğunu gösterir. Bazen İstanbul, Erzurum, İsfehan, Halep gibi gerçek şehirlerin masallarda geçtiği olursa da bunlar sadece birer isimden ibarettir. Kahramanların bu şehirlerle ilgisi gösterilemez. Ne zaman, hangi semtte yaşadıkları bilinmez.
Masallarda çevre tasvirleri büsbütün yok değildir. Ancak, bu tasvirler gözleme değil, hayale dayanmaktadır. Bunlar, dünyadan seçilen unsurlarla donatılmış fakat dünyada rastlanması imkânsız olan bahçeler, saraylar, ırmaklar, şehirlerdir.
Masallardaki zamanın gerçek zamanla ilgisi yoktur.Zaman, ne kesin ne de yaklaşık olarak tahmin edilebilir. Zaten, masalların “Evvel zaman içinde… Bir varmış bir yokmuş…” gibi döşemelerle başlaması, dinleyiciyi hayal atmosferine sokarak geçmiş zamanı iyice belirsiz kılmak içindir. Olaylar, -miş’li geçmiş zaman kullanılarak anlatılır.
Sözlü halk verimi olan masallar kuşaktan kuşağa söz yolu ile geçmiştir. Usta masal söyleyiciler, onları her anlatışlarında biraz değiştirmişlerdir. Şu hâlde masal üslûbu bir söyleyiş üslûbudur. Konusu aynı olan bir masalın, yüzlerce değişik söylenişi bulunabilir.
Masallarda asla ayrıntılara sapılmaz. Zaman ve mekânlar arasında büyük boşluklar bırakılır. Kırk yıl hatta bin yıllık zaman bir çift söz ile geçiştirilir. Çünkü masalın baş özelliği çabukluktur. Masalcı, kahramanın bütün hayat safhalarını izlemez, yalnız çok önemli vakalar üstünde durur. Bunun için anlatışı kısa sürer. Masalı, halk hikâyeleri ile destanlardan ayıran önemli bir özelliği de budur.
Eğitici ve öğretici nitelikler taşır. Bu niteliklerinden dolayı uzun kış gecelerinde, kadınlı çocuklu meclislerde masallar söylenmiştir.
Daha çok, evrensel konular dile getirilir. Masallarda, milletleri birbirinden ayıran unsurlar değil; hepsinde ortak olan duygu ve özlemler işlenmiştir. Millî özellikler gibi, dinî inançlar da az görülür. Masalı destan, menkıbe ve efsaneden ayıran bu din dişilik özelliği de önemlidir.
Edebiyatımızda Eflatun Cem Güney, masallarımızı derleyip yazıya geçirmiştir. Edebiyatımızda Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır.
Alman edebiyatından Grimm Kardeşler, uluslarının masallarını derleyerek yazıya geçirmişlerdir. Pamuk Prensesle Yedi Cüceler, Bremen Mızıkacıları, Kül Kedisi bu sanatçıların en tanınmış yapıtlarıdır.
MASALIN BÖLÜMLERİ
1) Döşeme (Giriş): Masalcının, dinleyicileri masal atmosferine hazırlamak, onları biraz güldürmek, biraz da ustalığını göstermek için düzüp koştuğu sözler zinciridir. Bunların çoğunu gelenekten alır, biraz da kendi icatlarını katar. Döşemeye ilgili ilgisiz, manâlı mânâsız birçok sözler doldurur. Söz zincirleri arasındaki seciler ahengi ve bağlantıyı kurmaktadır. Bu bölümde söylenegelen bazı kalıplaşmış tekerlemeler
(Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel ülkelerden birinde, bir padişah yaşarmış…) kullanıldıktan sonra belirsiz bir yerden söz edilir. Bunun için de “Gökle yerin birleştiği yerde, çok uzaklarda, Kafdağı’nın ardında… Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik… Bir de arkamıza baktık ki arpa boyu yer gitmişiz. Yine kalktık gittik gide gide gittik… Göründü Çin Maçin padişahının bağları.” gibi ifadeler kullanılır. Kahramanlar kısaca tanıtıldıktan sonra masala girilir.
2) Olay (Gelişme): Olay bölümü de kendi arasında “Giriş, Gelişme, Sonuç” bölümlerine ayrılır. Bu bölümde söz ve hikâye anlatma kudreti masalcının ustalığına kalmıştır. Masalın temel varlığını ortaya koyan bu bölüm, başkahramanın başından önemli bir olay geçmesiyle başlar. Sonra masala, çoğu kötü olarak tanınan kahramanlar girer. Bu bölümün sonlarına doğru, kötü kahramanlar bir bir yenilerek cezalandırılır.
3) Dilek (Sonuç): Genellikle başkahramanın galibiyeti ve iyi huylu kahramanların ödüllendirilmesi tekerlemeler eşliğinde dile getirilir. Bazen de kötü huylu kahramanların yaptıkları kötülüklerden pişmanlık duyarak iyi huylu olmaya karar verdikleri görülür. Masal güzel bir sonuca bağlanır. Masalcı, kahramanların iyi bahtını, dinleyiciler için de temenni etmeye başlar. Dilek bölümü de kalıplaşmış bir kaç sözden {Onlar ermiş muradına, darısı buradakilerin başına… Gökten üç elma düşmüş görenlerin başına, birisi bu masalı düzüp koşana, birisi oturup dinleyene, birisini de okuyup üfledim falanın ruhuna yolladım.) ibarettir.
]]>İlahi: Kullanımı çok yaygındır. Hece ölçüsüyle söylenir. Bu şiirlerde tasavvuf anlayışı, Allah sevgisi, Allah’a ulaşma yolunda ideal insan (insan-ı kâmil) olma çabası, fânilik, nefsin öldürülmesi gibi konular işlenir. Edebiyatımızdaki en büyük temsilcisi Yunus Emre‘dir.
Nefes: Bektaşi şairlerin söyledikleri tasavvufi şiirlerdir. Genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücut düşüncesi anlatılır. Bunun yanında Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ali için övgüler de söylenir. Pir Sultan Abdal, bu türün başarılı örneklerini vermiştir.
Nutuk: Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren müritleri bilgilendirmek, tarikat derecelerini ve adabını öğretmek amacıyla söylenen didaktik şiirlerdir.
Devriye: Evrendeki canlı cansız her şeyin Allah’tan geldiğini ve yine ona döneceğini ifade eden, tasavvuftaki “devir prensibi“ni yansıtan şiirlerdir. Devir prensibine göre vakti gelen ruh maddi aleme iner. Önce cansız varlıklara, sonra bitkilere, hayvana, insana en sonra da insan-ı kamile geçer. Oradan da Allah’a döner.
Sathiye: İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu şiirlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili değişik konuları işlediği anlaşılır. Kaygusuz Abdal, bu türün başarılı örneklerini vermiştir.
İLAHİ
Yunus Emre
Dağlar ile, taşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Su dibinde mahi ile,
Sahralarda ahu ile,
Abdal olup yahu ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile,
Elimdeki asa ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Yunus okur diller ile,
O kumru bülbüller ile,
Hakk’ı seven kullar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
NEFES
Pir Sultan Abdal
Ey erenler çün bu sırrı dinledim,
Huzur-ı mürşide vardım bu gece.
Hakikat sırrını andan anladım,
Evliya merdanın gördüm bu gece.
Mürşidim Muhammet buldum yolumu,
Rehberim Ali’dir verdim elimi,
Tiğbend ile bağladılar belimi,
Erenler sırrına erdim bu gece
Andelip misali avaz ederek,
Kati sema üzre pervaz ederek,
Yedi aza ile niyaz ederek,
Ayn-ı cem güllerin derdim bu gece.
Pir Sultan’ım Hakk’a niyaz ederim,
Erenler rahına doğru giderim,
Küll-i varım Hakk’a teslim ederim,
Hakk’ın cemalini gördüm bu gece
Koşma: Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla oluşturulan bu şiirlerde aşk, ayrılık, gurbet, sevgi, doğa, yiğitlik gibi konular işlenir. Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur ancak daha fazla dörtlükten oluşanları da vardır. Kafiye düzeni “abab, cccb, dddb…” şeklindedir. Son dörtlükte şairin mahlası (takma adı) bulunur. Konularına göre “güzelleme, koçaklama, ağıt, taşlama” adlı türleri vardır.
Semai: Konuları ve uyak düzeni koşma ile aynıdır. 81i hece ölçüsüyle söylenen bu şiirler 3-5 dörtlükten oluşur.
Varsağı: Çok yaygın olmayan bir şiir biçimdir. İlk olarak Toroslar’da yaşayan Varsak boyundan ozanlar tarafından kullanılmıştır. 81i hece ölçüsüyle söylenen bu şiirlerde “bre, behey, hey, aman” ünlemleri sıklıkla kullanılır. Hayattan ve talihten şikâyet gibi konular işlenir.
Destan: Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla söylenir. Uyak düzeni koşma ile aynıdır. Göç, kıtlık, savaş, hastalık gibi toplumsal konular işlendiği gibi bireysel konuların işlendiği destanlar da vardır. Dörtlük sayısında sınırlama yoktur. Yapısal yönden koşmayla aynı olan destan, konusu, dörtlük sayısı, anlatım ve ezgisiyle koşmadan ayrılır.
KOŞMA
Karacaoğlan
Üryan geldim gene üryan giderim
Ölmemeye elde fermanım mı var
Azrail gelmiş de can talep eyler
Benim can vermeye dermanım mı var
Vitir şu gönülden ileği yitir
Cehd eyle elini yoksula yetir
Bana derler gam yükünü sen götür
Benim yük götürür dermanım mı var
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzuri mahşerde divan dururlar
Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var
Karac’oğlan derki ismim överler
Ağu oldu yediğimiz şekerler
Güzel sever deyi isnad ederler
Benim Haktan özge sevdiğim mi var
SEMAİ
Gevheri
Ey benim nazlı cananım
Severim kimseler bilmez
Bir iştir geldi başıma
Çekerim kimseler bilmez
Bak şu kalbimin işine
Saldı sevdayı başıma
Gece gün aşk ateşine
Yanarım kimseler bilmez
Varın söylen şu hayına
Girmesin benim kanıma
Bir ateş düştü canıma
Tüterim kimseler bilmez
Gevheri ümidim Hak’tan
Yandı bu bağrım firaktan
Ey efendim derd-i aşktan
Ölürüm kimseler bilmez
Mani: Genellikle aşk ve sevgi olmak üzere hemen her konuda, 7’li hece ölçüsüyle söylenir. Tek dörtlükten oluşan maninin uyak düzeni “aaxa” biçimindedir. İlk iki dizesi konuya giriş niteliğindedir. Doldurma dize olarak adlandırılır. Asıl söylenmek istenen düşünce son iki dizede söylenir.
Ninni: Annenin, bebeğinin uyumasını sağlamak ya da ağlamasını durdurmak için, sade bir dille ezgili olarak söylediği şiirlerdir. Kendine özgü bir beste ile söylenen bu şiirler, annenin o andaki ruh durumunu yansıtır.
Türkü: Konusu ve şekli devirden devire ve yöreden yöreye değişir. Genellikle hecenin 7, 8 ve 11’li kalıplarıyla ve ezgiyle söylenir. Türkülerde aşk, ölüm, hasret, gurbet, ayrılık gibi bireysel ya da deprem, kıtlık, kahramanlık, savaş gibi toplumsal olaylar konu olarak işlenir. Üçer ya da dörder dizeli bentler ve her bendin sonunda tekrar edilen kavuştaklardan (bağlama) oluşur.
Ağıt: Ölen kişilerin iyi hâllerini, meziyetlerini dile getirmek, kaybından dolayı duyulan üzüntüyü ifade etmek amacıyla söylenir. Koşmanın bir türü olan ağıtla karıştırılmamalıdır. Âşık edebiyatındaki ağıtın söyleyeni bellidir. Anonim halk edebiyatındaki ağıtların söyleyeni belli değildir.
MANİ
Gülüm kurutmam seni
Suda çürütmem seni
Senelerce görmesem
Yine unutmam seni
Ah o beni o beni
Kakül örtmüş o beni
Ben yârimi unutmam
Unutsa da o beni
NİNNİ
Asmaya kurdum salıncak
Eline de verdim oyuncak
Yine de uyumadı gitti
Şu küçücük yumurcak
Dandini dandini danalı bebek
Elleri kolları kınalı bebek
Benim de yavrum cicili bebek
Uyusun da büyüsün ninni
Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı
Eee eee eee eee Huu huu huu huu
TÜRKÜ
Pınar başından bulanır (canım oy)
İner ovayı dolanır (canım oy)
Sende çok haller bulunur (canım oy)
Dağlar duman olur
Halim yaman olur
Ben yâri görmesem
Halim yaman olur yâr yâr
Hiç ovaya inmedin mi (canım oy)
Aşk oduna yanmadın mı (canım oy)
Can yakmadan doymadın mı (canım oy)
Dağlar duman olur
Halim yaman olur
Ben yâri görmesem
Hâlim yaman olur yâr yâr